Maalesef dünya kamuoyu 214 gündür Rusya’nın ana sebebi NATO üyeliğine karşı duruş olsa da sebepleri halen çok açık olmayan ve kolay kolay anlaşılmayan bir mazeretle Ukrayna’yı işgal etme girişimini kanıksamış görünmektedir.
İki kutuplu dünyanın Soğuk Savaş döneminde doğu ile batı arasındaki çekişmenin baş aktörleri olan Amerika Birleşik Devletleri ( ABD) ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasındaki mücadele 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile yeni bir çehreye bürünmüştür.
İlk başlarda sanki Sovyetlerden ayrılan ve bağımsızlığını ilan eden ülkeler sadece “yeni dünya düzeni” denilen Batı tarzı kapitalist tüketim kültürüne uyum sağlamakta zorlanabilirlerdi. Onun dışında ise üretime dayalı sağlam altyapıları ile varlıklarını kolaylıkla sürdürebilirlerdi. Zaten Sovyetler Birliği döneminde bu ülkeler arasında üretim açısından coğrafi özellikler ve insan kaynakları bakımından bir iş bölümü yapıldığı demir perdenin aralanmasından sonra görülmüştü. Petrol gibi doğal kaynaklara sahip Kazakistan veya Azerbaycan gibi ülkeler petrol üretimi ve rafinerileri ile öne çıkmışlardı. Tarıma elverişli olanlar zirai üretimde veya nükleer enerji santralleri ile genel refaha katkı sağlamaktaydı.
Dünyanın adını ilk defa 1986 Nisan’ında duyduğu Çernobil nükleer santral kazası bugünkü Ukrayna’nın kuzeyinde Pripyat adındaki bir kasabada kurulmuş bir tesisti. Verimli tarım arazilerine ilaveten o dönemki Ukrayna bölgesine bir de enerji santrali kurulmuştu. Kaza ilk günlerde dünya kamuoyundan saklanmaya çalışılsa da rüzgâr gibi iklim şartları sebebiyle radyasyon çevre ülkelere yayılmıştı. Belki de dışarıdan gözlemlenemeyen ve bu nedenle de çok güçlü olduğu düşünülen Sovyetler Birliği ilk defa bir zayıflık ve beceriksizlik emaresi göstermişti. Kazaya müdahale tarzı, saklamak için algı operasyonları yapması ve suçlamaları hiç kabul etmemesi belki de dağılma sürecinin başlangıcı olmuştu.
Ülkemizde ilkokul çağlarından itibaren -Amerikan yanlısı bir eğitim müfredatının da etkisiyle- Sovyetler Birliği daha doğrusu Rusların “sıcak denizlere ulaşma” arzusunun hep canlı olduğu herkesin malumudur.
Bu istek hiç bitmediği gibi bir fırsatını bulduğunda ortaya çıkmaktadır. Mesela 1978-1992 Afgan Savaşı sırasında yönetimi darbe ile ele geçiren sol görüşlü askerler ile muhafazakâr siyasetçiler ve halkın büyük kesimine karşı Sovyetlerin yüz binleri bulan askeri kuvvetlerle işgalini desteklemeleri dünyayı şaşkına çevirmişti. Mücahidin adı altında bu işgale karşı savaşan Afgan halkı ilk önce Sovyetleri ülkeden çıkarmayı başarsa da ardından terörle mücadele mazereti ile bu sefer ABD işgaline maruz kalmıştı. Çok yakın zamanda ABD’nin terk etmek zorunda kaldığı ülke halen istikrarsızlıkla mücadele etmektedir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından hoşnut olmayan bir grup siyasetçi sürekli olarak bağımsızlığını ilan eden ülkeleri işgal girişimlerinde bulunmaktan çekinmemişlerdir. Kafkaslarda yaşanan 2008’deki Gürcistan üzerine saldırıları veya Çeçenistan’ın bağımsızlık mücadelesini kanlı bir şekilde bastırmaları filan hep emperyalist bir amacın olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ellerine geçen ilk fırsatta Kazakistan veya Özbekistan’a asker göndermekten çekinmedikleri zihinlerde hâlâ tazeliğini korumaktadır.
Aslında ABD’nin Latin Amerika’ya bakışı neyse, Rusya’nın eski Sovyet Cumhuriyetlerine bakışı da aynıdır.
Bunun yanında 1940’larda yerlerinden yurtlarından edilen ve dünyada Sovyet tarzı zorla yer değişimi yapılan halklardan olan, soydaş olmamız hasebiyle bizi de en çok ilgilendiren Tatarlardır. 1991 yılındaki Ukrayna’nın bağımsızlığı sonrası daha önce zorla göç ettirilen Ukrayna etnik kimliğine sahip gruplarla birlikte Kırım Tatarları da anavatanlarına dönmeye başlamışlardı.
Diğer yeni bağımsızlığını elde etmiş ülkelerde olduğu gibi Ukrayna’da da siyaset Rusya yanlısı gruplar ile Batı taraftarı gruplar arasında politik mücadeleye sahne olmuştur. Bağımsızlık sonrası ülkede geriye kalan Ruslar tıpkı Yugoslavya’nın dağılmasından sonra gerek Hırvatistan gerekse Bosna’da kalan Sırplar gibi Sırbistan veya Rusya’ya bağlanmak için huzursuzluk çıkarmaktadırlar. Bu grupların güvenliği de başta Vladimir Putin olmak üzere Ruslar tarafından bir mazeret olarak kullanılıp müdahale sebebi sayılmıştır. Nitekim Kırım’da da benzer şekilde Rusya yanlıları parlamentoda bir grup oluşturmuşlar ve 2014 yılında sözde bir meclis iradesi ile Rusya’ya bağlanma kararı alabilmişlerdir. Aylarca süren meşhur Maidan gösterileri kanlı bir şekilde Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı ile sona ermiş gibi görünmüştür. Bu haksız ve kanunsuz ilhak Ukrayna halkı üzerinde menfi bir tesir bırakmış ve bu tedirginlik her seçimde ve her parlamento kararında hissedilmiştir. Seçimler hep sanki Batı yanlısı politikalar ile Rusya’ya bağlanmak isteyenler arasında bir referanduma dönüşmüştür.
Sovyet yayılmacılığı kılık değiştirerek Rusya maskesi altında faaliyetlerini sürdürmüş ve bir türlü pes etmemiş ve hep bir fırsat kollamıştır. Ukrayna’nın Rusya ve artık Rusya’nın ilhak ettiği Kırım sınırlarına yakın olan Donbas ve Luhansk gibi şehirlerinde bulunan Rus yanlıları bahane edilerek, sadece bu bölgeleri değil tüm Ukrayna 24 Şubat 2022’de işgal edilmeye çalışılmıştır. Öne sürülen mazeretler ülkenin NATO’ya girmesinin Rusya’yı tehdit edeceği gibi bir şarta bağlanmıştır. Sanki Ukrayna NATO’ya veya Avrupa Birliği’ne üye olmaktan vazgeçerse ve Rusya NATO ile komşu olmazsa işgal edilmeyecekmiş gibi söylemler dile getirilmiştir. İlk başlarda ana gerekçe olan bu yaklaşım haklıymış gibi sunulsa da Putin’in zaman içindeki açıklamaları Rusya’nın aslında bu işgali uzun zamandır tasarladığını göstermiştir. NATO’nun genişleme planları elbette bölgesel gerçeklere aykırıdır. ABD Karadeniz’de kalıcı olmak gibi plan yapmaktadır. Bunu elde etmek için Türkiye’yi de bir şekilde ikna etmek istemektedir. Ancak Rusya bu krizi doğru yönetememiş, hem de 21. yüzyılda bir başka ülkeyi işgal girişiminde bulunarak büyük bir stratejik hata yapmıştır. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal ederken gerekçeleri neyse, Putin’in Ukrayna’yı işgal hedefi üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Askeri güçlerine bakıldığında Rusya’nın birkaç gün içinde olmasa bile birkaç ay içerisinde ülkenin başkentini ele geçirebileceği ve nihai olarak Ukrayna’yı kendisine bağlayacağı sanılmıştır. Ama işler yayılmacı işgalcilerin beklediği gibi yolunda gitmemiş ve yedi aydan fazla bir süredir hemen her gün bu haksız işgal mevzi kaybetmeye başlamıştır.
Rusya’nın başarısızlığı Devlet Başkanı Vladimir Putin’i daha da çok endişelendirmiş ve kendisi Özbekistan’da Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısındayken daha önce kayda alınmış bir konuşma ile ülkede kısmi bir seferberlik ilan ederek üç yüz bin kişilik bir yedek ordu kurma kararı almıştır. Tüyleri diken diken eden, “Blöf yapmıyorum, ülkemizi (herhalde menfaatlerini demek istiyor) korumak için gerekirse nükleer silah bile kullanabiliriz” şeklinde açıklamalar bile yapabilmiştir. Petrol ve doğal gaz gibi “soft power” unsurlarını masada doğru kullanamayan Putin, yaptırımlar karşısında bunları bir silah gibi göze sokmaktan çekinmemektedir.
Böyle bir Putin’in sağlıklı kararlar alabilmesi pek mümkün değildir. Sefer görev emri alacak genç insanların henüz bir askeri eğitim almadıkları ve belki bazılarının nüfuzlu ailelerden gelmeleri ülke içerisinde genel bir hoşnutsuzluk meydana getirmiştir. Sosyal medyada çıkan ülkeden ayrılacak uçaklara hücum edilmesi, bilet fiyatlarının astronomik bir şekilde artması ve çevrimiçi olarak uçakların takip edilmesi ülkeden kaçışları gözler önüne sermektedir.
Bu moral bozukluğunu “sadece Ukrayna’da değil tüm Batı’ya karşı bir savaş veriyoruz” gibi açıklamalar belki iletişimin bu kadar gelişmediği bir önceki asırda kabul görebilirdi ama büyük çoğunluğun her şeyden haberdar olduğu günümüzde ancak büyük bir hatanın göstergesi olarak kabul edilmektedir. ABD ile Avrupa Birliği arasındaki bakış farklılıklarını ve çıkar çatışmalarını doğru değerlendiremeyen Rusya güle oynaya tuzağa çekilmiştir. Vladimir Putin eliyle Rusya her geçen gün kendisini daha fazla yalnızlığa itmektedir.
Sonuç itibariyle dünya ne ABD’nin, ne de Rusya’nın emperyalist emellerinin bir aracı haline getirilmemelidir.
Savaşın soğuğunun silahlanma yarışı gibi dünyayı sonu olmayan bir kısır döngüye nasıl getirdiği görülmüştür. Herkes aklını başına toplamalı ve bir sıcak savaş ihtimalini denklemden çıkarmalıdır. Dünya ikiden büyüktür ve diğer ülkeler ABD-Rusya arasında taraf olmak zorunda olan ülkeler konumunda değildir.