Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Su Hakkı

Araştırmacı yazar Yusuf Tosun, 22 Mart Dünya Su Günü vesilesiyle anne sütü gibi ak, pak ve de hak olan Su Hakkı ile ilgili bir yazı kaleme aldı. Adı geçen yazıyı iktibas ediyoruz.

Su Hakkı

Su Metal Değildir

Son yıllarda yaşadığımız küresel iklim değişimi, beraberinde üstü küllenmiş birçok problemi de gün yüzüne çıkardı. Çünkü varlığında pek kıymetini bilmediğimiz havadan-sudan şeyler olağanüstü bir şekilde hayatımızın en önemlileri haline geldi. Bunlardan biri de hiç şüphesiz yaşam kaynağımız olan su… Su aslında öteden beri yaşamın dört temel unsurundan biriydi. Yani anâsır-ı erbaa dediğimiz ateş, hava, toprak ve su… Lakin nisyan ile malul olan insan zamanla özünden sapınca unuttu kendini de, unsurlarını da…

Bu arada köprünün altından çok sular aktı ve bıçak gelip kemiğe dayandı. Nitekim 2024 yılı iklim koşullarından en çok etkilenen, en kurak yıllardan biri oldu. Öyle ki hem dünyada hem Türkiye’de tarım ve su seviyelerinde bu etki fazlasıyla hissedildi. Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (DMÖ), Birleşmiş Milletler’in meteoroloji ajansı olarak yayımladığı “Küresel Su Kaynaklarının Durumu” başlıklı raporuna göre 2023, son 33 yılın en kurak yılıydı ve 2024 yılında son 53 yılın en sıcak yazı yaşandı. Rapora göre 3,6 milyar insan yılda en az bir ay suya yetersiz erişim riski taşıyor ve bu sayının 2050’de 5 milyara ulaşması bekleniyor. Raporda ayrıca, Türkiye’de İç Anadolu, Karadeniz, Marmara ve Akdeniz bölgelerinde bazı nehirlerin akış debisinin normalin altına indiği de belirtildi. (1)

Bütün bu veriler de bize gösteriyor ki her geçen gün suyumuz kurumakta ve bireyin suya erişim hakkı da buharlaşıp yok olmaktadır. Bugün dünyada milyonlarca insan suya erişim hakkından mahrum durumdadır. Her gün binlerce insan suyun neden olduğu hastalıklardan hayatını yitirmektedir. 

 

 

Raporlar açık bir şekilde bu durumu gözler önüne seriyor aslında: Mesela her yıl 3,5 milyondan fazla insan -ki bunun neredeyse yarısı çocuklardan oluşuyor- ishal, tifo, kolera ve dizanteri gibi su ile ilgili hastalıklar nedeniyle yaşamını yitiriyor. Aynı şekilde 1 milyardan fazla kişi hâlâ tuvalet ihtiyacını açık alanlarda gideriyor ve yaklaşık 2,5 milyar insan hıfzıssıhha hizmetlerinden mahrum yaşıyor. Bu gidişle önümüzdeki yıllarda dünya nüfusunun neredeyse yüzde 70’i hıfzıssıhha hizmetlerinden mahrum olacak gibi gözüküyor. Bu rakam ve istatistikler her geçen gün artıyor.

Görüldüğü üzere küresel su talebi her geçen gün artarak alarm veriyor. Bu duruma en büyük etken ise sanayileşme, küresel nüfus artışı ve daha çok su tüketim kültürü hiç şüphesiz. Buna karşın tatlı su kaynaklarının sınırlı ve yeryüzüne nüfusla doğru orantılı olarak dağılmamış olması en büyük sorun olarak gözüküyor. Son yıllarda yağış rejiminin değişmiş olması, sorunu daha da karmaşık hale getiriyor. Öyle ki dünya nüfusunun üçte biri su yetersizliğinin yüzde 50’yi geçtiği havzalarda yaşamını sürdürüyor. Bu gidişle küresel kuraklıkla birlikte su kıtlığı da insanlık için ciddi krizlere gebe gözüküyor. Küresel ölçekte buna dönük tedbirler ise yeterli düzeyde alınabilmiş değil maalesef.

Hal böyle olunca canlı yaşamı için hayati öneme sahip olan su, son dönemlerde daha çok gündeme gelmeye başladı ve neredeyse her gün basında yer aldı. Hep sınırsız olacağı öngörüsüyle bol bol tüketilen, tahrip edilen, kirletilen su kaynakları alarm vermeye başladı. Bu zaman zarfında suya yapılan müdahaleler, yanlış yönlendirmeler ve kifayetsiz yönetmeler neticesinde ise tatlı su kaynakları kullanılamaz hale gelip yetersizleşti.

Bu arada bazı küresel sermaye grupları da bunu bir fırsata çevirme peşine düştü. Bunun yansıması olarak yukarıdaki raporlarda da net bir şekilde ifade edildiği gibi dünyada milyonlarca insan su hakkından mahrum olmaya başladı. 

Tabii bu hal sadece suda değil diğer kaynaklarda da acımazsız bir hal aldı. İşin doğrusu 21’inci yüzyılla birlikte her şeye ‘madde’ ve pazarlanabilir değeri olan bir ‘meta’ olarak bakmaya başladı küresel sermaye güçleri. Aynı güçler suyu da 1992 yılında yapılan Dublin Konferansı’nda alınan karar gereğince; ‘ekonomik değeri olan bir mal’ sınıfına koyarak bir bakıma bireyin ‘su hakkı’nı da metalaştırmış oldu. 

Zaman içerisinde su ve su hizmetinin özelleşmesi ile birlikte bireyin temel hakkı olan su hakkı böylece rafa kaldırılmış oldu. Bunun neticesinde ise dünyada suyu kontrol eden büyük sermaye grupları ortaya çıktı. Örneğin Suez, Veolia ve Saur gibi kuruluşlar dünya özel su piyasasının neredeyse yüzde 70’ini kontrolü altında tutuyor. 

Yine sermaye babaları ancak bu özelleştirme şartlarını kabul eden ve uygulayan ülkelere kredi sağlama taahhüdünde bulundular/bulunuyorlar. 

Tabii bütün bu özelleştirme ve suyun pazarlanabilir bir meta haline gelmesinde amaç; sözde suyun kötü yönetiminin ve dolayısıyla kuraklığın önüne geçmek olarak ifade ediliyor. Aslında görünmeyen gizli bir savaşım var. Yani sanal su savaşları… Bu konuyu başka bir yazımızda genişçe ele almıştık.  

İşin doğrusu son zamanlarda görünür hale gelen ‘Su Ayak İzi’ ve ‘Karbon Ayak İzi’ ile ilgili protokollere, anlaşmalara, yayınlara biraz da bu gözle bakmakta fayda var. Öngörümüz odur ki küresel bir su tezgâhı ile karşı karşıyayız.   

 

Su İnsani Bir Haktır

1948 İnsan Hakları Bildirgesi’nde “su hakkı” ile ilgili herhangi bir madde yoktur. Muhtemelen su kaynaklarının sınırsız olduğu varsayılarak günün birinde temiz suyun biteceği düşünülmüyordu (!). Öyle ya, yüzyılılardır insanlığın bol bol tükettiği temiz su bitmemişti şimdiye kadar. Bundan sonra da böyle devam edecekti herhalde…

Ancak ‘Temel Su İhtiyaç’ kavramı ilk defa 1977 yılında Arjantin’in Mar del Plata kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Su Konferansı’nda gündeme alınabildi. Su hakkına temel teşkil edebilecek esas belge ise 2002 yılında Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi tarafından yayımlandı. İşin doğrusu bu da zımnen yapılan bir tanımlamadır.

Su yaşam hakkının kullanılması temel bir hak olarak ancak Birleşmiş Milletler’in 28 Temmuz 2010 tarihli Genel Kurulu’nda gündem olup oy çoğunluğu ile benimsenebildi. Oysa insanın yaratılışından bu yana su, yaratıcının yaşam için insana bahşettiği temel bir haktır. 

Birleşmiş Milletler Kurulu’nda suyun temel bir hak olarak benimsenmesi, herkese eşit miktarda su hakkının verildiği anlamı taşımıyor hiç şüphesiz. Ya da dünyada su krizinin sona erdiği anlamına gelmiyor bu karar. Yukarıda da ifade edildiği gibi hâlâ binlerce insan su erişim hakkından mahrum. Ama en önemlisi, yetkililerin su yönetimindeki paradoksun ayırdına yeterince varamamış olması. 

Su hakkını savunan hümanist Batı zihni, olayı kapitalist bir dünya ve pozitivist bakış açısıyla ele aldığı içindir ki bu paradoksu aşamıyor. Mesela su hakkı savunucularından Maude Barlov; “su hakkı”nı tanımlarken der ki; “Su hakkı, suyun herkes için bedava olması ve isteyen herkesin suyu istediği amaçla kullanması demek değildir; su hakkı, kişisel ve ev içi kullanım amacıyla herkes için temiz, erişilebilir içme suyunu garanti eder. Suyun bir insan hakkı olması, halklarına su ve hıfzıssıhha hizmeti sağlar ve su kaynaklarına zarar verilmesini önleme yükümlülüğünü hükümetlerin üzerine yükler”. (2) Buraya kadar bir sıkıntı yok ama devamında aynen şu cümleyi kullanır: “…suyun bir insan hakkı olması suyu bir hayır işi olmaktan çıkararak bir adalet meselesi haline getirir.” 

Suyu bir hayır olmaktan çıkarmak” ne anlama geliyor? Hangi zihin dünyası ona bu cümleleri fısıldıyor dersiniz (ki Barlov su hakkı mücadelesi ile özdeşleşmiş bir isim)? Her şeye meta gözüyle bakan Batı aklı, suya da bu bakışla yaklaştığı içindir ki bu cümleler rahatlıkla zihinlerinden akıyor. O da yine Barlov’un kendi cümlelerindeki satır aralarında yer alıyor. “Her durumda eğer bu ailelerin parası olsaydı çocukları ölmezdi ve okula gidebilirdi.” Evet, insanın parası varsa yaşayabilir, değilse!… 

Peki, bu sözde haklar neyin nesi? 

Su hakkı, paradan bağımsız olarak kamu hizmeti marifetiyle sunulması gereken bireyin temel hakkıdır. Bu durum bireyin suyu sınırsız kullanacağı anlamına gelmemelidir elbette. Birey, temel ihtiyaçlarını giderecek kadar suyu tasarruflu kullanmak zorundadır. Kamu da kâr amacı gütmeden bireyin su hakkı çerçevesinde su hizmetini vermelidir. Batı zihninden farklı olarak bu hizmet aynı zamanda bir ‘hayır’ işidir. Konu aslında bu kadar basit ve de yalındır. Lakin sermaye babalarının işine gelmiyor bu yalın hal! Bütün sorun da burada düğümleniyor aslında.

Buna rağmen son yıllarda bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de su fiyatlarında yaşanan fahiş artışlar, ekonomik darboğazın üstüne tuz-biber olmuştur adeta. Özellikle de büyük şehirlerde bu durum daha çok göze çarpmaktadır.

Su faturalarındaki yüksek rakamlarla birlikte serbest piyasada da su, maliyetinin çok üzerinde fahiş fiyatlarla satılmaktadır. Bu bir insan hakkı ihlalidir aslında. Bu nedenle söz konusu su fiyatlarının denetlenmesi ve bu konuda yasal bir düzenlemenin yapılması şarttır.  

Yine İngiltere’nin Galler bölgesinde, Fransa’da, İspanya’da, Şili’de, Nijerya’da, ABD’de suyun özelleştirilme deneyimleri de göstermiştir ki; suyun salt ticari bir mantıkla mal olarak pazarlanması ve yönetilmesi insan hakkı ihlalidir. Bu uygulamalar neticesinde yığınlarca aile-insan su hakkından mahrum olduğu gibi uzun vadede su kaynakları yönetimi de başarısız olmuştur. Birçok bölgede halkın da desteğiyle bu uygulamalardan vazgeçilmek zorunda kalınmıştır. 

Bu tecrübeler de bize gösteriyor ki suyun ticarileşmesi, yüksek fiyatlardan satılması açıkça bir insan hakkı gaspıdır ve buna dur demek gerekir. Bu nedenle de öncelikle su hakkının yerini bulması için suyun ve su yönetiminin küresel su güçlerinin elinden kurtarılması büyük bir önem arz ediyor. Özellikle de küresel ölçekte su ayak izi ve karbon ayak izi gibi rafine yöntemlerle yaklaşmakta olan tehlikenin boyutları sanıldığından daha büyük gözüküyor. Yerelde ise kendi insani değerlerimiz çerçevesinde su hakkının ikame edilmesi şarttır. Su fiyatı esaslarına insani hak çerçevesinde yeni bir düzenleme yapılmalıdır. 

Kaldı ki su hakkı sadece suyu kapsamamaktadır. Su hakkı, aynı zamanda suya bağlı ‘yaşam hakkı’, ‘sağlık hakkı’, ‘çevre hakkı’, ‘barış hakkı’ ve ‘eğitim hakkı’ gibi temel hakları da barındırmaktadır. Bu konuların da ayrıca irdelenmesi gerekir. (3) Çünkü su sadece sudan ibaret olmayıp yaşamın olduğu bütün alanları ilgilendirmektedir. 

Kısacası anne sütü gibi olan su, bir meta değildir. Yaşamın kaynağı olan su, insanlığın ortak mirasıdır, bireyin temel insani hakkıdır. Bu insani hak, kamu marifetiyle kâr amaçlı olarak fahiş fiyatlarla satılamaz. Ancak asgari maliyet bedeli tahsil edilebilir. Her birey-devlet-sistem, onu insani haklar bilinci ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde korumakla mükelleftir. (4)



Kaynaklar:

1- https://www.karar.com/guncel-haberler/bmden-felakete-hazir-olun-uyarisi-suya-erisim-luks-olacak-1898876

2- Su Hakkı, Maude Barlov, Yeni İnsan Yay., s.17.

3- Küresel Kamusal Mallar ve Su Hakkı, Zülküf Ayrangöl, s.120.

4- Dünden Yarına Su, Yusuf Tosun, Çıra Yayınları.

 

Kaynak: perspektif.online



Anahtar Kelimeler: Hakkı

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER