Koronavirüs döneminin en kritik siyasi gelişmesi Soylu’nun istifa kriziydi.
Sokağa çıkma yasağının bir kaosa dönmesi doğal olarak faturayı Soylu’a çıkarmış, Bilim Kurulu ve muhtemelen Sağlık Bakanı tarafından da tepkiyle karşılanmış, dahası İçişleri Bakanı’nın AK Parti içindeki muhaliflerini hareket geçirmişti. Cumhurbaşkanının olumlu gelişmeleri sahiplenmesi, olumsuzların sorumluluğunu başkalarına havale etmesi adetini bunlara eklemek gerekir.
Soylu’yu istifaya götüren koşullar muhtemelen bu unsurlardan oluşuyordu.
Soylu’nun motivasyonunu tam olarak bilemeyiz. Ancak çıkışını hangi güdüyle ve nasıl tasarlanmış olursa olsun, sonuç olarak, çıkışı hızla bir hamle görüntüsünü almıştır. Bakanın muarızlarına meydan okuma, amirini zorlama, bu çerçevede güç ve güven tazeleme girişimine dönüşmüştür.
Şunu hemen herkes teslim edecektir: Başka bir dönem ya da başka bir bakan olsa, bu hikaye böyle sona ermez, Soylu’nun canı yanardı.
Böyle olmadı.
Neden?
Krizin anlamı bu basit soruda gizlidir.
Soylu’yla başlayalım.
Soylu nasıl bir siyasetçi? Yeni anayasal-siyasal düzende bakanlar, tayin ve görevden alınma mekanizmaları da dahil olmak üzere, bakan olma ile bürokrat olma arası bir konumda bulunuyorlar. Buna Çavuşoğlu da dahil, Akar da. Soylu ise farklı bir konumda. Adeta parlamenter dönemin bir bakanı gibi hareket ediyor. Sokak siyaseti yapıyor, kitlelere konuşuyor, iktidar adına özgüvenli çıkışlarda bulunuyor. Bunlar arasında Cumhurbaşkanının haz etmediği tarz onu ikame eden, ona muadil olma havası verenleri de var.
Bu nasıl olabiliyor ya da bu farklılığı sağlayan nedir?
Bu sorulara en iyi yanıtı Soylu’nun hükümetler içindeki konumu ve siyasi ittifaklardaki işlevi verecektir.
Soylu, Ağustos 2016’tan bu yana, yaklaşık 4 yıldır içişleri bakanı. Darbe girişimi sonrası bu dönem, iktidarın siyaset paradigmasının değiştiği, olağanüstü rejimin hüküm sürdüğü, devletin bu istikamette yeniden yapılandığı, anti-Kürt siyasetin sistem ortak paydası haline geldiği bir kesite işaret eder. Soylu bu kesitin uygulamacı mimarlarından ve kamu yüzlerinden birisi oldu.
Kamuoyu araştırmaları AK Parti seçmeninde bu tabloya uygun bir hassasiyet oluştuğu (AK Parti seçmenin 2/3’den fazlasının ikinci parti olarak MHP’yi tercih eder hale geldiler) dikkate alınırsa, Soylu’nun hükümteki konumunun bu çerçevede ona siyasi güç olarak da yol aldırmış olduğu söylenebilir.
Soylu’nun siyasi ittifaklardaki işlevine gelince…
Malum, 15 Temmuz sonrası Türkiye AK Parti, MHP ve devlet aktörleri ittifakı tarafından yönetiliyor. Üçlüyü birleştiren ana unsur güvenlikçi bir milliyetçilik. Bunun somut uygulama alanı Kürt meselesi, anti-Kürt tutum. Bu ittifakın MHP gibi kimi unsurları somut ve aktif olarak işin içinde, kimi aktörleri askeri bürokrasi, Mehmet Ağar’ın etkisi ve yansıması gibi daha arka planda.
MHP, AK Parti ve devlet unsurları/beklentileri arasında bir köprü işlevi yerine getiriyor. Soylu’nun da bu çerçevede önemli bir rolü var. O da aynı işlevi AK Parti de yapıyor.
Son kriz bunları dikkate almadan anlaşılamaz.
Dikkate alındıklarında ise varılacak sonuç şudur:
Soylu’nun istifası bir katartis işlevi yerine getirdi. Diğer ifadeyle AK Parti içi ve AK Parti-MHP arasındaki dengelere tutulan bir yansıtıcı görevi gördü. Kriz süreci ve bitiş şekli, özetle,
Erdoğan’nın Türkiye yönetiminde artık hükümranlığı tek başına elinde tutmadığını, ortaklarını dikkate almak, taviz vermek zorunda kaldığını göstermektedir.
Görülmektedir ki, AK Parti seçmen dokusu eridikçe MHP’ye olan mecburiyeti artmaktadır. Nitekim bir MHP hamlesi olan, Erdoğan’ın esastan karşı olduğunu pek çok kez ifade ettiği, “bireylere karşı işlenmiş suçlara kısmi af”, yani infaz yasası da bu çerçevede yorumlanmalıdır.
Bu denge oynamaları çok tartışmaya konu olacaktır.