İSMAİL ÇOKTAN
Yaklaşık 8 yıldır devam Suriye krizinin uluslararası alanda getirdiği en karmaşık ve aşılması zor sorunun mülteci sorunu olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Resmi kayıtlara göre, Esed rejimi ve destekçilerinin Suriye şehirlerine yönelik düzenlediği askeri harekatların ve kimyasal silah kullanımına uzanan savaş suçlarının neticesinde, Suriye içinde ve dışında 11 milyonu aşkın insan mülteci durumuna düştü. Mültecilerin 5,5 milyonu Suriye içinde yer değiştirirken 6 milyonu aşkın kısmı ise ülke dışına kaçmak zorunda kaldı.
Bugün Türkiye´de 3,5 milyon, Lübnan´da 1,1 milyon, Ürdün´de ise 1 milyona yakın Suriyeli mülteci bulunuyor. Yüzbinlerce Suriyeli mülteci de başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış durumda. Mülteciler Suriye içinde ve dışında gittikleri yerlerde çeşitli problemlerle karşılaşırken, Esed rejimi de bir yandan çıkardığı kanunlarla mültecilerin ülkelerine dönüşünü zorlaştırıyor, diğer yandan da mülteci kamplarına yönelik kuşatmalarla bu kamplarda yaşayan sivilleri açlığa mahkum ediyor. Rejim ayrıca Lübnan´da müttefikleri eliyle mültecilere (katliamlara kadar varan) baskılar uyguluyor.
Rusya Astana sürecini demografik değişim için kullandı
2016 yılında Halep´in doğu semtlerinin uzun bir süre kuşatma altında kalması ve Rusya´nın havadan, rejim ve İran´a bağlı mezhepçi militanların karadan düzenlediği yoğun saldırılardan sonra muhaliflerin kontrolünden çıkarak rejimin kontrolüne geçmesi devrimin gidişatını değiştirmekle birlikte, mültecileri de yeni bir döneme sokmuştu.
Halep´te Türkiye´nin arabuluculuğuyla çatışmaların sonlandırılmasının ve kentin teslim edilmesi karşılığında sivillerin batıdaki (İdlib ve Türkiye sınırındaki) bölgelere nakledilmesinin ardından Türkiye, Rusya ve İran Kazakistan´ın başkenti Astana´da, muhalifler ve rejimin askeri temsilcilerinin de katıldığı bir çözüm süreci başlatmıştı. Fakat rejimin en büyük destekçisi konumundaki Rusya bu süreci Suriye´yi boşaltmak için kullanmıştı.
Astana´yı takip eden bir yıllık süreçte Esed rejimi, Rusya ve İran´a bağlı militanlar Suriye´de muhaliflerin kontrolündeki bölgelere yönelik ?kuşat, yık ve boşalt? stratejisi izledi. Gerginliği Azaltma Anlaşması kapsamına giren Şam´ın Doğu Guta bölgesinin yanı sıra Yermük mülteci kampı, Babbila, Beyt Sahm ve Hacer el-Esved bölgeleri, Humus´un kuzey kırsalı ve Dera-Kuneytira bölgeleri Rusya ve rejimin ortak operasyonlarıyla uzun süren kuşatmalardan sonra yerle bir edildi. Moskova bu noktada rejim ve muhalefet arasında arabuluculuk yaptı ve yapılan tahliye anlaşmalarıyla yüzbinlerce sivil Suriye´nin kuzeyindeki İdlib bölgesine yığıldı. İdlib´de ise mültecilerin barınmasına yetecek kadar kamp ya da mesken yoktu.
Esed rejimi bu stratejiyle başkent Şam´ın etrafını boşalttı. Bir yandan önce 2012 yılında çıkardığı 66 sayılı genelge ve daha sonra Nisan 2018´de çıkardığı 10 sayılı kanunla mültecilerin geri dönüşünü engelledi, diğer yandan mültecilerin geride bıraktıkları mal ve gayrimenkullere el koyarak İran tarafından Suriye´ye gönderilen Afgan, Iraklı ve Lübnanlı Şii militanlara devretmeye başladı.
10 sayılı kanun mültecilerin dönüşünün önündeki en büyük engel
Esed rejimi 2012 yılında çıkardığı 66 sayılı kararnameyle, devletin başkent Şam ve çevresinde mülteciler tarafından boşaltılan gayrimenkullere el koymasını kararlaştırmıştı. 2018 yılının Nisan ayında çıkardığı 10 sayılı kanun ise 66 sayılı kararnamenin genişletilmiş hali olarak gayrimenkullere el koyma işlemini tüm Suriye´ye yaydı.
10 sayılı kanuna göre, devletin boşaltılmış gayrimenkullere el koyması ve mülk sahiplerinin mülkiyetlerini geri almak için yapacakları başvuruyu takip eden 1 ay içinde, bu mülkiyetin konumunu ve kendilerine ait olduğuna dair ispat niteliği taşıyan belgeleri yetkili birimlere sunması ön görülüyor. Rejim ispat için verdiği süreyi geçtiğimiz ay 1 yıla çıkardı. Aksi halde söz konusu gayrimenkuller kamulaştırılacak ve devlet tarafından belirlenen yeni sahiplerine para karşılığı ya da hibe yoluyla dağıtılacak.
İçeriğine bakıldığında bu kanunun uygulanabilir olmadığı rahatlıkla görülebilir. Gerçekte rejimin bu kanunu mültecilerin gayrimenkullerini müsadere etmek ve dönüşlerini engellemek için çıkardığı söylenebilir.
Öncelikle, 11 milyon insanın uğradığı şiddet yüzünden mülteci konumuna düştüğü bir ülkenin mülteciler açısından geri dönülecek bir yer olabilmesi için bazı şartların uygun olması gerekiyor. Bu şartlar, ülkede asayişin sağlanması, yeniden imar, savaşan taraflar arasında kapsamlı bir ateşkesle siyasi çözüm sürecinin işletilmesidir. Mültecilerin geri dönmesi ise ancak bu siyasi sürecin bir parçası ya da tamamlayıcısı olacaktır. Suriye´de mevcut durumda bu şartların hiçbirinin sağlanmadığı görülebilir.
Rejim güçleri Suriye´nin büyük kısmında askeri açıdan hakimiyet kurmuş olmasına rağmen güvenliği sağlayamadı. Zira rejim ve İran´a bağlı çok sayıda milis grup hâlâ terör estiriyor ve insan haklarını ihlal ediyor. Dera, Doğu Guta ve Humus´ta, tahliye anlaşmaları kapsamına giren birçok kişi rejime bağlı militanlar tarafından alıkonulmaya devam ediyor.
Suriye İnsan Hakları Ağı´nın (SNHR) raporuna göre, rejim güçleri Ekim ayında 306 kişiyi, 2018 yılının başından beri ise 8 bin kişiyi keyfi gerekçelerle gözaltına almış. Bunun yanı sıra, rejimin üst düzey generallerinden Cemil el-Hasan Temmuz ayında sosyal medyaya sızdırılan görüntülerinde, emrindeki askerlere yaptığı bir konuşmada, ?Geri dönen mültecilere koyun muamelesi yapılacağını, sağlıklıların ayrılıp hastalıklıların telef edileceğini? söylemişti.
Bütün bunlara rağmen mültecilerin Suriye´ye geri döndüğünü, mülkiyetlerini ispat etmek için yetkili birimlere başvuru yaptıklarını düşünsek bile, yine de bu kanunun uygulanması oldukça zor. Rejime bağlı kuvvetler operasyonlar sonrası boşaltılan bölgelerde bulunan kısmen ya da büyük oranda tahrip olmuş binaları da yerle bir etmiş ve söz konusu bölgeleri çıplak birer araziye çevirmiştir. Herhangi bir Suriye vatandaşının evinin nerede olduğunu tespit etmesi bu açıdan imkansızdır. Bununla birlikte, Suriye´de zaten savaş öncesi bile rüşvetle iş yapan ve ağır işleyen bürokrasinin savaşla birlikte büyük oranda çöktüğünü düşündüğümüzde, herhangi bir mültecinin 1 yıl içinde bulunduğu ülkeden geri dönerek gerekli evrakları toplaması da imkansızdır. Ayrıca Şam rejimi mültecilerin geride bıraktığı mallara el koyduktan sonra bir kısmını İran´a bağlı milis gruplara devretmiştir. Geçtiğimiz Mayıs ayında Şam´ın Doğu Guta bölgesinde düzenlenen operasyonlar sonrası, Şam´ın dış mahallelerinden Dahiyetu´l Esed bölgesinde Şii militanların ?ganimet pazarı? kurduğuna dair haber ve görüntüler medyaya yansımıştı.
Sonuç olarak, 10 sayılı kanunun İran´ın Suriye demografisini değiştirmeyi hedefleyen ajandasına hizmet ettiğini ve mültecilerin evlerine geri dönüşünü engellemek için çıkarıldığını söylemek güç olmayacaktır. 10 sayılı kanun siyasi çözümün önünde de engel teşkil etmektedir.
Bu kanunun engellenmesi Suriye´nin demografisinin korunması açısından çok önemlidir. Çünkü Suriye´de demografinin değişmesi, İran´ın bölgeye kalıcı olarak yerleşmesine yol açmakla birlikte, Türkiye´nin bölge halkıyla olan bağlarına da büyük zarar verecektir.
Hizbullah mültecileri dönmeye mecbur ediyor
Doğu Guta operasyonunun ardından, Rusya´nın hazırladığı plan çerçevesinde, Lübnan´daki Suriyeli mültecilerin ülkelerine geri dönmesi yönündeki girişimler hız kazanmıştı. Lübnan tarafında rejime askeri destek sağlayan Hizbullah´ın baskıları ve Cumhurbaşkanı Mişel Avn ile Dışişleri Bakanı Cibran Basil´in bu konudaki istekli tavrı nedeniyle, Haziran ayından itibaren dönüşlerin başladığı görülüyor.
Lübnan´da 2 yıllık boşluktan sonra Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Avn ve damadı Basil, Lübnan´ın Suriye ile ilişkilerini düzeltmesi için mülteciler konusunun çözülmesini fırsat olarak görüyor. Lübnan´ın Mültecilerden Sorumlu Bakanı Muin el-Merabi, 12 Kasım günü resmi Facebook hesabı aracılığıyla yaptığı açıklamada, Hizbullah militanlarının bazı mültecileri kaçırarak rejime teslim ettiğini ifade etti. El-Merabi bir radyo kanalına verdiği röportajda ise Hizbullah, Avn ve Basil´i Esed rejiminin müttefiki olmakla suçlamıştı.
Öte yandan, 2014 yılında Nusra Cephesi´nin Arsel bölgesinde bazı Lübnanlı askerleri kaçırması üzerine, Lübnan ordusu ve Hizbullah militanlarının Arsel ve Bekaa´daki mülteci kamplarına baskınlar düzenlediği ve bazı mültecileri öldürdüğü biliniyor.
Rejimin müttefiki Hizbullah mültecileri ölüme göndermek istiyor. Lübnan Mültecilerden Sorumlu Devlet Bakanı Muin el-Merabi Anadolu Ajansı´na verdiği röportajda, rejim güçlerinin Lübnan´dan Suriye´ye dönen 20 kadar mülteciyi öldürdüğüne dair ellerinde güçlü deliller olduğunu ifade etmişti. BM´nin bu konudaki bazı itirazları ise Mişel Avn´ın sert tepkisiyle karşılaşmış ve Avn BM´yi mültecilerin aklını karıştırmakla suçlamıştı.
Çölün ortasında kuşatılmış bir kamp: El-Rekban
Suriyeli mültecilerin yoğun olarak sığındığı yerlerden biri de Suriye-Ürdün sınırı. Bölgede bulunan el-Rekban mülteci kampı, devrimin başından beri mültecilerin sığındığı kamplardan biri. Özellikle Haziran-Temmuz aylarında, Rusya´nın desteğini alan Esed rejimine bağlı güçlerin Dera ve Kuneytira´yı ele geçirmesinden sonra kamptaki nüfus epey artmıştı.
Bölgeden gelen raporlar, on binlerce mültecinin yaşadığı el-Rekban mülteci kampında bin 460 kadın, bin 621 erkek ve 4 bin 273 çocuk engelli bulunduğunu ifade ediyor. Rejim güçleri bu kampı aylarca kuşattı; gıda, sağlık ve yaşam malzemelerinin girişini engelledi. Bu yüzden kampta bazı mülteciler açlıktan ölmüştü.
Çöl arazisinde olması nedeniyle El-Rekban kampına ulaşmanın güçlüğü, rejimin kuşatmasını daha fazla etkili kılıyor. Aylar sonra nihayet geçtiğimiz Ekim ayında BM tarafından gönderilen bir insani yardım konvoyu kampa ulaşsa da bu yardımın yeterli olmadığı ortada. Ürdün ise sınır kapısını uzun süre insani yardım ve ticaret malzemelerinin geçişine kapatmıştı.
Mülteciler konusu Suriye krizi açısından çözülmesi gereken öncelikli meselelerdendir. Türkiye ve Rusya´nın önce Soçi´de, ardından Fransa ve Almanya´nın da katılımıyla İstanbul´da gösterdiği çözüm iradesinin güçlendirilmesi gerekiyor. Başta 10 sayılı kanunun iptali için Esed rejimine baskı uygulanması olmak üzere, mültecilerin yaşadığı zorlukların giderilmesi ve insani yardımların artırılması, artık küresel bir sorun haline gelen Suriye krizinin çözülmesi açısından etkili bir adım olacaktır.
[Suriye ve Ortadoğu alanındaki yazıları ORDAF tarafından yayımlanan İsmail Çoktan FSM Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü´nde akademik çalışmalarını sürdürmektedir]