Sömürgecinin Portresi & Sömürgeleştirilenin Portresi…

Albert Memmi, “Sömürgecinin Portresi & Sömürgeleştirilenin Portresi adlı eserinde, sömürge; sömürgeci, sömürülen ve bunlara bağlı olarak sömürüyü gerçekleştiren “Avrupalı” olgusuna atıfta bulunur.

Sömürgecinin Portresi & Sömürgeleştirilenin Portresi…

Sait Alioğlu, “Sömürgecinin Portresi  & Sömürgeleştirilenin Portresi adlı eseri değerlendirdi…

Biz, bu yazımızda, Sovyetlerin ve Çin’in etkisiyle sosyalist devrimlerin bir biri ardına gerçekleştiği soğuk savaş döneminde(elliler ile yetmişler arası) kendisi de bir sosyalist düşünür ve sosyolog olan, anadili Arapça olan, Fransızcaya da hakim bulunan ve Tunus’un “yerli” Yahudi etnik ve bir “Sömürgeleştirilenin Portresi” başlıklı kitabına yönelik kanaatlerimizi, onun eserinden notlar halinde alıntılamaya çalıştığımız ifadeleri ışığında bir değerlendirme yazısını okuyucunun istifadesine sunmaya gayret göstereceğiz…

Sömürgeci Avrupa devletlerinin, elde ettikleri sömürgelerin bir, bir özgürlüklerine kavuştukları 1950 ila onu takip eden yıllarda, Kuzey Afrika(Mağrib) ülkeleri de kendi bağımsızlıklarına kavuşmuşlardı.

Bu ülkelerden biri de Tunus idi. Tipik bir Fransız sömürgesi olan Tunus bağımsızlaşmış, ama birçok açıdan da sömürgeciliği içselleştirdiği görülmekte idi.

İşte, bu ülkenin bir vatandaşı olan Tunus’ta yaşayan Yahudi toplumunun bir ferdi olan sosyalist düşünür Albert Memmi(*), kendi ülkesinde yaşadığı dönemde Avrupa’ya, özellikle de Fransa’ya karşı bir ilgi duyuyordu.

Kendi anadili Arapçanın dışında Fransızcayı da iyi derecede bilen Memmi, belli bir oranda Fransız sömürgesinde yetişmiş birçok kişiye nazaran Fransa’ya yapıp ettiklerine rağmen iyimser davranmaya çalışıyordu.

Bu konuda, o da sömürge sayılan Fransız Antillerinden olan Frantz Fanon’un, oraya yönelik yaklaşımlarını az da olsa bir eleştiriye tabi tutuyordu.

Memmi, burada Fanon’un, “Siyah Deri Beyaz Maskeler” adlı eserindeki düşüncelerle kendi düşünceleri arasında bir kıyaslamada bulunarak; Fanon’u bir sosyologdan ziyade fenomenologa ve psikiyatra benzetip, onunla kendi arasında belirgin bir farka dikkat çekmeye çalışıyor; ve “Benim çalışmamda temel önem taşıyan ekonomik ve kurumsal boyutlar Fanon’un çalışmalarında neredeyse tamamen eksiktir.” (1) diyerek bir yargıda bulunuyor.

Kendi düşünceleri ile Fanon’un düşüncelerini kıyaslayan Memmi, 20.Yüzyılda Tunus’ta yaşamış, oranın sahibi ve vatandaşı olan, Arap diline ve kültürüne vakıf Yahudi bir sosyalist düşünce insanıdır.

Memmi, vatanı olan Tunus’un sömürge olmaktan kurtulup bağımsızlığına kavuşmasında düşünce ve eylemleriyle katlı sunan bir kişidir. Tunus bağımsızlık hareketine Fransa’dan gelip katılmış olup daha sonra bilahare Tunus’tan ayrılıp Fransa’ya geri dönmüştü.

Buna gerekçe olarak da, o, “Tunus’un bağımsızlık hareketini desteklemiş olmasına rağmen, yeni kurulan İslami düzende tutunamaz.”

Ülkeyi terk etmesi istenir.” O da 1961’de Fransız vatandaşı olur.” (2)

İnsan, burada sormadan edemiyor, Tunus’ta İslami bir düzen kurulmuş olsaydı, orada neden kendisini sömürge kılan Fransa’ya nazire yaparcasına İslam’dan dolayı Tunus’un Müslüman toplumuna onlarca yıl laik temelli uygulamalarla zulmedilmişti? Bunun cevabını vermek ne kadar kolay olabilir?

Konumuza dönersek…

Fırat Mollaer’in sunuş yazısı ile Jean-Paul Sartre’ın yazmış olduğu önsözle ve Şen Süer’in Türkçe çevirisi ile okuyucusuna hitap eden “Sömürgecinin Portresi & Sömürgeleştirilenin Portresi” adlı eser, sömürge, sömürgecilik, sömüren ve sömürülen üzerinden bağımsızlık dönemini de içerisine katarak, o olgular üzerine bize bir şeyler söylemektedir.

O söylediği şey, Kur’an’a vakıf olduğu oranda Batı’yı ve onun oluşturduğu dünyada ele alınan konulara vakıf olması gereken İslamcı zihne, anlam dünyasına bir katkı sunacağımdan emin olunacak şeydir.

Memmi, bu eserinde, en başta, sömürgecinin portresine atıfta bulunup “Sömürgeli Diye Bir Yer var mıdır?” sorusunu tevdi ettikten sonra, sömürgeciyi kendi arasında iki gruba ayırmaktadır; kendini inkâr eden sömürgeci ve kendini kabullenen sömürgeci…

Memmi, aynı zamanda “sömürgeleştirilenin portresi” başlığı altında; “Sömürgeleştirilenin durumu ile sömürgeleştirilene ait iki cevaptan bahsediyor.

Mollaer, Memmi için, ona yönelik “Memmi “sömürge dramı”nın sosyologu olduğunu belirtir; “Memmi, sömürge durumunu güçlü gözlem gücüne sahip bir portre ressamı ya da sosyolog gibi tasvir eder. Deneyiminin somutluğundan gelen portrelerin soğukkanlı sosyolojik çözümlemesi eşlik eder. Memmi “sömürge dramı”nın sosyologudur.” (3)

Memmi, eserinin bir yerinde (S. 111) burjuvazi ve proleterya imgesi üzerine durarak, bu simgelerin kendi varlıklarını mistifikasyona borçlu olduklarından hareketle bu mistifikasyonların ortadan kaldırılacağından bahis açar.

Mollaer’de buradan hareketle, “kaldıracağız” ifadesinden bunun komünist manifestoya benzediğini belirtiyor; “ Memmi, atıf yapmasa da akla kaçınılmaz olarak Komünist Parti Manifestosu geliyor; Burjuvazi… Tek sözcükle, kendi zaviyesinden bir dünya yaratıyor. Nasıl modern kapitalist toplumun egemen sınıfı burjuvazi (kendi imgesinden bir dünya yaratırken) bir proleterya imgesi bekliyorsa, sömürge toplumunun egemen sınıfı da bir sömürgeleştirilen portre yaratır.” (4)

Eserin 1961deki baskısına yönelik olarak yayımcısının notunda; “Memmi’nin, görüşlerine yönelik olarak sömürgeciliğe dair bir haftalık gazetenin korkuyla şunları yazdığını belirtiyor; “Sömürgeleştirilen halkların lideri filozof değil, eylem adamı olduğu için şanslıyız. Burgiba, V Muhammed, Houphuet Boigny, Allal el Fassi bir başka dil tutturuyorlar… ve halklarının çıkarlarına dair başka bir anlayışları var.” (5)

O önsözden Memmi’nin eserinin “ sömürgeci ile sömürgeleştirilen arasında ilişkileri anlamak isteyen bakış için bir tür klasik olduğu” belirtiliyor. Bu da, eserin, okuyucu nezdinde sömürgeci ile sömürülen arasında var olan ilişki biçimlerinin değişmesine, zamanın ve mekânın farklılaşmasına rağmen önemini koruduğu intibaına sahip oluyoruz.

Memmi, eserinin 1960 yılındaki baskısı için yazmış olduğu önsözde, bu eserden önce 1937’de Tuzdan Heykel (La statüe de sel) adlı bir roman yazdığını, daha sonra ise “Agor” adlı bir roman daha yazdığını belirtiyor. O romanlarında “bahtsız” dediği kahramanları açısından var olan reel dünyanın sömürgecilik dünyası olduğunu belirtiyor. (6)
Memmi, bir sosyolog ve aynı zamanda dünya görüşü açısından bir sosyalist olarak, sömürgeciliğin her şeyden ziyade, ekonomik temellere dayandığını belirtiyor; “Bana göre, sömürgeciliğin ekonomik yanı temeldir. Kitap sömürgeciliğin sözde ahlâki ya da kültürel misyonunun teşhiriyle ve kâr güdüsünün temel olduğunu göstererek başlamıyor mu?… Tüm ezme ezilme ilişkilerinde ekonominin önemini Marksist keşfediş tartışma konusu edilmemektedir. Ama bu ilişkinin, sömürge ilişkilerinde keşfedildiğine inandığım başka karakteristikleri vardır.” (7)

Esere bir önsöz yazan Jean-Paul Sartre, sömürge, sömürgeci ve sömürülen üzerinden sözü, sömürülen Müslümanlar bağlamında dönemin Cezayir Müslümanları üzerine getirir; “Küçük sömürgeciler dahil, herkes onlardan geçinir. Bu durumdan gerilim doğar. Ücretlerini ve yaşam maliyetlerini asgaride tutmak için yerli işçiler arasında büyük rekabet olması gerekir, bu yüzden doğum oranı artmalıdır; ama ülkenin kaynakları sömürgeci zoralımı (…) nedeniyle kısıtlı olduğundan ücretler aynı kalır ve Müslümanların yaşam standardı düşmeye devam eder, bu yüzden nüfus kronik kötü beslenme durumunda yaşar.” (8)

Memmi, “Sömürgeli Diye Bir Yer Var mıdır?” sorusu altında, sömürünün her şeyden ziyade ekonomik sebeplerine vurgu yapmaktadır; “Sömürgeciliğin başlangıçta bile kültürel ve ahlâki bir misyonu olduğuna artık kimse inanmamaktadır. Bugün bir sömürgeye gitmek üzere yola çıkmak, belirsiz tehlikeleri yüzünden aranılan bir seçenek değil, daha kolay bir yaşam için yapılan bir yolculuktur yalnızca.” (9)

Memmi, aynı başlık altında sömürgeciyi “gaspçı” ve küçük sömürgeci” olarak tanımlıyor.

O, gaspçıyı tanımlarken şu ifadeleri kullanıyor; “Konumunun sürekli gayrimeşruluğunun farkında olmaması olanaksızdır. Üstelik bu bir açıdan çifte gayrimeşruluktur. Tarihin tesadüfü sonucu bir toprağa gelen yabancı olarak, sadece kendisine bir yer yaratmayı başarmakla kalmamış, ora sakinlerinin yerini elinden almayı da başarmış, onların hakkı olanlar pahasına kendisine hayret uyandırıcı ayrıcalıklar bahşetmiştir. Bunu da, eşitsizliği bir açıdan gelenekle meşrulaştıran yerel yasaların gücüyle değil, mevcut kuralları kaldırıp kendisininkileri koyarak yapar.” (10)

Memmi, “küçük sömürgeci” bağlamında uygun bir terminolojide anlaşabilmek için yerleşimci, sömürgeci ve sömürgecilik yanlıları arasında ayrım yapılması gerektiği belirtir; “Sömürgelerdeki tüm Avrupalılar doğaldır ki, astığı astık kestiği kestik zorbalar değildir… Çoğunlukla kendininkilerle bağdaşmayan çıkarları korumak amacıyla bu efendiler tarafından ekonomik olarak sömürülürler… küçük sömürgeci aslında birçok durumda sömürgecilik yanlılarını destekler ve sömürge ayrıcalıklarını savunur.” (11)

Memmi, “kendini inkâr eden sömürgeci” başlığı altında birbirleriyle bağlantılı birçok konuyu da ele almaktadır.

Bunlar; iyi niyetli sömürgeci, onun güçlükleri ve politikaya yönelik ilgisi gibi konular.

Burada milliyetçilik ve sol ilişkisi ile solcu sömürgecinin imkânsızlığına ve onun dönekliği gibi konulara değiniyor.

“Sıkıya gelince solcu sömürgecinin rolü çöker, inanıyorum ki olanaksız tarihsel durumlar vardır ve bu da onlardan biridir. Solcu sömürgecinin sömürgedeki bugünkü (1957) yaşamı, nihai olarak ideolojisi yüzünden kabul edilemez bir şeydir ve bu ideoloji zafer kazanırsa tam da onun varoluşunu sorgulayacaktır. Bu kavrayışın kesin sonucu bir rolü bırakmak olur.” (12)

Memni, “kendini kabullenen sömürgeci” bahsinde de birçok konuya değinmektedir.

Burada da; sömürge insanının reddi, ırkçılık, sömürgecinin kendini aklaması konuları öne çıkmaktadır.

Memni, sömürgecinin ırkçılık konusunda “doktrinel” düşünmediğini belirtir; “Onun ki doktrinel bir ırkçılık meselesi değildir. Kaldı ki doktrinel ırkçılık zor olurdu. Kolonyalist ne teoriden hoşlanır, ne de teorisyenlerden…” (13)

Memmi, eserinin “Sömürgeleştirilenin İki Yanıtı” adlı son bölümünde de birbirleriyle alakalı birkaç konuya temas ediyor.

Bu bölümde; “sömürge sevgisi ve kendinden nefret, asimilasyonun imkânsızlığı, sömürgeciliğin reddi” gibi konular işlenmiş bulunmaktadır.

Biz, burada hem sömürgeci tarafından ve hem de sömürgeleştirilmişler tarafından, hemen, hemen aynı anlama gelecek olan cari sebeplerden dolayı asimilasyon olayının imkânsızlığını gözlemlemekteyiz.

En başta, sömürgeci, sömürüsünü devam ettirmek için sömürgeleştirilen ile aynı konumda olmak istemezdi. Zira onunla aynı konumda olmuş olsa, belli bir anlaşma çerçevesinde omunla mutabakat halinde olur ve onun emeğinden yararlanırken azami oranda da hukuka riayet ederdi.

Sömürgeci açsısından bunu önlemen yolu, aynı zamanda kendisinin, karşısında bulunan ile aynı konumda olmaması için; kendisinin ondan üstünlüğünü, onun da kendisine yönelik nefretini kazanarak farklı olduklarını göstermesin gerektiği ortaya çıkar.

Salt bundan dolayı da, kendisi sömürgeleştirilenin asimile edilmesini çıkarları gereği istemezdi. Keza sömürülende asimile edildiğinde, /olduğunda; maddi anlamda görece iyi bir konumda olacaktı, ama kendi tarih, kültür ve en önemlisi de kendini var kılan diniyle ilişkileri tümden kopmuş olacaktı.

Bugün, söz Fransa’dan ve onun sömürgeciliğinden açılmış ise, Afrika’nın derinliklerinden gelip Fransız idealleri adına asimile olan yüz binlerce insanın durumuna şahitlik etmiyor muyuz?

Yukarıda asimilasyonun, ezilenden çok ezen tarafından gerçekleştirilmek istenmediğini belirtmiştik. Bunun olması halinde; sömürge durumunun değişmiş olabileceğini görmek gerekirdi; “Sömürge insanının asimilasyonunun hem anlam hem de amaca sahip olabilmesi için tüm bir halkı etkilemesi gerekir; yani tüm sömürge durumunun değişmesi gerekir. Ne var ki defalarca göstermiş olduğumuz gibi, sömürge durumu, sömürge ilişkilerini ortadan kaldırmadan değiştiremez.” (14)

Memmi, eserin ”sonuç” bölümünde, işlediği konuların bir nevi özetine yer verip yapmış olduğu değerlendirmelere temas ediyor. Sömürgelerin, sömürgeleştirilenlerin kurtuluşu ve özgürlüğü için bir isyandan ve devrimden bahsedip, daha çok, kendisi de bir zamanlar Fransız sömürgesi olan Cezayir üzerinden bir değerlendirmede bulunuyor. Ayrıca, “solcu sömürgecinin” kendi rolünü uzun süre oynayamayacağını, bunun yaşanamaz bir durum olduğunu belirtiyor.

Bu ifade az da olsa, biz de iki, üç asırdır çöreklenmiş bulunan “Boğaziçi aşireti”ne mensup olup “sağ gösterip sol vuran” aydınlanmacı, elitist ve sermaye sahibi zümreyi çağrıştırmaktadır.

Bu durumda, hemen her yerde solun kendi handikabı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Memmi, sonuçta, sömürge; sömürgeci, sömürülen ve bunlara bağlı olarak sömürüyü gerçekleştiren “Avrupalı” olgusuna atıfta bulunur, burada en çokta solcu sömürgeciye dikkat çekiyor ve “Sonuçta, sömürgeleştirme çerçevesinde, sömürgeci için belli ki hiçbir umut yok.” (15) yargısında bulunuyor.

Dipnotlar:

1)S 13; Fırat Mollaer’in eserle ilgili “sunuş” yazısından…
2)Yazarın kitabındaki “biyografi” bölümünden…
3)S. 9,
4)S. 11,
5)S. 33, 6)S. 35,
7)S. 39,
8)S. 47,
9)S. 55,
10)S. 59,
11)S. 60,
12)S. 81,
13)S. 102,
14)S. 144


*)Albert Memmi (Arapça: ألبير ممّي ; 15 Aralık 1920 – 22 Mayıs 2020), Tunuslu Yahudi kökenli Fransız-Tunuslu bir yazar ve denemeciydi. Tanınmış bir entelektüel olan kurgu dışı kitapları ve romanları, onun anti-emperyalist, Siyonist ve kendini “Yahudi Arap” olarak tanımlayan karmaşık kimliğini araştırıyordu.( https://en.wikipedia.org/wiki/Albert_Memmi)
(*)Sömürgecinin Portresi & Sömürgeleştirilenin Portresi, Albert Memmi, Telemak Yayınları, 1. Baskı Mayıs 2021, Kadıköy/İstanbul

 

Kaynak: Farklı Bakış