Sözcü gazetesi de FETÖ´cülükle suçlanınca

Sedat ERGİN

Sözcü gazetesi de FETÖ´cülükle suçlanınca

İSTANBUL Cumhuriyet Başsavcılığı´nın Sözcü gazetesinin yöneticileri Metin Yılmaz, Mustafa Çetin, Yücel Arı ile yazarları Emin Çölaşan ve Necati Doğru´yu hakkında FETÖ´yü desteklemekle suçlayan bir iddianame hazırlamasının yankıları kolay kolay geçeceğe benzemiyor.

Bu soruşturmanın kayda değer bir sonucu, önümüzdeki dönemde sanık durumundaki meslektaşlarımızın yargılanma sürecine paralel bir şekilde, Türkiye´de FETÖ´ye karşı yürütülen mücadelenin inandırıcılığı konusunda canlı bir tartışmayı kamuoyunun gözünde canlı tutacak olmasıdır.

*

Son zamanlarda FETÖ ile özdeşleşmiş bazı önemli şahsiyetlerin birbiri ardına adli süreçlerde aklandıkları bir sırada bu örgüt karşısında mücadeleleriyle temayüz etmiş gazetecilerin FETÖ´cülükle suçlanması yargı cephesinde ayrımcı bir uygulamanın varlığına da işaret ediyor.

Bu çelişkiyi Sözcü gazetesi iddianamesinde görmek mümkün. Örneğin, Zaman gazetesinden örgütün ?resmi yayın organı? şeklinde söz ediliyor metinde. Sözcü´ye getirilen suçlamalardan biri, 17-25 Aralık soruşturmalarıyla ilgili haberlerin sunuş şeklinin örgütle bağı olan gazetelerle ?birebir örtüşmesidir?. Zaman gazetesi ?sunuşun örtüşmesi´ delaletiyle başka gazeteleri suçlamakta bir referans olarak kullanılırken, bu gazetenin en üst düzeyde yönetiminden sorumlu şahsiyetler için takipsizlik verilmesi başka nasıl izah edilebilir?

*

Bir köşe yazısının sınırları içine toplam 61 sayfa tutan bu iddianamenin detaylı bir analizini sığdırabilecek durumda değiliz. Ancak genel bir gözlem olarak şunu belirtebiliriz. Özellikle 17-25 Aralık 2013 sonrasında ortalığa yayılan muhtelif soruşturma dosyalarının içeriklerinin (ayakkabı kutuları gibi) bu gazete tarafından haberleştirilmesi ve köşe yazılarına konu edilmiş olması iddianamedeki ana suçlama eksenini oluşturuyor.

Bu içeriğin çoğu o günlerde muhalefet partileri tarafından sıkça seslendirilmiş, basında yazılmış, sosyal medyada yaygın bir şekilde paylaşılarak, kamuoyunda tartışılmış ve sonuçta o dönem itibarıyla ülkenin bir numaralı gündem maddesi olmuştur.

*

Bu iddianameyi değerlendirirken, öncelikle şu noktanın altını çizmemiz gerekiyor. İddianamede Sözcü yöneticileri ve yazarlarına ?Silahlı Terör Örgütü İçindeki Hiyerarşik Yapıya Dahil Olmamakla Birlikte Örgüte Bilerek-İsteyerek Yardım Etmek? suçlaması yöneltiliyor.

Savcılık makamı, bunu yaparken 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu´nun ?Örgüt içinde hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi örgüt üyesi olarak cezalandırılır? şeklindeki 220´nci maddesinin 7´nci fıkrasından hareket ediyor. Bu çerçevede önce TCK´nın 314´üncü maddesi 2´nci fıkrası uyarınca 5 yıldan 10 yıla hapis cezası, daha sonra Terörle Mücadele Kanunu 5´inci maddesi üzerinden bunun ?yarıya kadar arttırılması´ talep ediliyor.

 

Sorunlardan biri bu noktada karşımıza çıkıyor. Çünkü bu yayınların yapıldığı tarihte Gülenciyapı yargı tarafından terör örgütü olarak nitelendirilmiş değildir. Gülenciler hakkında birinci derece bir mahkemede ?terör örgütü´ kimliğine hükmedilmesi 2016 yılıdır. Bu, Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi´nin 16 Haziran 2016 tarihli kararıdır. Yargıtay 16´ncı Ceza Dairesi´nin bir başka dosyada FETÖ/PDY´yi ?terör örgütü´ olarak kayda geçiren kararı da 18 Temmuz 2017 tarihlidir.

*

Hukukunun evrensel bir ilkesi ?suçun geriye yürümezliği?dir. Anayasa´nın 38´inci maddesi de çok açık bir ifadeyle ?Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz? hükmünü taşıyor. Dolayısıyla, 2014 ve 2015´te yayımlanan yazılar için 2017 yılında şekillenen bir Yargıtay içtihadının çizdiği çerçevenin esas alınması hukuken sorunludur. Gazeteciler, o tarihte bir terör örgütünün varlığından haberdar değildi.

Kaldı ki, bazı önemli AK Parti şahsiyetlerinin ?Gülenciler´in bir terör örgütü olduğuna kanaat getirip nedamet getirmeleri de FETÖ/PDY´nin 251 vatandaşımızın ölümüne yol açtığı kanlı 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla kimi AK Parti şahsiyetlerine gösterilen hoşgörünün Sözcü´den esirgenmesi adil görünmüyor.

Sözcü iddianamesi, her bakımdan FETÖ ile mücadeleye zarar verme potansiyelini taşıyor. Burada kaygı yaratan bir durum, FETÖ gibi 15 Temmuz´da Türkiye´nin varlığına kastetmiş bir kriminal örgütle mücadelenin bir ulusal mutabakat üzerinden yürütülmesi ihtiyacının üzerine gölge düşmesidir.