Tarih: 19.09.2019 00:38

SURİYE PROBLEMİNDE DENKLEMİN EN ZOR KISMINA GELDİK

Facebook Twitter Linked-in

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süredir dile getirdiği ama son zamanlarda istisnasız her konuşmada söylediği bir cümle var ki bütün tartışmaları bırakıp ona yoğunlaşsak yeridir. Erdoğan, bu ayın sonuna kadar ABD ile güvenli bölge anlaşmasının tamamlanmasını beklediğini, olmazsa Fırat’ın doğusuna operasyon yapılacağını ilan etmiş bulunuyor. Kulaklarımız Cerablus ve Afrin harekatlarından böyle iddialı sözlere alışkın olduğu için bazılarımızı fazla etkilemeyebilir ama bu kez ilan edilen operasyon ve takvim öncekilerle kıyaslanmayacak boyuttadır. Saha büyüklüğü ve derinliği dolayısıyla büyük bir hacmi ifade etmektedir. Tabiatı gereği uzun bir süreyi kapsamaktadır.

Dahası var…

Fırat nehrinin doğusu demek ABD himayesinde PYD/YPG hakimiyetinin bulunduğu bölge demektir. Bu örgütün askeri teçhizatı büyük ölçüde Amerika tarafından IŞİD’le mücadele maksadıyla temin edilmiştir. Kaç TIR silah ve teçhizat gönderildiğinin hesabı bile yapılamıyor. Ayrıca, Pentagon’un 2020 yılı bütçesinde de sevkiyatın devamına dair hatırı sayılır bir bütçe ayrılmış bulunuyor.

***

Meselenin öteki tarafına bakalım… Güvenli bölge tesisi için bir ayı aşkın süredir devam etmekte olan Türkiye-ABD müşterek çalışması Ankara’nın isteklerini karşılayamadı. Erdoğan’ın verdiği süre de bir anlamda ‘isteklerimiz karşılandı karşılandı, yoksa biz kendi göbeğimizi kesiyoruz’ mesajını içeriyor. Türkiye, açık bir şekilde diplomatik seçeneğin denenmesi ve tükenmesi yolunu izliyor. Ki, bir harekat başlattığında muhatapların mazereti kalmasın. Şimdi bir tür geri sayım halindeyiz ve ay sonunda düğmeye basılması kimseyi şaşırtmamalı…

PYD/YPG’nin kuşattığı uzun ve derin bölge Türkiye’ye yönelik açık bir güvenlik riski barındırıyor. ABD için ise aynı bölge Suriye’de bir kazanım ve kontrol imkanı demek. ABD için böyleyken Rusya ve hatta İran için bu saha bizim kaygılandığımız anlamda bir problem değil. Hatta, ortak zirveler yaptığımız bu ülkeler için Türkiye’nin askeri güçle sahaya girmesi istenen bir gelişme de değil. Rusya ve İran, Suriye’de mutlak kazanan iki ülke ve Türkiye’nin bu statükoyu bozmasını istemiyorlar. Ayrıca, PYD/YPG’yi terör örgütü olarak da görmüyorlar. Türkiye’nin ABD ile karşı karşıya gelmesinden elbette memnunlar ama hepsi bu kadar. Türkiye’nin kazanması; yani onların hesabında bitmiş bir savaşı yeniden başlatması kabul edilemez bir gelişme olacak.

Sürecin zorluğu da buradadır. Herkesin; yani ABD, Rusya ve İran’ın sonuçlarından memnun oldukları Suriye savaşında Türkiye’nin oyunu bozmaya teşebbüs etmesi senaryolara uymayan bir hamle olacak. Bütün aktörler kazançlarına kazanç eklerken, Türkiye en ağır göçmen faturasını ödeyen ülke olarak ve üzerine de en istemediği şey olan PYD devletçiğinin kurulduğu bir tabloya rıza göstermiyor. Oyun kurumamış olsak da oyunu bozma gücünü sahaya sürüyor. 2012’den itibaren birçok fırsatta yapamadığı şeyi seneler sonra son düzlükte yapmaya hazırlanıyor. Problemin çözümü için kolay formülleri uygulayamadıktan sonra çok bilinmeyenli bir matematiğe mecbur olduğumuz bir aşamadayız. Zorluk ve risk de buradadır. Eğer bu fırsat kaçacak olursa, sınır boyunca kurulan düzen derinleşecek, statü kalıcı hale gelecek, müdahale ve hatta itiraz bir daha mümkün olmayacak. Mümkün olsa bile anlamlı olmayacak. Sürenin ne kadar kısaldığını görmek için, yeni Suriye anayasasının yazılma aşamasına geldiğini ve Türkiye’nin de bu sürecin parçası olmaya zorlandığını ekleyelim.

Ay sonuna kadar Ankara’yı rahatlatacak bir adım atılmazsa, Suriye dosyasının bizim için yeni baştan açıldığı uzun ve gergin bir takvim çalışmaya başlayacak.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —