Korona salgınında işlerin yolunda gitmediğine dair haftalardır feryad ile yükseltilen seslerin haklı olduğu belliydi, şimdi kabul edildi.
Vaka ve ölüm sayısının artması yeni bir bakış açısının gerekli olduğunu gösteriyordu, şimdi anlaşıldı. Tedbirlerin artacağı, yeni kısıtlamalar geleceği sinyali alındı ve gündelik hayatı kısıtlayacak düzenlemelerin geri döneceği belli oldu.
Oysa sokağa çıkma yasağı da normalleşme de devletin tavsiyesiydi. Şimdi rahatladık, virüse karşı dikkatli olarak yaşayalım, fikri de devletindi… Türkiye’nin yaşadığı süreç böyle planlandı ama temenni edildiği gibi gelişmedi. Hikâyenin neresinde hata yapıldı, sorusuna verilecek çok cevap vardır. Özetleyelim… Her büyük meselede olduğu gibi salgında da önemli olanın günlük zaferler değil; problemi en azından yönetilebilir seviyeye indirip, asıl başarının gerçek ve kalıcı normalleşmeyle olabileceği gerçeği ıskalandı.
Piyasaları hareketlendirmeye odaklı normalleşme ile virüse karşı sürekli ikaz politikası yarıştı; birincisi galip geldi. Bakanlık ve Bilim Kurulu bıkmadan ikaz etmeye devam etse de normalleşmemin temposu virüsle mücadeleyi bastırdı. Piyasalar hareketlendi, tatiller yapıldı, seyahatler arttı, sokaklar, AVM’ler doldu ve sonuçta vaka sayısı artmaya başladı. Vatandaşın çok büyük kısmı maske ve mesafeye riayet etmesine rağmen tablonun kötüleşmesi engellenemedi. Devlete göre suçlunun vatandaş olduğu sır değildir. Haftalardır bunu dile getiren açıklamalar duyuluyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir süredir dile getirdiği bu görüşü dün tekrarladı: “Sürecin başından beri sürekli ikazlar yaptık. Fakat ne yazık ki uyarılarımıza halkımız ciddi manada dikkat etmedi.”
Devamında ise yeni tedbir geleceğini duyurdu: “Vaka sayılarında bin 700- bin 800’lere kadar çıkışın olduğunu gördük. Mecburen şimdi tekrar işi sıkmak durumundayız. Onun için de Bilim Kurulu ve Sağlık Bakanlığı’mız bu konudaki tedbirlerini artırmak durumundadır.”
Erdoğan, hükümetin salgına karşı çok başarılı olduğu ama vatandaşın hata yaptığı kanaatini düzenli olarak savunuyor ve duyuruyor. Oysa, salgınla mücadele öncelikle vatandaşın davranışını da yönetmeyi içerir ki hükümet bu açıdan başarılı olamadı. Yaz aylarıyla birlikte insanların hayata dönmesi; tatil kredileriyle sahillere, tüketici kredileriyle sokaklara akın etmesini teşvik edildi. Çok basit bir önlem olan kademeli mesai bile düşünülemeyerek, büyük kitlelerin en yoğun saatlerde toplu taşımaya yığılması önlenemedi. En fazla bulaştırma riski olan hizmet veren grupların düzenli testlerle taranması sağlanamadı. Okul zamanı geldi geçti, plansızlıktan okullar bile açılamadı.
Görünen o ki Haziran başında hayat normale döndürülürken, Eylül ayının yüksek salgın rakamları beklenmiyordu.
Şimdi, başa değilse de ortaya dönüyoruz. Dönmeliyiz de…
Ancak, yeni tedbirler vatandaşı suçlayarak, “Biz iyiydik ama siz işi batırdınız” öfkesiyle alınacaksa işe yaramayacaktır. Tedbir denilen şeyin başarısı zaten insanları disipline sokabilmekten, onlara riski az bir hayat düzeni sunabilmekten geçer.
Bugün, insanları kalabalıklaşmaktan uzaklaştıracak ve hayatı ağır tempoda da olsa sürdürecek bir tedbir mimarisi gerekmektedir. Aşı veya tedavi bulunana kadar da alınacak tedbirler aksatmadan, popülizme sapmadan sürdürmek gerekecektir.
Sadece bizim değil, bütün dünya için çok zor bir problemle karşı karşıyayız. En az hata, en kaliteli yöntemleri herhangi bir politik kaygıyla atlamasak iyi ederiz.