Sosyal Medya Özgüveni

Hüseyin AKIN- 09.10.2018 Salı

Sosyal Medya Özgüveni

09.10.2018 Salı

Sosyal medya deyip geçmeyin. Bilinçaltı yığınakları bu mecralarda ortaya çıkıyor. Yazılı ve görüntülü medya vaziyet almaya, pozisyon belirlemeye daha müsaittir. Sosyal medya halin gelişine göre tavır geliştirip durum ortaya koyar. İnsanlar bu ortamlarda kahvede konuşur gibi çekincesiz ve de rahat yazıştıklarından gerçek niyetlerini de saklama gereği hissetmezler. Herkesin gördüğü ve ?işin doğasında bu var´ deyip geçiştirdiği durum şu: Kimimiz kimimize karşı olağanüstü bir özgüvene sahip. Bu özgüven istiğna duygusunu da beraberinde getiriyor. Özgüven patlaması yaşayan kesimler önlerine gelen herkesi itham edip ezme hakkını ellerinde barındırıyorlar. Dilediklerini suçlayıp dilediklerini mahkûm edebiliyorlar rahatlıkla. İnsaf çoktandır ortalıkta gözükmüyor. ?İzan´ denilen haslete kimsenin ihtiyacı yok. Onlara sorarsanız temizlenip arınıyoruz. Bana sorarsanız tek kelimeyle dağılıyoruz! Meşrep birliktelikleri hiç bu kadar davaya dâhil edilip dinin aslından sayılmamıştı. Daha açık konuşmak gerekirse, birbirleriyle dünyalık meselelerde iyi anlaşan kişilerin birliktelikleri bir davanın temsili ya da ulvi bir fikrin yaşatılması idealine hamledilebiliyor. Hâlbuki ortada meşrebin mezhepleşmesi gibi garip bir durum mevcut. Kin, nefret ve çekememezlik neredeyse temel besi kaynakları haline gelmiş. Sosyal medya cami olsun demiyoruz, lakin hiç olmazsa inanç ve ahlâk zaviyesinden kendi bünyesine uymayanlara nasıl ?ağyarını mâni´ ise müşterek hassasiyetlere sahip olan kişiler noktasında da ?efradını câmi´ olsun.

 

NESİLLERİ KAYBETMEDEN

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk geçtiğimiz günlerde Başkent Öğretmenevi´nde Eğitim ve Okul Liderliği Çalıştayı´nda son derece önemli tespitlerde bulundu. Okulun canlandırılması üzerine söyledikleri bir o kadar önemliydi. Öğrencilerin okullarda fazla ders yükü altında bunaldıkları ve okuldan soğudukları bir gerçek. Sayın Bakan bu durumu görmezden gelmiyor ve çözümün altını çiziyor: ?Eğer biz okulu yaşayan bir yere dönüştürürsek ve çocukların sanki bir pazarın ortasındaymış gibi, sanki bir lunaparktaymış gibi, sanki sokakta oynuyormuş gibi, sanki arkadaşlarıyla bir kar öbeğinin üstünde kayıyormuş gibi hissettirirsek, okul canlanır.?

Hayattan yalıtılmış bir okul öğrenci için her anlamda bir sıkıntı yeridir. Öğretmenler hayatı okulda öğrencilere yaşama sevincini sonuna kadar duyumsatarak öğretmelidirler. Okul ile okul dışı ayrımı ortadan kalkmalıdır. Okul ile okul dışı tamamlayıcı unsurlardır, birbirinin karşıtı değil. ?Ders´ ve ?başarı´ kelimelerini bu doğrultuda yeniden tanımlamamız şarttır.

 

Dersi, öğrenmeyi ve yetenek geliştirmeyi sadece okulla sınırladığımızda Sayın Bakan´ın dediği gibi nesilleri kaybederiz. Ortaöğrenim kademesinde bir okulda seçmeli derslerle birlikte 15 çeşit dersin olduğunu düşündüğümüzde gençleri nefes alamaz hale getirdiğimizi nasıl inkâr edebiliriz? Sayın Ziya Selçuk´un söyledikleri son derece açık ve net: ?Bizim bu anlamda sınıfın içinde ne yapıldığına dair olan dikkatimizi azaltmamızda yarar var. Bu çocuğun sınıfın dışında ne yaptığına daha çok odaklanmak zorundayız. Öğretmenin de sınıfın dışında daha çok ne yaptığına odaklanmalıyız.?

Eğitimin içerisinden birinin isabetli tespit ve teşhisleri bunlar. O halde köklü reformlar ve radikal değişiklikler yapılmalı ve bu hamlelerin önünü kesecek engeller derhal bertaraf edilmelidir. Bunların en başında öğrencilerin üniversiteye girebilme kaygısı en başta yer almaktadır. Bu sınav bir an önce kalkmalı ve liseler üniversiteye geçmek için diploma verilen yerler olmaktan çıkarılmalıdır. Tabi üniversite sınavından beslenen sektörlerin de (dershane ve hazırlık merkezleri) tarihe karışmaları topyekûn umulan ve beklenilen bir şeydir. Bu müzmin sorun ortadan kalkmadıkça öğrencilerin (ders) içi (ders) dışına geçecek ve de dengesi şaşacaktır.