Çarşamba akşamı Habertürk tv’de dört bilim insanı Afşin Yurdakul’un moderatörlüğünde Suriye konusunu tartışıyorlardı. Medeniyet Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Özden Zeynep Oktay’ın söyledikleri ilginçti. Özetle şöyle dedi: “Pandemi döneminde birçok ülkenin bilim insanlarıyla gerek yüz yüze gerek online görüşmeler yaptık. Hindistan’lı, Pakistan’lı, İran’lı bilim insanlarıyla. Söylenen şuydu: “Türkler neden Kürtlere böylesine düşmanca davranıyor? Böyle kötü bir algı var dünyada.” Tartışmaya katılan Prof. Dr. Mehmet Şahin ise, “Bu algının yanlış olduğunu, çünkü Kürtler’in en iyi dostunun Türkler olduğunu, Türkiye’nin bunu bölgede yaşanan pek çok olayda ortaya koyduğunu” söyledi.
Bir bilim insanı “algıyı gündeme taşıyor” diğeri ise “algının yanlış olduğunu” söylüyordu. Algı yanlış mıydı, yanlış olabilirdi ama belli ki dünyada böyle bir algı vardı ve dünya bu algıya “kategorik Türk karşıtlığı”ndan gelmiş olamazdı. Zaten dünyada “Kategorik Türk karşıtlığı” varsa o da ayrı bir problem demekti.
“Türkiye’de Kürt sorunu var mı?” sorusunu tartışırken de söylüyoruz ya, işte bu algı da o sorunla alakalı.
Ve Suriye’nin kuzey doğusunda oluşmakta olan yapı da bu sorunla alakalı.
Suriye düğümü gittikçe Türkiye için çok daha çetrefil hale geliyor.
İki özel harekat polisimizin iddiaya göre PYD/YPG tarafından şehit edilmesinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan “Artık tahammülümüz kalmadı. Buralardan kaynaklanan tehditleri ya oralarda etkin olan güçlerle birlikte ya da kendi imkânlarımızla bertaraf etmekte kararlıyız” dedi.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da “Polislerimize yönelik son saldırı ve topraklarımızı hedef alan tacizler artık bardağı taşırmıştır. En kısa sürede gereken adımları atacağız” dedi. Ardından sorumluları isimlendirdi ve yapılacak olanı seslendirdi: “Suriye’de sivillere ve bize yönelik yapılan saldırılarda Rusya’nın da ABD’nin de sorumluluğu var. Bunlar (ABD ve Rusya) sözlerinde durmadığına göre bizim de yapmamız gereken kendi göbeğimizi kendimiz kesmektir.”
Sonra “Suriye’ye yeni harekat olur mu?” diye soruldu. Cevap şöyle oldu: “Bu bölgelerden bu teröristlerin temizlenmesi için ne gerekiyorsa yapacağız. Kendi güvenliğimiz için gerekeni yapacağız, bu konuda son derece kararlıyız.”
ABD’nin Suriye’de şehit olan Türk güvenlik güçlerine yönelik taziye açıklamasına da değinen Çavuşoğlu, “Şimdi ABD açıklama yapıyor, müttefikimize Suriye’den gelen saldırıları kınıyoruz diyor. Peki bu silahları kim veriyor bu teröristlere, kim eğitiyor bunları? Sen eğitiyorsun, sen silah veriyorsun. Sonra da göstermelik bir kınama açıklaması yapıyorsun. Burada samimiyetsizlik apaçık ortadadır.” ifadelerini kullandı.
Özellikle Dışişleri Bakanı’nın ifadeleri çok net. Tablo şu: Orada Türkiye’nin terör örgütü olarak nitelediği PYD/YPG var. Amerika, örgütü Türkiye’nin tepkilerini bile bile bir devlet oluşturma istikametinde tahkim ediyor.
Bu arada ABD’nin eski Suriye ve Cezayir Büyükelçisi Robert Ford, “Şarku’l Avsat”taki yazısında, Suriye’de işlerin bir çıkmaza doğru ilerlediğini ve YPG/PYD’ markalı “özerk yönetimin, Amerikan askeri şemsiyesi altında de facto küçük bir devlete evrildiğini” yazıyor.
Tansiyon, Suriye’den gelen şehit cenazeleri ile yükselse de anlaşılıyor ki daha problemli mesele, orada ABD şemsiyesi altında bir “terör yapılanması”nın de facto devlet hüviyetine bürünmesidir.
Bu durumda ortaya:
“Esed’le ne yapılacak? Suriye’nin geleceği ne olacak? Türkiye’nin desteklediği ÖSO ne olacak? Rusya ile ne yapılacak? ABD ile ne yapılacak? -NATO ne olacak? Bir operasyon olacaksa kime karşı nasıl olacak ve neyi çözecek? Türkiye’deki 5 milyonu aşkın Suriyeli ne olacak?” gibi her biri dev nitelik taşıyan soru çıkıyor.
“Kendi göbeğimizi kendimizin kesmesi” ya da “oralardan kaynaklanan tehditleri kendi imkanlarımızla bertaraf etmek…” Rusya ile belki daha “ılımlı” ama ABD ile çok daha radikal cepheleşme anlamına geliyor. Amerika, PYD/YPGyi tahkim etmeye devam ederken bu öfkemizi dikkate almıyor gözüküyor. Acaba açıklamaları “blöf” ya da “içerinin gazını almak” olarak mı değerlendiriyor? Acaba biz “blöf” mü yapıyoruz, ya da “halkın öfkesini yatıştırmak” mı istiyoruz? Amerika – Rusya karşımıza kim çıkacaksa çıksın, göbeğimizi kesmekte kararlı mıyız? Tam da bu ortamda F-35’lere ambargo koyan ABD’den 40 adet F-16 uçağı almak üzere hamle yapmamızın anlamı nedir?
Hem dünyadaki o algıyı nasıl değiştireceğiz? O algının ülkedeki ve bölgedeki Kürtlerce paylaşılıyor olmasını nasıl önleyeceğiz? Amerika’nın ya da Rusya’nın “Kürtlerin hamisi” rolüne bürünmelerine karşılık bize yönelik olumsuz algılar önlenemez miydi?
Bir yerlerde yanlış mı yapıldı, yoksa bütün dünyada bize karşı kategorik nefret mi var?
Ne oluyor gerçekten çözümleyenimiz var mı?