Yoksulluğu azaltmak hatta tamamen ortadan kaldırmak bugüne kadar hep siyasetin en temel konularından birisi olmuştur. İnsanların gelirlerinin hayatlarını devam ettirmeye yetmediği dönemlerde siyasi aktörler bu durumu fırsat bilip iyileştirmeler yapacaklarını vaat ederek toplumsal desteklerini sürdürmeye çalışmışlardır. Yoksulluğun sebepleri kültürden kültüre, ülkeden ülkeye, sistemden sisteme göre değişen gerekçelerden kaynaklanabilir. Yoksulluğu ortadan kaldırmanın ilk temel şartı gelir dağılımda adaleti sağlamak ve insanlara iş alanlarının sağlanması gelmektedir. İşte siyaset kurumunun yoksulluk için bulabileceği çarenin ilk çıkış yolu buradan başlar.
İnsanların dini, milliyeti veya aidiyeti gibi en temel kimlik unsurlarından birisi hayatını devam ettirmek için çalıştığı işidir. Kültürümüzde ilk defa tanışırken karşımızdakinin memleketi filan sorulduktan sonra mesleğinin sorulması kişi hakkında bilgi sahibi olmamıza yönelik bir hamledir. Eğer iktidarlar vatandaşlarının geçinebilecekleri kadar para kazanabilecekleri istihdam imkânı oluşturamıyorsa, o zaman bu insanların oylarına talip olmak için başka yöntemlere müracaat etmektedir. İşte bu noktada yoksulluk ile iktidarların devamı arasında doğrudan bir bağlantı olduğu gerçeği öne çıkmaktadır. Yoksulluk arttıkça iktidarlara olan desteğin azalması aslında doğaldır. Ancak bazen yoksullar ile iktidarlar arasında sosyal yardımların belirleyici olduğu bir ilişki çeşidi de gelişir. Sosyal yardıma muhtaç kesimler mevcut yardımların devamından endişe duyarak kendilerini bu hale getiren iktidarları desteklemeyi sürdürmek gibi bir labirentin içinde kalabilirler.
Bu gerçeğin yanında, adaletsizliklerin ete kemiğe bürünmüş halleri ile karşılaşıldığı dönemler de olur. Mesela geçtiğimiz günlerde sosyal medyada gündem olan bir aileden birkaç kişinin aynı kurumda işe alınması gibi konular toplumda rahatsızlık uyandırmaktadır. Bu şartlarda insanların adalet duyguları sarsılmakta ve liyakat prensibi uygulanmadığı için çoğu kimse gelecek kaygısı taşımaktadır. Eğer -devlet değil- hükümet toplumdaki yoksullukla mücadele etmeye kalkarsa bunu en çok kendi çıkarı için yapmaya yelteneceğine dair algılar öne çıkmaktadır. Bu durumda da ilk etapta sosyal yardımlar devreye sokulmaktadır. İhtiyaç sahiplerinin belirlenmesi, onlara en doğru yoldan ulaşılması ve topluma yeniden kazandırılmaları aslında incelik isteyen bir iştir. Sosyal devlet anlayışı içerisinde toplumun dezavantajlı kesimleri siyasi görüşleri veya ideolojileri doğrultusunda değil içinde bulundukları durumdan dolayı desteklenmelidir.
“Corporate social responsibility” kurumsal sosyal sorumluluk olarak tercüme edilebilecek bu anlayışa göre sadece devlet değil, aynı zamanda sivil toplum kuruluşları veya vakıflar da yoksulluk ile mücadele edebilir. Ama ülkemizde her nedense iktidar hem devletin imkânlarını kullanıyor hem de kendisine yakın hissettiği sivil toplum örgütlerini de organize ederek kendisine bu yardımların oy olarak dönmesini sağlamaya çalışıyor. İktidara yakınlaşmak isteyenler bu kurumlar aracılığı ile adına “bağış” denilen maddi ilişkiler içerisine de girebiliyor. Hâlbuki gelirin adil bir şekilde dağıtılması daha üst seviyede ve tarafsız bir biçimde yapılsa bu türden ilişkiler içine girilmesine gerek kalmayacak.
Tarafsız gibi görünen sosyal yardım müracaatları belki de mevcut iktidarın bugüne kadar gerçekleştirdiği en önemli işlerden birisidir. Vatandaşın devletle ilişkisini düzenlemek adına uygulamaya sokulan e-Devlet Kapısı sadece bürokratik iş fazlalığına bir nebze de olsa çözüm olmamış, aynı zamanda yardıma muhtaç insanlarımızın yardım taleplerini de iletebilecekleri bir mecra haline gelmiştir. Ancak iktidar vatandaşlarının gelirden adil bir pay almasını sağlayamadığı için özür dileyip mahcup bir tavır takınması gerekirken sosyal yardımları bir iyilikmiş gibi sunmaya devam etmektedir. Mesela, “Hükümetin insan odaklı bakışla şekillenen 2023 hedefleri kapsamında sosyal yardım programları devam ediyor. Bu doğrultuda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından elektrik fatura desteğinden yaşlılık aylığına, engelli maaşından doğum yardımına kadar 40’ın üzerinde sosyal yardım programı yürütülüyor” gibi beyanlara sık sık rastlamaktayız. Bu uygulamalar ile mesela geçen yıl altmış beş milyar liranın ihtiyaç sahiplerine verildiğini de öğreniyoruz.
Burada övünülmesi, iftihar edilmesi gereken husus bu kadar çok (yaklaşık elli kalem) yardım çeşidinin olması veya yapılan yardımın miktarı değildir. Aslında bu ifadeler sorun yüklüdür. Bu kadar çok ailenin bu yardımlara muhtaç hale getirilmesi ama çok daha önemlisi, onların yardıma muhtaç halden kurtarılmaması asıl odaklanılması gereken meselesidir.
Yine örnek olarak “kaymakamlık yardımları” adı altında ihtiyaç sahiplerine eğitimden sağlığa, gıdaya, barınmaya kadar pek çok kalemde sosyal destek programları da açıklanmaktadır. Daha birkaç gün önce (6 Haziran) Sn. Cumhurbaşkanı kabine toplantısının ardından “Türkiye Aile Desteği” adıyla yeni destek programı açıklamış ya da ülkedeki yangına karşı açıklamak zorunda kalmıştır. On beş milyar tutarındaki bu yardım programı ile daha önce diğer yardım kalemlerine müracaatları kabul edilmemiş kesimler hedeflenmiştir.
Elbette devletin (siyasi iktidar eliyle ve onun tekelindeymiş gibi gösterilse de) ülkemizdeki yardıma muhtaç kesimlerin yükünü hafifletmeye çalışmasını takdir ederiz. Ama insanımızın fakirleşmesini ortadan kaldıracak programları hayata geçirmeden, bu yoksulluğu politik çıkar için kullanan uygulamalara da karşı çıkarız. Her açıklanan ekonomik pakette gelir seviyesi yüksek grupların, sermaye sahiplerinin önceliklerine göre kararlar alınması, diğer kesimlerin yok sayılması kabul edilebilir olamaz. Bu o kesimler dikkate alınmasın demek de değildir. İtirazımız zenginin daha zengin olmasına, fakirin ise fakirliğinin kalıcı hale getirilmesinedir. Yoksullara yardım ile siyasi gücün devamını sağlamaya çalışmak ancak çok fakir ve en önemlisi de gelirin adaletli dağıtılmadığı ülkelerde olabilir.
Yarım asrı aşan Millî Görüş geleneğinin en çok önemsediği hususlardan birisi sosyal adaletin sağlanması olduğunu herkes bilir. Gardiyan değil, garson devlet anlayışını siyasi literatüre kazandıran Milli Görüş hareketidir. Hâl böyleyken toplumun fakir kesimleri de onları kendilerine muhtaç duruma getiren ve bunu iktidarlarının devamı için kullananlara dur diyebilecek iradeyi, sandık önlerine konulduğunda göstermek gibi bir hakları olduğunu asla unutmamaları gerekir.