Mensur Akgün yazdı;
Türkiye insan haklarından ekonomiye, dış politikadan güvenliğe sorunları çok olan bir ülke. Bazen siyasi öngörüsüzlüğümüzden, bazen başkalarının çıkar ve beklentilerimizi dikkate almamasından, bazen de kontrol dışı gelişmelerden sorunlarımızın bir yandan sayısı artarken, diğer yandan da var olanlar kronikleşip derinleşiyor. Bir alandaki sorun diğer alandakileri etkilemeye, hiç sorun olmayacak konular sorun olmaya başlıyor.
Bu yüzden herhangi bir sorunun çözümü sadece kendi başına değil bağlantılı diğer sorunların çözümü için de önemli. Türkiye’nin sorunlarını çözmek için sergilediği hemen her çaba da değerli. BAE ile ilişkilerin normalleşmesi, Ermenistan-Türkiye ilişkilerinde sıçrama gerçekleştirmek için yapılan açıklamalar ve sürdürülen müzakereler, İsrail’le yaşanan bahar havası bence takdire şayan.
Umarım Mısır ve Suriye başta olmak üzere yakın çevremizdeki diğer ülkelerle olan ilişkilerimizin normalleşmesi için geliştirilen inisiyatifler de başarıya ulaşır, Türkiye temel çıkarlarından fedakarlık etmeden pazarlıklarını sonuçlandırır. Unutmayalım ki geçmişe bakarak geleceği şekillendiremeyiz, düşmanlıklardan ve nefret dilinden barış çıkartamayız. Tarih boyunca savaşlar, krizler bittiyse, zafer ya da yenilgi kadar geçmişi geçmişte bırakmakla bitti.
Siyasetçilerin tutarsızlıklarını, kanaat önderlerinin pozisyon alışlarını eleştirelim ancak çözüm çabalarını öldürmeyelim. Geçmişte hata yapılması gelecekte tekrarlanmasını gerektirmiyor. Ayrıca dünya siyaseti söz konusu olduğunda hiç kimse sütten çıkmış ak kaşık değil. Biz hatalıyız da Rusya, Amerika, Yunanistan ya da BAE hatasız mı? Mesela Kıbrıs sorununu biz mi yarattık? 2000’li yılların başından bu yana çözüme biz mi direndik?
Kaldı ki güç kullanmak da, güç kullanma tehdidinde bulunmak da siyasetin aracı. İstediğiniz bir şeyi yaptırmak ya da istemediğiniz bir şeyin yapılmasını önlemek için tehdit diline başvurabiliyorsunuz, ciddi olduğunuzu göstermek için sorunları bilinçli bir şekilde tırmandırıp ilişkilerinizi kopuşun, hatta savaşın eşiğine kadar getirebiliyorsunuz. Kimi zaman başarılı oluyorsunuz, kimi zaman da tavrınızı, politikanızı değiştirmek zorunda kalıyorsunuz.
Önemli olan güç kullanmanın, tehdit diline başvurmanın istisnai kalması, sorunların çözümü ve yönetimi için önceliğin ikna, hukuk ve diplomasi diline verilmesi. Dışarıdan bakanların askeri yetenekleriniz kadar siyasi ağırlığınızı da görmesi, hissetmesi. Sizden beklentileri olması, sizi kırmanın kolay olmadığını düşünmesi, başkalarıyla olan ilişkilerinde denge kurmaya, sizin çıkarlarınızı dikkate almaya çalışması. Tıpkı bir zamanlar olduğu, yapıldığı, yapabildiği gibi.
Biliyorum, geçmişin tekrarı mümkün değil diyeceksiniz. Ki haklısınız da, artık ne emsal yaratmamız mümkün, ne de emsal gösterilmemiz ve alınmamız. Biz de değiştik, dünya da değişti. Arz da kalmadı, talep de. Arap dünyasıyla aidiyet bağları ve demokrasi deneyimiz üstünden kurduğumuz, dizilerimiz, ticaretimiz ve siyasetimizle pekiştirdiğimiz etkimizi oralarda da başka yerlerde de güce tahvil etmemiz bundan sonra zor. Muhtemelen bir daha uzunca bir süre BM Güvenlik Konseyi’ne de seçilemeyiz.
Fakat hala başka şeyler yapıp pazarlık gücümüzü, ikna kabiliyetimizi arttırmamız mümkün. İsterdim ki önce demokrasi ve insan haklarında atılım yapalım, dünyayı da kendimizi de şaşırtalım. Avrupa Konseyi ile olan ilişkilerin seyrini değiştirelim. Ne kadar göstermelik olursa olsun Biden Yönetimi tarafından 10 gün sonra düzenlenecek Demokrasiler Zirvesi’ne davet edilebilelim. Gerçek bir reform yapıp hukukun üstünlüğünü sağlayalım.
Ama belli ki bunların hiç biri olmayacak. Diğer yandan Kıbrıs’tan Suriye’ye, Akdeniz’den Ege’ye, Rusya’nın tutumundan Amerika’nın tavrına ve hatta ekonominin sağlığına, refahımızın daha da aşağılara düşmesine kadar pek çok alan ve konuda güçlü olmamız, kendimizi ve çıkarlarımızı korumamız gerekecek. Bu nedenle de çözebildiğimiz kadar çok sorunu çözmemizde, girebildiğimiz kadar alanda oyun kurucu olmamızda yarar var.
BAE ile olan sorunların aşılması, İsrail’le normalleşmenin başlaması ve bölge jeopolitiğinin değişmesi yeni fırsatları da beraberinde getiriyor. Türkiye isterse bu bölgede işbirliğini geliştirici, kutuplaşmayı azaltıcı rol oynayabilir. Daha önce de pek çok kez yazdığım gibi AGİT benzeri bir örgütün geniş Ortadoğu coğrafyasında kurulmasına öncülük edebilir. Rusya’nın şimdiden başlattığı çabalarına paralel, ancak AB ve ABD’yi dışlamayan bir inisiyatif geliştirebilir.
Bölgeyi yakından takip edenlerin bildiği gibi Rusya, Şark Enstitüsü Başkanı Vitaly Naumkin üstünden Ortadoğu’nun etkili isimlerini Moskova’da bir araya getirerek işbirliğine dayalı yeni bir mimarinin oluşması için çalışmaya başladı. Putin’e yakın olduğu söylenen Naumkin’in görünürdeki amacı bu bölgeyi büyük devletlerin rekabet alanı olmaktan çıkartmak, Yemen başta olmak üzere sorunların çözümüne katkıda bulunmak.
Naumkin’in, daha doğrusu Rusya’nın çabası samimiyse doğal olarak uzun sürecek. Başarıya ulaşmasa bile ağırlıklı olarak Amerikalılara ve Avrupalılara ait olan bir alanı, sivil toplum diplomasisini kendi inisiyatifine geçirecek, ülkesinin bölgedeki siyasi etkisini arttıracak. Keşke biz de benzeri çabaların içinde olabilsek, sorunlarımızı başka alanlardaki ağırlığımızla dengeleyebilsek, daha çok önemsensek, daha çok ciddiye alınsak…