Ülkemizde hukuk sistemi tutuklu yargılanma ile ilgili üç koşul koymuş. Bunlardan biri olan ?delilleri değiştirme ihtimali´ne sahip zanlıların tutuksuz yargılanması düşünülemez. Ancak diğer iki kriter giderek sorunlu hale geliyor.
?Suçun niteliğine´ binaen hakime takdir hakkı tanınması uygulamada tutarsızlıkların önünü açıyor. Bunun nedeni hakimlerin suçla ilişkili olduğu düşünülen herkesi aynı muameleye tabi tutması. FETÖ davaları etrafında darbe ile ilişkili ilişkisiz bütün Gülen cemaati mensuplarının tutuklu yargılanması buna örnek. Kişinin olaya katkısını dikkate alan bir suç ayrımına gidilmeyerek, suçlanan kişi ile bağlantısı olabilecek herkesi işlenmiş eylemin parçası haline getiren bu yaklaşım adil yargılanma hakkını zedeliyor.
***
Üçüncü kriter olan ?kaçma ihtimali´ ise daha karmaşık bir ölçü. Her şeyden önce ideolojik anlam yüklenen bir yönü var. Suç isnadı ne olursa olsun insanların başka ülkelere kaçmasını hoş karşılamak zor. Bunun eksik bir vatanseverlik ima ettiği, ya da kaçanın suçlu olduğunu kanıtladığı düşünülür? Nitekim vatandaşlık denen şey ülkenizin hukuk sistemine uyma ?sözünü´ de içerir. Öte yandan vatandaşlık birey ile devlet arasında bir akit olduğu ölçüde, devletin de hukuka uyması ve hukuku adil uygulaması beklenir. Aksi halde vatandaşlık akdi bozulur?
Kısaca ifade etmek gerekirse, eğer ?kaçma ihtimali´ tutuklu yargılanmanın ölçütlerinden biri olarak alınacaksa, devletin ve hukuk sisteminin de adil olduğu kanaatinin yerleşmesi şarttır. Burada bir kuşku doğarsa, yargı sürecinin adil davranmayabileceğini düşünen suçsuz kişilerin yurtdışına gitme dürtülerini de doğal karşılamak, hatta hak vermek noktasına gelebiliriz. Dolayısıyla mesele Türkiye´de hukuk sisteminin ne denli adil olduğu ve adil yargılama kurallarına ne ölçüde uyulduğudur?
Şimdi önümüze son günlerin örneklerini alalım. Ahmet ve Mehmet Altan ile Nazlı Ilıcak darbeyi önceden bildikleri iddiasıyla müebbet hapse mahkum edildiler. Yani darbeyi bilmekle, istemekle ama akılla dalga geçercesine önceden uluorta söylemekle suçlandılar. Enis Berberoğlu daha önce yayınlanmış ve devlet sırrı niteliği kalmamış bir belgeyi yayınlayarak ?devlet sırrını ifşa´ ettiği için hapse mahkum oldu. Yeşil Sol Parti yöneticileri Eylem Tuncaelli ve Naci Sönmez iddianamesi ne zaman yazılacağı belli olmayan bir suçlama nedeniyle tutuklular.
Uluslararası Af Örgütü başkanı Taner Kılıç ise ByLock nedeniyle tutuklu ama Emniyet´ten ilgili rapor aylardır gelmiyor. Ailesi telefonunu bilirkişiye, AF Örgütü de AİHM´nin de referans verdiği bir uzman kuruluşa incelettiriyor ve ByLock çıkmıyor. Bu arada Mor Beyin olayı patlıyor ve 11 bin kişinin yanlışlıkla hapiste olduğu anlaşılıyor ama geçen ay mahkeme Kılıç´ın tutukluluğunun devamına hükmedebiliyor.
Bir başka örnek Osman Kavala? Hakkında istihbarat kaynaklı manipülatif haberler çıkmasına rağmen ülkesinde kaldı ve şimdi iddianamesi olmayan bir davada belirsiz bir süre için tutuklu. Medyanın ele alma biçim ve içeriğine, suçlamayı destekleyen siyasetçi söylemine bakıldığında, nihayette ortada bir suçun bulunmaması kimseyi şaşırtmayacak.
***
Bütün bunlar olurken, palavra olduğu anlaşılan iddialarla suçlanan ama iddianamesi bir türlü yazılmayan Deniz Yücel, bir yıl tutuklu kaldıktan sonra, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının olmadığını kanıtlayan bir oldu bitti ile serbest bırakıldı?
Bu uygulamalar vatandaşlık aktini yıpratıyor. Devlete ve hukuka güven azalmasının suçsuz insanları kendilerini yargıya teslim etme konusunda tereddütlü kıldığını gözardı edemeyiz. Çünkü kendileriyle ilgili adil bir yargılanma yapılmayacağından, vatandaşlık sorumluluğu içinde davrandıklarında bizzat yargı tarafından suistimal edilebileceklerinden kuşkulanabilirler.
Ergenekon yargılamasında deliller suistimal ediliyor, suçlu ağı yaratılıyordu? Bugün benzer bir durum delile ihtiyaç duyulmadan hayata geçirilebiliyor. Ortada bu durumu düzeltme, hukuku adil kılma niyeti gözükmediğine göre, vatandaşlara yasal olarak ?kaçma hakkı´ tanınması gibi bir garabete doğru mu gidiyoruz acaba?