Yasin Aktay yazdı;
Daha önce Gezi hadisesi vesilesiyle “Solun beklediği Mesih Taksim’de mi inecek?” diye bu başlığı andıran başka bir başlığımız olmuştu. Gezi hadisesinde sergilenen inanılmaz vandalizmde Devrim manzaraları gören Türkiye’nin solcuları tam eşiğine kadar gelmiş olduğunu düşündükleri Devrim’i uzun süre Gezi kalkışması ile özdeşleştirerek hatırı sayılır bir edebiyat döktürmüştüler. Ne o, hiçbir istikameti olmayan Vandalizm ne de kapitalizmin en vahşisi, en acımasızı olan finans devlerinin ve Küresel kapitalistlerin o kalkışmayı açıktan desteklemiş olmasını Devrim yolundan saptıran bir unsur olarak gör(e)mediler. Türkiye’nin en büyük bankalarından birinin sahibinin “çapulcuyuz” diye pankart taşıyıp Gezide aralarına katılmasını, hidayete ermiş, Devrimin tarihsel blokuna taze bir nefes olarak katılmış olmasına bağlandı muhtemelen. İbretlik bir durumdu gerçekten.
Aslında Solun devrim ve kurtuluş anlayışı genelde ve her zaman Mesiyanik olmuştur. Gördüğü her şiddete, yaşanan her darbeye, her toplumsal hareketliliğe Devrimi müjdeleyen bir Mesih gibi, biraz daha teorik değerlendirmelerle bir “modern Prens” gibi sarıldı. Bu, solun kifayetsizliğinin ifadesi oldu. Gezi’de bu hayallere kapılan Sol, yeri geldi PKK’da da hatta yeri geldi FETÖ’de de bu Mesih ihtimalini gördü.
Bunların hepsi ilkesel olarak karşı olduğu, olması gereken şeylerdi aslında. PKK solun çoktan aşmış olduğu arkaik-gerici bir ideolojiyi, ırkçılığı temsil ediyordu. Solla hangi zorlamalarla ne kadar ilişkisi kurulabilse de kifayetsizliğiyle bir tek adamın kültleştirilmesi ve onun etrafında örülen kutsallıklarla feodal bir kurtuluş teolojisinden öteye kitapta bir yer bulunamazdı ona. FETÖ ise zaten baştan beri her yanıyla gerici dinciliği, onun Amerikan emperyalizmiyle işbirliğinin somut bir “F tipi” örgütlü yapısını temsil ediyordu. Gel gelelim solun bütün itikadıyla, varoluş gerekçeleriyle taban tabana zıt bütün bu hareketlerde bir umut ışığı görülüyordu. Neticede AK Parti’ye karşı olmaları onları kurtarıcı-devrimci kılabiliyordu.
Hiçbiri olmadı, olamadı, yeterince kurtarıcı olamadı. AK Parti ve lideri Recep Tayyip Erdoğan solun güvendiği ekonomi-politik kanalların en meşru yer ve kanallarında kendi iktidarını yeniden üretmeye devam etti. Bu durum sol için, aslında kendi özeleştirisi için, belki bu Mesiyanik umut ilkesini sorgulaması için yeterince uyarıcı olmalıydı. O da olmadı.
Son zamanlarda solun “organize suç örgütü lideri” olmaktan öte bir değer atfetmediği Sedat Peker’in şahsında yeni bir kurtarıcı figürü gördüğü çok açık. Onun söylemlerine sarılma iştahı bir Mesiyanik umut ilkesiyle dolu. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yla kişisel takıntısı üzerinden yürüttüğü saldırıların topyekûn AK Parti iktidarına yönelik yıkıcı bir eleştiriye dönüşme imkanlarını sonuna kadar zorlamaya çalışıyor. Ama bunu yaparken, “biz yapamadık, hatta yaklaşamadık bile, ama Peker yapacak gibi, olsun da öyle olsun” ucuzculuğu ve tamahkarlığı bütün ahvaliyle sırıtıyor.
Sedat Peker’le her türlü teması Mafya diyerek kriminalize eden solcuların Süleyman Soylu’ya karşı yine Peker’in söylem ve iddialarından başka bir malzeme bulamaması bir ayıp olarak ona yeter de artar bile. Ama bununla yetinmiyorlar, orada durmuyor, öteye gidiyorlar. Araç-amaç ilişkisinin etiği öldürdüğü noktanın da ötesine geçiyorlar. O noktayı aslında her vesileyle geçmek bir istidat halini almış durumda. Amaca ulaşmak için her yol caiz nasılsa. Amacın Gezi, PKK veya FETÖ araçlarıyla olmasının hiçbir önemi yok. Bu araçların dönüp solu araç haline getirmesi de çok önemli değil. Bir süre sonra solun bütün söylemlerini bu basit araçlar için seferber etmesi her şeyin anlamını bir “hiçleştirme” makamı oluyor.
Bir sol internet sitesinde yıllarca mafya lideri olarak aşağılanan Sedat Peker solun aciz kaldığı yolda gösterdiği açıcı yararlılıkları dolayısıyla Eric Hobsbawm’ın Haydutlarıyla karşılaştırılarak güzellemelere konu olmaya bile başladı. Malum Hobsbawm’ın Haydutlarının en iyi örneği masalsı halk kahramanı Robin Hood’dur.
Peker’in söylemleri sadece solu heyecanlandırmıyor. Türkiye’ye ve Erdoğan’a karşı Batı medyasında yeni bir umut dalgası yaratmış durumda. Tabii bir de Erdoğan’ı kendi otokratik rejimlerini tehdit eden bir kötü örnek olarak gören Arap basını da olayı Soylu ile sınırlı tutmuyor. Hatta Soylu’nun ismini sadece geçiştirip asıl hedef olarak Erdoğan’ı, kendilerine göre bir müjde olarak algılıyorlar.
Süleyman Soylu ile yıllarca beraber siyaset yaptık. Çalışma tarzını, enerjisini, azmini, disiplinini yakından, hayranlıkla gözlemleme imkânı bulduğumu söylemek isterim. Çok şükür kendisinden şimdiye kadar hiçbir kişisel talebim olmadığı gibi kendisiyle hiçbir kişisel işim de olmadı, olmaz da. Ancak bir şekilde bana ulaşan mazlumlar, muhacirler, yolda kalmışlar, mağdurlar adına kendisinden çok talebim oldu. Hepsini de inanılmaz bir özveriyle, sorumlulukla yerine getirdi. Bundan dolayı çok hayır-dua aldığına bizzat şahidim.
Bu olay vesilesiyle maruz kaldığı saldırılar özellikle Arap medyasına yansıdıkça, bire bir dokunduğu ve her zaman son derece çözüm odaklı yaklaşımıyla çare olduğu on binlerce mazlum, muhacir ve mağdurun bana ulaşan destek mesajlarının, aldığı hayır-duaların haddi hesabı yok. Soylu’nun özellikle sol, PKK veya FETÖ’cü teröre karşı mücadelesinin bu kesimlerde oluşturduğu intikam duygusuna karşı güçlü bir manevi kalkan oluşturuyor bu dualar.
Bu şahitliğimi buradan duyurmayı da ayrıca bir borç addederim.