ABD hükümeti 18 Aralık´ta yayınladığı bir belgeyle yeni ulusal güvenlik stratejisinin ana hatlarını açıkladı. Başkan Donald Trump´ın "Önce Amerika" söyleminin devamı niteliğindeki belge, pek tabii ki, kimseyi şaşırtmadı. Olaya Trump açısından bakıldığında, başkanlığı Amerika´yı yeniden büyük ve güçlü kılmak, ABD´nin uluslararası ilişkileri şekillendirebildiği eski dünya düzenini yeniden kurmak için son bir fırsat gibi görünüyor. Ama dünya Soğuk Savaş´ın sona ermesinden bu yana çarpıcı biçimde değişti. Ortaya hiç kimsenin hakimiyetini ilan edemeyeceği yeni bir dünya düzensizliği çıkıyor ortaya. Trump yönetiminin geçmişin özlemini yansıtan, ileriyi görmekten aciz gündeminin sonuçları ne olacak?
Barack Obama yönetimindeki ABD hükümeti görevde olduğu sırada, ortalıkta Dışişleri Bakanlığı´nın karşılaştığı zorluklardan birinin güç kaybını yönetme şeklinde tanımlandığı rivayetleri dolaşıyordu. Aslında bu durumun yanlış teşhisinden ibaret olabilir. Muhtemelen Dışişleri Bakanlığı Amerikan dış politikasını değişen dünya koşulları ile uyumlulaştırmaya çalışıyordu. Eski formülde ABD, piyasa ekonomisine sahip bir demokratik ülkeler topluluğunun lideriydi. Soğuk Savaş´ın bitmesinin ardından oluşan genel atmosfer, tüm ülkelerin işbirliğine yöneldikleri bir iktisadi refah ve demokratik barış dönemine girildiğini varsayılıyordu. Geriye dönüp bakıldığında bunun sadece hayal olduğu görülüyor. Sovyetler Birliği´nin sona ermesi ile birlikte dünyadaki büyük güçler arasında rekabetçi ilişkilerin de mutlaka sona ereceği anlamına gelmediği kısa sürede anlaşıldı.
Yeni Amerikan politikasında ABD kendini, yönlendirmeye çalıştığı ülkeler topluluğunun diğer üyelerinin çıkarlarını dikkate almadan, sadece kendi ulusal çıkarlarını güden bir ulus devlet olarak görüyor. Bu yaklaşım şüphesiz temel bir siyaset değişimine işaret ediyor. Güvenlik belgesi, Trump yönetiminin aşırı milliyetçi çizgisinin siyaset belgelerine aktarılmaya başladığını gösteriyor.
Hayır kesinlikle değil. İkinci Dünya Savaşı´ndan sonra siyasi ayağını Birleşmiş Milletler´in, iktisadi ve sosyal ayaklarını ise Dünya Bankası ve IMF, Dünya Sağlık Örgütü, FAO gibi diğer kurumların oluşturduğu dünya yönetişim sistemi ağırlıklı olarak ABD tarafından tasarlanmıştı ve sözde ?özgür dünyanın? çıkarlarına hizmet ediyordu. Tabii bu düzenlemeler, aynı zamanda, ABD´ye dünyayı yönetmek için araçlar da veriyordu. Ancak, bu sistem artık küresel toplumun çıkarlarına iyi hizmet etmiyor. Buna en iyi örnek BM Güvenlik Konseyi´dir. Beş sürekli üyeden herhangi biri BM Güvenlik Konseyi´nin karar almasını engelleyebiliyor. Daimi üyelerden ABD bir süper güç, tamam. Rusya da güvenlik alanında bir dünya gücü, bunu da kabul edelim. Çin de orada, bu da iyi. Ama başka ülkelerin de o masada olması gerekir. İngiltere ve Fransa orada ne arıyor? Mevcut dünya gerçeklerine göre artık orada olmamalılar. Reform gerekiyor.
Soğuk Savaş döneminde ABD özgür dünyaya egemendi. Soğuk Savaş sona erdiğinde, bir an için ABD kendisinin yegane küresel güç olduğunu sandı. Tek kutuplu bir dünyadan bahsedilmeye başlandı ama kısa bir sürede tek kutuplu bir dünyanın sürdürülebilir yapı olmadığı anlaşıldı. Dünya siyasetine iki rakip tarafın -Amerika ve Sovyetler Birliği- egemen olduğu dönemde, her iki kampın üyeleri kendi kamplarının liderinin isteklerine uymak için kendilerini daha fazla baskı altında hissediyordu. Ama tek kutuplu bir dünyaya geçildiğinde tüm ülkeler kendi dış politikalarında deneyler yapmaya, iktisadi politikalarında da daha bağımsız çizgiler izlemeye başladılar. Buna karşılık, ABD´nin dünya siyasetine tek başına egemen olma beklentisi gerçekleşmedi.
ABD´nin yeni güvenlik doktrinini açıklamadan önce izlediği politikaları incelediğimizde, Obama yönetiminin hem Trans-Pasifik Ortaklığı hem de Avrupa ile ortaklık yoluyla (TTIP) inşa etmeye çalıştığı bir iktisadi düzenin imha edildiğini gözlemledik. Trump yönetimi bu girişimleri zararlı bulmuştu. Benzer şekilde, Trump İran´la yapılan anlaşmaya da ABD´nin şimdiye kadar yaptığı en kötü anlaşma diyerek saldırdı. Bu davranışlar, ABD yönetim kadrosunun dünyaya bakış açısında ciddi bir değişime işaret ediyor. Öyle görünüyor ki, ABD dünyayı Ruslarla aynı gözlüklerle görmeye başladı; yani, dünyadaki egemen konumunu korumanın tek yolunun, toplumlar arasında daha açık ve çok yönlü etkileşimler değil, güvenliği ön plana çıkaran ilişkiler olduğunu düşünmeye başladı.
Sorun şu ki, dar tanımlanmış ulusal çıkarlara göre hareket etmek moda olduğunda, tüm ülkeler bu şekilde davranmaya başlıyor. Bu, muhtemelen ülkelerin uluslararası ilişkilerini düzenlemeleri açısından en çok fayda sağlayan yaklaşım değil. Uluslararası işbirliği ve uluslararası ilişkileri düzenleyici çerçevelerin geliştirilmesi, daha öngörülebilir bir uluslararası ortam oluşturduğu için, uzun vadede tüm ülkelerin çıkarlarına daha iyi hizmet eder. Ayrıca, yapısı ve kuralları yerleşik bir düzen bazı ülkelerin diğer ülkelere karşı kontrolsüz tepkilerine karşı bir denetim ya da sınırlama getirir. Maalesef, ABD ve Rusya sadece milliyetçi çizgileri doğrultusunda davrandıkları zaman, diğer tüm ülkeleri de bu doğrultuda davranmaya itiyorlar.
Uzun vadede ortaya çıkacak yapının, başlangıç aşamasını dizginlenemeyen ulusalcı tavırların birbiriyle rekabetinin oluşturacağını ve bunu çok taraflı bir düzensizlik ortamının izleyeceğini tahmin ediyorum. Bu gelişme birçok ülkedeki iç siyasi gelişmelerle - popülist sağ kanat partilerin iktidara gelmesiyle ? körükleniyor. Bu partiler genelde yabancı düşmanı, aşırı göçmen karşıtı ve genelde ırkçı ve bağnaz eğilimlere sahipler. Bu tür gelişmeler ülkelerin uluslararası alanda işbirliği yapmasını zorlaştırıyor. Ama umalım ki bu sadece daha iyi dünya düzenine giden yola karşı son ümitsiz direnişler olsun.
Kaynak:Dünya