Tarih: 10.01.2022 15:50

Sosyoloji ihmale gelmez

Facebook Twitter Linked-in

Daha önce birçok vesileyle kurduk aynı cümleyi. Hatta bir yazıya başlık da yaptığımı hatırlıyorum. Sosyoloji modern bilimlerin anasıdır. 19. yüzyılda modern pozitif bilimler tasnifi yapılırken, hiyerarşi içinde sosyoloji en tepeye konulmuştu. Sebebi, yaşanan büyük toplumsal değişimlerin toplumsal kurumlarda yol açtığı bütün değişimleri geniş bir çerçeveden görebilmesi ve bu değişimde ihtiyaç duyulacak bütün bilgi alanlarının bu perspektiften yönetilebileceği düşüncesiydi.

Elbette Auguste Comte’un bilimlerin tasnifinde ve hiyerarşik şemasında sosyolojiye atfettiği bu rol abartılıydı ama tamamen de boş değildi. Neticede bir tür mühendislik olarak tasarladığı sosyolojinin içinden de çok farklı ideolojik eğilimler sosyolojinin muhtemel “pozitif” rollerinin yanısıra, olan bitenin adını bile koymaktan aciz, olanı olduktan sonra bitaraf bir müşahit gibi gören örnekler de çıktı. Buna rağmen sosyoloji bir bilim olarak yine farklı disiplinlere kaynaklık eden, belli bir aşamadan sonra oluşan disiplinler arasında koordinasyon sağlayabilen özelliğini korudu hatta geliştirdi.

Sosyoloji ihmale gelmez. Yaşadığımız baş döndürücü gelişmelerin bizi nereye götürdüğü, bu esnada bizden, ailemizden, siyasetimizden, eğitim, din, ekonomi kurumlarımızdan neler alıp götürdüğü, onlara neler getirdiğini daha derinlikli bir biçimde görmek, anlamak gerekiyor. Anlamadan da yaşayıp gidiyoruz diyebilirsiniz, ama böyle diyecek konuma düşmüşsek zaten bu değişimin rüzgarında savrulan kuru yapraklara da dönmüşüz demek.

Veya 28 Şubat döneminin meşhur kudretli paşası Çevik Bir’e yaptıkları işin kendilerini ve ülkeyi nasıl bir felakete götürdüğü hususunda uyarılarak “neden sosyologlara başvurmuyorsunuz?” diye sorulduğunda verdiği cevabı düşünecek noktaya gelmiş de olabiliriz. Şöyle demişti Çevik Bir: “Sosyologlara sorduğumuzda kafamız karışıyor, kararlığımızı koruyamıyoruz.” Peki ya o kararlılık zannettiğimiz şey aslında kaçınmamız gereken, yakınken dönmemiz gereken bir yanlışsa? Bu durumda sosyoloğun kafayı karıştırması hayırlı olmaz mı?

Nitekim o paşanın sosyolojiyi ihmal ederek yaptığı bir mühendislik değerlendirmesine göre aldıkları önlemlerle İmam-Hatip mezunlarının 10 yıl içinde bu ülkede tek başlarına iktidar olmaları önlenmiş olacaktı. Oysa sosyolojiyi ihmal ederek aldıkları önlemler sayesinde İmam-Hatip mezunu biri bu ülkede 10 yıl sonra değil sadece 4 yıl sonra tek başına iktidara gelmiş oldu.

Sosyoloji ihmale gelmez. Tam da bu yüzden AK Parti o kafa karıştıran sosyologlara kuruluşunda ciddi kulak verdiği için, ihmal etmediği için ülkede siyasi anlamda ciddi bir değişimin aktörü oldu. Diyebiliriz ki, AK Parti’nin gerek kuruluşunda gerekse yıllarca yürüttüğü siyasetteki en üstün yanlarından biri ülkenin sosyolojisini dikkate almış olmasıydı. Allah var, meslek olarak sosyolojiye resmî kurumlarda istihdam açısından ilk defa büyük bir alan da bu dönemde açıldı.

SOSYOLOJİ İHMAL EDİLİYOR ŞİMDİ

Sosyoloji ihmale gelmez gerçekten ama şimdi ciddi anlamda ihmale geliyor. AK Parti döneminde ilk defa belli kurumlarda görev veriliyorsa da özlük hakları çok sorunlu. Benzer koşullarda istihdam edilebilecekleri birçok alanda başka meslek gruplarına adeta ezdiriliyor.

Birçok bakanlığın eleman alımında sosyolojik bilgi, perspektif ve uygulamaya çok ihtiyaç duyulduğu halde sosyologlar halen 4/B sözleşmeli cetvelde yer almamaktadır.

Bir Sosyolog soruyor: “Sağlık bakanlığının 6000 eleman alımında sosyologlara yer vermemiş olması, acaba sağlığın sosyal bir konu olmadığı manasına mı geliyor!?..”

Aile ki, baştan sona sosyolojik bir kurum ve bu konuda sosyologlar ailenin diğer kurumlarla ve toplumsal süreçlerle olan etkileşim boyutunu en iyi görerek yetişmiştir.

Aslında müfredatı itibariyle felsefe de, sosyal hizmet de, psikoloji de gören sosyologların bu kadar düşük düzeyde alınması yapacak işlerinin az olmasından değil, meslekler arasında ciddi bir işbölümünün ve adil bir dengenin olmamasından kaynaklanıyor.

Elbette bütün meslekler değerledir, amaç meslekleri birbirine kırdırmak değil elbet, ama burada kırılan sosyolojidir ve bedelini sadece sosyologlar değil, sosyolojiyi ihmal eden bütün bir toplum ödüyor. Ne yazık ki Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının son eleman alımında müfredatı ve müktesebatı itibariyle aile hizmetlerine çok daha uygun olan mesleklere nazaran sosyolog sayısı bariz biçimde çok az sayıda tutulmuştur ve bu ciddi bir ihmaldir.

Sosyoloji istihdamı konusunda acil bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu çok açık. Bakanlıkların alımlarında sosyolojik perspektifin önemini önce bir görmeleri gerekiyor. Korkarım, alımlara yön veren genel perspektifte ciddi bir sorun var, belli meslek gruplarının bu konudaki meyillerinin belirleyici olduğuna dair ciddi emareler de var.

Bunun bir an önce düzeltilmesi gerekiyor ki, ihmal edilen sosyoloji, ihmal edilen sağlık gibidir. O kadar diyebilirim.

ÜNİVERSİTELERİMİZ CAHİLİYE YUVASINDAN İBARET DEĞİL ELBET

“Üniversitelerimiz cahiliye yuvası haline gelirse, kim tutar İslamofobiyi?” başlıklı son yazım dolayısıyla bazı akademisyen meslektaşlarımdan, bütün üniversitelere karşı bir genellemeyle haksızlık yapmış olduğum yolunda şikayetler aldım.

Doğrusu kendimin de bir parçası olduğum akademi dünyasının tamamını töhmet altında bırakmak aklımdan geçmez. Elbette bütün üniversite hocalarının üniversite kürsülerini belli fikirlere karşı adeta “fikrî soykırım” silahı gibi kullandıklarını söyleyemem.

Şahsen benim her zaman her tür fikirden öğrencim olmuştur. Hiçbirinin siyasi fikrini değiştirmeyi veya onun fikrini arındırarak kendi siyasi fikrimi empoze etmeyi düşünmediğim gibi buna tevessül etmeyen çok sayıda üniversite hocası da tanırım. Kendi fikrimi elbette sakınmam ama hocalık konumumu öğrencim üzerinde bir fikri baskı aracı olarak kullanmayı zül addederim.

Üniversitede aslolan düşünce özgürlüğüdür. Ancak Mülkiye kürsüsünde yaptığı işi, yani “şeriat bilgileriyle donatılarak mülkiyeye giren öğrencilerin çoğunu bilimdışı görüşlerinden arındırma” işini bir marifet gibi ballandıra ballandıra anlatan ve bunu yaparken salonun tamamından alkış alan bir örneğin masaya yatırılması gerekmez mi?

Bunu siyaset adına değil, tamamen akademinin selameti adına yapmak lazım değil mi üstelik? Burada nedir “şeriat bilgileri”? Bundan birilerini “arındırmak” nedir ve hangi mekanizmalarla yapılır? Bunun yolu bir tür fikrî soykırım değil midir? Ve bir akademisyenin böyle bir misyonu var mıdır? Sorularını sormaya bunu vesile kılmak istedim. Yoksa elbette akademimizde bu tür soykırımcı tavırlardan uzak nice güzel, fikri ve vicdanı gerçekten hür akademisyenlerimiz mevcuttur.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —