Dönemin İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, 2 Haziran 2011 Perşembe günü Kudüs’teki ofisinde Paris’ten gelen özel bir konuğu ağırlamıştı. İki tarafın da heyecan duyduğu bu görüşme 90 dakika sürmüş, sonrasında herhangi bir resmî açıklama yapılmamıştı. Ta ki Fransız konuk dilini tutamayıp, AFP ajansına şu cümleleri fısıldayana kadar: “Netanyahu’ya, Libya’da tesis edilecek olan yeni yönetimin, dünyadaki bütün demokratik ülkelerle temas kuracağını söyledim. Buna İsrail de dâhil. Müstakbel rejim hem Filistinliler için adaletin sağlanmasını hem de İsrail’in güvenliğini önemseyecek.” Arap Baharı adı verilen bölgesel türbülansın Libya’ya çoktan uğradığı o fırtınalı günlerde, haliyle bu açıklama büyük tartışma yarattı. Teyit için başvurulan Netanyahu’nun basın bürosu, “Başbakan, entelektüellerle sohbeti çok sever” demekle yetindi.
Benyamin Netanyahu’nun çok sevdiği bu “entelektüel”, uluslararası camiada kendisini “filozof” unvanıyla tanıtan Bernard-Henri Levy idi. 1948’de Seferad Yahudisi bir ailenin oğlu olarak Cezayir’de dünyaya gelen Levy, hayatı boyunca hep macera peşinde koşmuş, bu sırada imza attığı skandallarla kekre bir şöhrete kavuşmuştu. Bangladeş’ten Gürcistan’a, Kuzey Irak’tan Afganistan’a bütün çatışma sahalarında boy göstermiş, kitaplar yazmış, “ezilenlere” destek verdiğini iddia ettiği kampanyalar düzenlemişti. Ancak esas olarak yaptığı şey, söz konusu coğrafyalarda Batılı güçlerin işgalini meşrulaştırmak için “entelektüel altyapı” hazırlamaya çalışmaktan ibaretti. Fransa cumhurbaşkanları Jacques Chirac ve Nicolas Sarkozy ile derin dostluğu bulunan Levy, gittiği ülkelerde onlar adına sözler veriyor, yardım vaatleriyle lobicilik yapıyordu.
Fransız ve dünya kamuoyundan “Bu adam kim? Hiçbir resmî sıfatı olmadan, bunca teması nasıl ve niçin yürütüyor?” soruları yükseledursun, Levy, Yahudiliğinin sağladığı bağlantılarla, gemisini yürütmeyi sürdürüyordu. 2010’da yazdığı bir kitapta, “meşhur Fransız filozof” diyerek kendisinden bolca alıntı yaptığı Jean-Baptiste Botul’un hayal ürünü uydurma bir karakter olduğunun ortaya çıkması bile, rezil olmasına yetmemişti mesela. 1997’de yönetmenliğini yaptığı bir dizi “yılın en kötüsü” seçilmiş, 2005’te Amerika izlenimlerini anlattığı kitap New York Times’ın kitap ekinde manşetten yerin dibine batırılmıştı. “Filozof” sıfatıyla pazarlanmasına rağmen, nasıl bir felsefeye sahip olduğu ve felsefe sahasına ne kattığı da meçhuldü.
2011’de Libya’da halk ayaklanması başladığında, maceraperest bir megaloman olarak Bernard-Henri Levy soluğu Muammer Kaddafi’nin ülkesinde aldı. O günlerde Libya’dan gelen fotoğraflar arasında en çok gördüğümüz karelerde, hep bu siyah takım elbiseli, beyaz gömlekli, kabarık saçlı adamın karanlık yüzü vardı. Kaddafi muhalifleriyle saf tutuyor, onları “zalim rejim”e karşı ayaklanmalarında teşvik ediyor, en önemlisi de “Nicolas Sarkozy’nin özel temsilcisi” sıfatıyla Fransa’nın mutlak desteğini sunuyordu. İşte, Kudüs’te Netanyahu’yla yaptığı görüşmede muhatabına ilettiği “mesaj” da Libya sahnesinden kendince çıkardığı neticeydi. İsrail konusunda hayal dünyasında yaşasa bile, Fransa’nın Libya’ya askerî müdahalesi için Sarkozy’yi ikna eden isimlerin başında Levy’nin geldiği artık biliniyor.
Libya’daki faaliyetlerini 2012’de “Tobruk’un Yemini” adıyla 100 dakikalık bir belgesel haline getiren Bernard-Henri Levy orada da aynı anda yapımcı, yönetmen, senarist ve aktör olarak öne çıkıyordu. Belgeseldeki “ben” vurgusu öylesine güçlüydü ki, Levy’nin takipçileri bile sunuş biçiminden rahatsızlık duymuştu.
Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesinin ardından, Bernard-Henri Levy’nin adını yine sıkça duyar olduk. Taliban muhalifi Pençşir cephesinin yanında yer alan Levy, 2001’de bir suikasta kurban giden Ahmed Şah Mesud’la olan dostluğunu, şimdilerde Mesud’un oğlu ve veliahtı Ahmed Mesud’la devam ettiriyor. Fransız devlet kademelerine takdimden Ahmed Şah Mesud adına Paris’te yürüyüş yolu açılışlarına, 32 yaşındaki genç adamın Avrupa mahfillerinde parlatılması projesini de yine Levy üstlenmiş görünüyor. Batı basınında, “Mücahitler Taliban’a karşı harekete geçmeye hazır” başlıklarını görmeye başladık bile.
Ne idüğü belirsiz tiplerin coğrafyamızda cirit atmasına aşinayız. Onların kendi ajandaları çerçevesinde her deliğe burunlarını sokmalarına ve kendi menfaatleri için bizden birilerini bayraklaştırmalarına da. Ancak keşke, geçmişin tatsız tecrübelerinden ders almış olsak...