Süleyman Seyfi Öğün yazdı;
Artık eskidi, unutuldu derken son zamanlarda bu kavramlar yeniden tartışılmaya başladı. Türkiye’de kimin ne kadar ve kime, neye göre solcu ve sağcı olduğu husûsunun hayli belirsiz olduğu söylenebilir. Bu durumun Türkiye’ye mahsus olduğu da sıklıkla dile getirilir. Bir zamanlar ben de öyle düşünürdüm. Ama artık, üstelik hayli berrak bir şekilde bu belirsizliğin küresel bir nitelik hâline geldiğini görebiliyorum.
Sol ve sağ kavramlarının dönemsel mevzilenmeler olduğunu düşünüyorum. Siyâsal dünyânın formel, yâni içi boş kodlarıdır bunlar. Bütün mesele bu kodların içinin nasıl doldurulacağıyla alâkalıdır. Veri bir evrede “birilerinin, diğerlerine göre” kendilerini solda veyâ sağda târif edebilmeleri mümkün olabilir. Burada kullanılan kriterlerin ne olduğuna bakmak gerekir; ama aynı kriterlerin ilânihaye devâm etmeyeceğini bilerek..
Solda veyâ sağda olmak, siyâsal diyagramlarda bu sıfatları taşıyanlar için en başta bir hissediştir. Bu hissedişler insanlara şöyle böyle bir tutunum sağlar. Mevzilenmeler his yoğunluklu olduğu için akılcı, evrensel ve değişmez standartlarla tâkip edilmeleri de her zaman kolay değildir.. O zaman yapılması gereken, veri bir zaman ve mekânda kendisine solcu veyâ sağcı diyenleri kendi ilişkileri içinde anlamaya çalışmak olabilir. Bunun da pratik bir yolu olduğunu düşünüyorum. Soru şöyle de sorulabilir: Kim kime karşı, nerede ve hangi şartlar altında ve ne üzerinden kendisini solcu veya sağcı hissediyor? Ben sol ve sağ kavramlarını birer sendrom olarak takip edilmeye süreçler olarak görmeyi tercih edenlerdenim. Böylesi daha dinamik bir kavrayış sağlayabilir geliyor bana.
Ama bunlar gerek sol, gerek sağın, adına ideoloji denilen bir fikir târihi olduğunu da unutturmamalıdır. (Zaten sağ ve sol sendromlar, akılcı temellere sâhip bu fikir târihinin dogmatik yapılarının tematik savrulmalarına karşılık gelir). Sol ve sağ fikriyatın ortak niteliği kâhir ekseriyeti orta sınıftan gelen mütefekkirler tarafından meydana getirilmiş olmalarıdır. Bu insanlar aslında birer hikâye anlatıcıdırlar. Hikâye anlatmak, bilhassa burjuva dünyâlarda hayâtı yeniden “inşâ etmek” veyâ “ihyâ etmek” arzusunun fonksiyonudur. İdeologlar, tanrıdan olmasa bile peygamberlerden rol çalan adamlardır. Târih ve topluma müdahale etmek değil midir ideolojilerin baskın iddiası? Mesele bu iddiaların nitelikleriyle alâkalıdır. Baştan başa veyâ kısmen yeniden inşâ etmek sol bir iddiadır. Buna mukâbil baştan başa veyâ kısmen “korumak” veyâ “ihyâ etmek” sağ bir iddiadır. Kanaâtimce ayırım buradadır. Devrimciler ve reaksiyonerler ile evrimciler ve tâmirciler bu temel ayırımın içinden süzülerek kendi içlerinde ayrıca ayrışırlar. Ilımlı sağ, ılımlı sol ile reaksiyoner sağ ve devrimci sol arasındaki mâhut ayrışmalardır bunlar.
Burada hayli sancılı olan süreçlerin, “kurumsal” ve “toplumsal” göndermeler arasında yaşandığını düşünüyorum. Sol, veri kurumsala, toplumsaldan yana bir îtirazdan doğar. Burada toplumsal düşünce ve göndermelere, daha çok dışlanmışlık, baskılanmışlık gibi temalar eşlik eder. Ben buna, daha metaforik olarak “evin dışında kalmışlık hissi” diyorum. Metaforu devâm ettirelim: Ev babanın evidir. Ama baba, gözdeleri hâriç, çocuklarının kısm-ı âzâmını ihmâl eden bir babadır. Ev çocuklara yeniden açılmalı; bunun için de ya yıkılıp yeniden inşâ edilmeli veyâ kuvvetli bir tâdilâta gidilmelidir.
Mücâdelenin kazanılması yetmiyor. Süreci idâre edenler, ilk başlarda elbette bizzat kendileri dışlanmış oldukları için her dışlananın kendileri gibi olduğunu düşünseler de bir zaman sonra bunun böyle olmadığını idrâk ediyorlar. Kimin eve ne kadar yakıştığı mesele hâline geliyor. Buna göre eve giriş yine birileri için kayda kuyuda bağlanıyor. Döngü yeniden başlıyor…
Bu yıkım ve tâdilât işini ağır bulanlar, belki de en başta evin; yâni kurumsal dünyânın sâhib-i aslîsi olduğuna hükmetmiş kuvvetlerdir. Ama o kadar da yalnız oldukları söylenemez. Toplumsalın içinde yıkım ve tâdilât işlerinden ürken, korkan kim varsa yanında bulacaktır. Burada yol gösterici olan ana dürtü ve fikir “korumacılık”; en fazlasıyla “tâdilat” değil, olsa olsa “tâmirattır”. Sağcılık bütün kütlüğü ile budur.
Ama daha trajik olan solun durumudur. Evin dışından, hattâ evin güvenli bir odasından atıp tutmak, ileri geri konuşmak kolaydır. Mesele ev hayâtının bir düzen gerektirmesiyle alâkalıdır. Burada en devrimci fikirlerin bile nasıl bürokratikleştiği, resmîleştiğini görebiliyoruz. Kabûl edelim ki, düzen kurmak düzeni değiştirmekten her zaman daha zordur.