Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Şu düğün meselesi

İsmail Kılıçarslan, üniversite öğrencilerinin basit bir şekilde evlenme isteğinin karşısına dikilen muhafazakar aile etkisi ve bu tür bir evliliği engelleyecek olan sınıf farkının ileri sürülmesi hadisesine dikkat çekiyor.

Şu düğün meselesi

Üniversiteye girdikleri ilk gün gördüler birbirlerini. Mahmut, kısa zamanda aşık oldu. Aslı’nınki biraz daha uzun sürdü. İşin esasına bakarsanız, üçüncü ayda bütün şartlar olgunlaşmış, evlenmek için önlerinde herhangi bir engel kalmamıştı. Birbirlerinde huzur bulduklarını, dahası birbirlerini tamam ettiklerini ta kalpten, en derinden hissediyorlardı. Tabii, küçük, küçücük bir sorun vardı. İkisi de öğrenciydi ve her nedense evlenemezlerdi. Yaşadıkları ülkede evlenmek için okulu bitirme şartı vardı zira. Bu, karşılarına çıkan ilk şarttı.

Bir ağabeylerinin bir bilene sorması sonucu imam nikahı yapmaya karar verdiler ilk sınıfın sömestrinde. Aslı, “annem bilmeden olmaz” deyince babasından gizleyerek annesinin iznini aldılar. Mahmut ise bütün aileye verdi haberi. Böylelikle annesi “mühendis çıkacak” oğluna kız bakma zahmetinden kurtulmuş oldu. Gerçi bu, Müyesser teyze için bir zahmet miydi, ondan pek de emin değilim. Hatta diyebilirim ki “mühendis çıkacak oğlu için kız bakmak” onun için gayet hayati bir işti.

Üçüncü sınıfın sonunda Mahmut’un ailesi Çankırı’dan kalkıp Samsun’a gitti. Sanki hiç kimsenin hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi yapıldı. “Allah’ın emri peygamberin kavli” denildi. “Çocuklar okulu bitirince nasılsa mesleklerini ellerine alacaklar, gelecek yaz yapalım düğünü” cümlesinde anlaşıldı. Bir imam nikahının mahremiyet açısından iyi olacağına kanaat getirildi. Mahallenin meseleden gizlice haberdar edilmiş güler yüzlü tonton imamı tecdid-i nikah eyledi çocuklara. “Allah mübarek etsin” cümleleri arasında dünür olundu.

Mahmut ile Aslı birbirlerine o denli aşıklar, birbirlerine o denli hürmet ediyorlardı ki Mahmut’un Mahmut olan adını Kerem diye değiştirsek yeriydi hani.

Dördüncü sınıfın ilk sömestrinde hem Samsun’da hem Çankırı’da rotatifler işlemeye, planlar yapılmaya başlandı. Mahmut çok parlak bir öğrenci olduğu için zaten okulu bitirir bitirmez okuduğu şehirdeki bir inşaat firmasında hiç de fena olmayan bir maaşla işe başlayacaktı. O zaten cepteydi. O zaten cepte olunca, okulun bittiği yazın Eylül’ünde düğün cemiyetinin kurulması muvafık olacaktı. Aslı da akıllı kızdı. O da hemen bir işe girerdi.

Samsun’da da benzer planlar yapıldı. Eylül ayı için mutabık kalındı. Önce Samsun’da kız kınası yapılacak, ertesi gün gelin alınıp Çankırı’ya gidilecek, düğün orada olacak, ardından çocuklar balayına gidecek… “Bi dakika” dedi Aslı, “biz balayına falan gitmek istemiyoruz ki. Aslında biz Bursa’da basit bir nikah yapar geçeriz diye düşündük.”

İlk sökük buradan başladı işte. Samsun’da, Aslı’nın evinde kıyamet koptu. Ne demek balayı istenmemesi, ne demek basit bir nikah? Dost var düşman vardı. Arkamızdan ne derlerdi? Pırıl pırıl genç kız evlendiriyorlardı. Öyle dul gibi, tövbe estağfurullahtı.

Aynı kıyametin benzeri Çankırı’da, Mahmut’un evinde de koptu. Müyesser Teyze “ne demekmiş o öyle sade nikah falan. Bir de Bursa’da. Benim mühendis oğlum evlenecek de ben burada, evimin önünde bir davul dövdürüp camide bir mevlit okutmayacağım öyle mi?” diye bayılmaya durdu.

Her iki ailenin de birbirini görgüsüzlükle suçladığı birkaç zalım günün ardından kaynanalar bütün bu mazarratın çocukların başının altından çıktığı fikrinde uzlaşarak onları devre dışı bırakmaya karar verdiler. Buluşulacak, konuşulacak, düğünü de, ev eşyalarını da, davulu da, zurnayı da planlayacaklardı. Başka türlüsünün imkanı yoktu. Eşimiz dostumuz vardı yani. Öyle yangından mal kaçırır gibi nikahla falan zinhar olmazdı. Ama dünürüm, senin kızı da anlamadım ben yani idi. Ne demekti “şöyle yetecek kadar birkaç parça eşya alırız, ardından paramız oldukça tamamlarız”; ne demekti “balayı malayı istemiyoruz” lafları? Ah dünürüm çok haklısındı. Şimdiki zamanın çocukları böyleydi. Canım canım kanaviçeleri, fistolu yatak örtülerini gördü de “ne yapayım anne ben bunları, saklamak dışında bir şey yapılabilir mi bunlarla?” dediydi. Zordu Müyesser Hanım zordu. Şimdiki çocukları anlamak vallahi pek zordu. Ah kardeşim, ya benim oğlana ne demeliydi? Yok desinler diye yapa yapa gençlerin evlenmesini zorlaştırmışlar da, yok tek taş almak yerine Aslı ile Afrika’ya uçak bileti alacaklarmış da, yok orada yetim çocuklar varmış da… O ayrı o ayrı. Yine git Afrika’ya, kolundan tutan mı var?

İşte tam olarak böyle oldu. Aslı da Mahmut da kendi düğünlerinin figüranı olarak, tamamen kendilerinin dışında gelişen bir organizasyonun mağduru haline geldiler böylece. Samsun’du, Çankırı’ydı, Bursa’ydı derken haşatları çıkmış ve nedense omuzlarında 150 bin liralık bir borç bulmuş olarak Antalya’ya balayına gittiler.

Mutluydular mutlu olmasına elbette ama niçin durduk yerde bu kadar yorulduklarını ve niçin durduk yerde onca borca battıklarını ikisi de anlamamıştı.

Balayından dönüş yolunda Aslı “çok güzel oldu düğünümüz de evimiz de. Eşyalar da içime sindi benim hem” deyiverdi.

Mahmut, uzanıp elini tuttu Aslı’nın. “Sen yine de oğlun kızın olursa öyle yapma olur mu?” dedi. Aslı, şakaya vurdu işi “niye? Benim evladımın kimden ne eksiği var da yapmıyormuşum? Davullu zurnalı düğün isterim ben de.”

Mahmut, gülümsedi ister istemez. O büyük, devasa sırrı çözmüş olmanın üzüntüsünü gizlemek içindi belki de o gülümseme.

 

“Gelin bilkent’te iç mimari, baba koç’ta genel köle”

“Desinler” diye yaşamak, belki de yaşamakların en berbatı. Şundandır şöylece ki, “ne derler?” diye yaşamanın belli oranda anlaşılabilir bir tarafı vardır. Utanma belası, geri kalmama dürtüsü, mahcup düşmeme… Yine de anlaşılabilir değildir, yine de aklımıza da gönlümüze de sığdırmayalım tabii ama bir parça ihtiyatla yaklaşabiliriz yine de “ne derler?” diye yaşamaya. Az gelişmişliktir, tamam. Fakat günün sonunda “ne yapaydı yahu?” diyerek küçük bir anlayış kırıntısı koyabiliriz ortaya.

“Desinler” öyle değildir. “Desinler” saf barbarlıktır, yıkıcılıktır. “Desinler” diye yaşamanın sonu en nihayet hakkınızda insanların “ne alçak herifti, ne berbat kadındı” cümlesinde uzlaşması, ittifak etmesidir.

Tamam. “Kalenderane, Çelebimeşrep yaşamak” artık bu çağın insanına göre değil. Bunu anlıyoruz. Nispet yapınca rahatlayan, birini ezince huzur bulan bir insanlık dönemine denk geldik. İçinden çıkabileceğimiz bir sarmal değil bu. Bunu da anlıyoruz. Fakat hiç olmazsa “bir güzellik” edenler çoğalsa da yüreğimiz bunca incinmese.

Daha geçenlerde sevdiği kızla evlenebilmesinin hiçbir zemininin olmadığını, olamayacağını çünkü aradaki “sınıfsal fark”ın buna doğal olarak engel olduğunu dinledim uzun uzun yüreği incinmiş bir delikanlıdan. Üstelik bunu kızın ailesi falan değil, bizatihi kız ifade ediyormuş. Sevmenin, sevivermenin hiçbir şeyi çözmeyeceğini, evliliğin net şekilde “sınıfsal bir hadise” olduğunu düşünüyormuş. Alışkanlıklarını devam ettirmek istiyormuş ve delikanlının bu alışkanlıklarını devam ettirecek parası olmadığını da biliyormuş.

“Severek ayrılalım klişesi” neredeyse. Sevmenin karın doyurmayacağına dair o en eski berbat kalıp.

Oysa bizim yolumuz bellidir. Ne diyordu türkü: “Elim elinde olsun kapı kapı dilenek.” Sevmeyi karnımızı değil, gönlümüzü doyurmak için seçeriz. İnsansın ve akşam çünkü. İnsansın günün en sonunda. Oturup alışkanlıklarına sarılmanın hiçbir şeye yetmeyeceğini anladığında, mutsuzlukla dolu bir çukurun dibinde buluyorsun kendini çünkü. Çünkü böyle.

 

Niçin bunca zor böyle yaşamak?

Geçenlerde adı bende mahfuz, önemli biri “evli üniversite öğrencileri için apart yurt fikri kulağa nasıl geliyor?” diye sorunca aydınlandım.

İki üniversite öğrencisi sevgilinin aynı evde yaşamasını duraksamaksızın “ne var ki bunda canım?” diye karşılayacak o modern(!) insanların bu fikir karşısında dehşete kapılacağına hiç şüphem yok. Ona şüphem yok da ya dindar/muhafazakar anne-babaların böyle bir fikre göstereceği tepki ne olur sizce? Aynı dehşetin benzerine kapılmazlar mı?

Burslu yurt, yemek bursu, bir de öğrenci kredisi ile iki insan pekala hem üniversite okuyup hem de evli olabilir. İşte resimdeki gibi bir evleri olabilir çocukların. Böyle bir düzlemi “mümkün ihtimallerin en sonuncusu” olarak görmemize sebep ne?

Belki de alıştığımız ezberlerdir. “Okulunu bitirip ekmeğini eline almak” isimli bir put var malum Türkiye’de. Bütün çocukların istisnasız üniversite okumak istemesi de bundan, üniversite okurken evli olmak fikrini dehşet verici bulma fikri de bundan.

Biraz da sanırım anne/babaların ezberlerini bozmaları çok zor. Kendi yaşadıkları zorlukları çocukları yaşamasın diye bu kez de çocukları hiç olmayacak zorlukların içine atıyorlar. Tesisatçı olarak çok mutlu ve başarılı bir hayatı olacak çocuklarını KPSS’de zebil ederek yapıyorlar bazen bunu; bazen de “davul bile dengi dengine” deyip onları mutsuzluğun kuyusuna iterek.



Anahtar Kelimeler: düğün meselesi

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER