Türkiye gibi demokrasi geleneği zayıf olan, devletin kutsallaştırıldığı otokratik gelenekten beslenen toplumlarda özgürlükler her zaman sorun olmuştur. Çünkü gerek fikirlerin ifade edilmesi, gerekse geleneksel toplum düzenini ifsat etme potansiyeli taşıyan farklı görünürlükler rejime bir tehdit olarak algılanmıştır.
Cumhuriyet tarihinin hemen bütün aşamalarında sistemin formatladığı dünya görüşüyle örtüşmeyen farklı fikirler ve yine sistem tarafından olması planlanan sosyolojik kurguyu tehdit eden kıyafetler rejimi yıkmaya dönük bir eylem olarak görülmüştür. Oysa normal demokratik toplumlarda farklı fikirler, kıyafetler ya da sosyolojik değişim ve dönüşümler tehlike değil, tam aksine bir zenginliktir.
Ancak Türkiye gibi demokrasi hafızası sağlıklı oluşmamış, rasyonel aklın işlemediği toplumlarda rejimin kurgusuyla örtüşmeyen her şey tehlikelidir.
Geçtiğimiz günlerde 81 yaşında vefat eden Şule Yüksel Şenler’e rahmet dilerken, Türkiye’nin haklar ve özgürlükler konusunda yaşadığı mücadele tarihi bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden...
Şule Yüksel Şenler’in hikayesini biliyoruz, o 1960’lı yılların sonlarına doğru Türkiye’de başörtülü şehirli kadının ilk simge isimlerinden birisi... Ve yine Türkiye’nin ilk başörtülü kadın köşe yazarı. Dönemin Bugün gazetesinde köşe yazısı yazmaya başlaması olay olmuş ve özellikle Kemalist paradigmaya iman etmiş çağdaş kadınlarda alarm zilleri çaldırmıştı. O günlerde Türk Kadınlar Birliği bir bildiri ile gazeteyi kınamış ve Şule Yüksel Şenler hakkında irtica propagandası yapmaktan suç duyurusunda bile bulunmuştu. Aslında yazılarında rejim açısından tehlike arzeden bir durum söz konusu değildi. Esas tehlike Şule Yüksel’in modern kıyafet tarzıyla kadınlar üzerinden bütün Türkiye’de sosyolojik değişim rüzgarlarının esmesiydi.
Çünkü Şüle Yüksel Şenler memleketin her tarafından konferans davetler alıyor, konferanslarla bütün Türkiye’yi dolaşıyordu. Ve özellikle şehirli dindar kadınlar için, o güne kadar kimsenin denemediği yeni bir başörtüsü modeli ortaya çıkmıştı.
O dönemin geleneksel hafızasında sadece kapıcı ve köylü kadınlara has olarak kabul edilen başörtüsünün, Şule Yüksel’in modernize ettiği şekliyle bir anda şehirli kadınların gündemine girmesi laik kadınları ayaklandırmıştı. Memlekette bir şeyler oluyordu ve sanki sosyoloji değişiyordu.
1967 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde verdiği konferans, Türkiye’nin yıllarca çözüm arayacağı başörtüsü sorunu için tarihi bir dönüm noktasıydı. Çünkü o gün konferansa katılan Ankara İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan (Ali Babacan’ın halası) Şule Yüksel’in teşvikiyle okula başörtüsüyle girmeye başlayınca kıyamet kopmuştu. Fakültede Neda Armaner ve Bahriye Üçok gibi değişime ve özgürlüklere yabancı öğretim üyeleri, Hatice Babacan’a baskı uygulamışlar, o da onlara direnmişti. O günlerde gazeteler bu olayı manşetlere taşıyınca öğretim üyeleri okul kapısına bir ambülans getirterek Hatice Babacan’ı hastaneye götürüp deli raporu aldırmaya çalışmak gibi utanç verici bir tezgah planlama cüretinde bile bulunmuşlardı. Şimdi o günleri hatırlamak bile utanç verici, ama Türkiye bunlar yaşadı...
Türkiye özgürlükler konusunda böylesine zor günlerin yaşandığı dönemlerden geliyor. Bu açıdan bakıldığında, günümüzde özgürlüklerin kıymetini en çok dindar kesimlerin bilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bugün itibariyle dindar kesimler gerçekten insan hakları ve özgürlükler konusunda acaba yeterince hassas davranıyorlar mı? Mesela bizim gibi düşünmeyen, bizimle aynı mahalle değerlerini paylaşmayan, hatta düşünsel planda bize karşı mücadele eden insanların da haklarını savunabilecek bir hoşgörüye sahip miyiz?
Açıkçası ben Şule Yüksel ve Hatice Babacan’ın hikayesinin biraz da bu açıdan okunması gerektiğinin elzem olduğu kanaatindeyim. Bu önemli, çünkü günümüzün dindarları da giderek rejim sopasıyla Şule Yüksel ve Hatice Babacan’ı hizaya getirmeye çalışanlara benzemeye başladılar. Artık dindarlar da rejimin tarifi dışına çıkan özgürlüklerden hoşlanmıyorlar. Allah’ın yarattığı her insanın kendileri kadar hakka ve özgürlüğe sahip olması gerektiğine yeterince inanmıyorlar.
En son yaşanan CHP İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu örneği, bu halin en dramatik göstergesidir. Düşünün ki günümüzün bazı dindarları, geçmişte devletin karıştığı karanlık işler konusunda Kaftancıoğlu’nun devleti hedef alan tweetleri yüzünden mahkum olmasından dolayı neredeyse mutluluk duyacaklar... Ne zamandan beri ‘derin devlet’ kutsal hale geldi Allah aşkına...