31 Temmuz 2022 tarihinde yapılan ve yaklaşık 1,5 milyon kişinin girdiği kamu personeli seçme sınavı, 120 sorudan yaklaşık 20’sinin bir yayınevinin daha önce yayınlanan deneme sınavlarındaki sorularla büyük oranda benzer veya aynı olduğu gerekçesiyle iptal edildi. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Halis Aygün görevden alındı, adli ve idari soruşturma başlatıldı. Cumhurbaşkanının görevlendirdiği Devlet Denetleme Kurulu müfettişlerinin raporları ve yeni atanan ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Bayram Ali Ersoy’un açıklamaları sınav ile ilgili ortaya çıkan iddiaların büyük oranda doğru olduğunu göstermektedir. Kim veya kimler tarafından yapıldığı, örgüt veya cemaat/tarikat bağı var mıdır, sorular çalındı mı sızdırıldı mı, soru hazırlayan hocalar aynı zamanda özel yayınevleri ile de çalışarak soruları mı dağıttı veya yeni soru hazırlamak yerine yayınevlerinin deneme sınavlarından ÖSYM ye soru mu üretti? Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkündür. “Kol kırılır yen içinde kalır” veya “kurumları yıpratmayalım” gerekçesi altında adli ve idari soruşturma raporları kamuoyundan gizlenmez ise bu ve benzeri soruların cevaplarının kısa süre içerisinde ortaya çıkacaktır. Zira günümüz madde ve insan kaynaklarının ulaştığı uzmanlık düzeyi hiçbir şeyin gizli kalamayacağını, her türlü adımın mutlaka bir iz bıraktığını veya bir yerlerde kaydedildiğini göstermektedir.
Bu olayların üzerine görüşlerini açıklayan sosyoloji eğitimli önceki YÖK başkanlarından biri bu tür olayların yeni olmadığını, soruların çalınma, sızdırılma, kopyalanma veya teknolojik olanaklarla uzaktan erişilme girişimlerine her zaman maruz kaldıklarını ifade etmiştir. Haklı olarak adli, polisiye veya istihbari tedbirler yerine sınav sisteminin ve mantığının gözden geçirilmesini önermiştir. KPSS skandalı nedeniyle projeksiyonların sınav sistemi üzerine çevrilmesi ve mevcut sistemin sorgulanması gerekirken kişiler ve olay örgüleri üzerinden magazinel boyutların ön plana çıkması, üst düzey devlet yöneticilerinin, eğitim bakanlığı yetkililerinin ve YÖK bürokratlarının gerçek sorun ile yüzleşmekten kaçındıklarını göstermektedir. Bardağı taşıran damla olarak kamuoyunun gündemine giren sınav skandalı, gerçekten da bardağı taşıran son damladır ve daha önce defalarca bardağı taşırmaya devam etmiştir. Yapılan açıklamalara ve geçmiş anılara bakıldığında bizzat yöneticiler, uzmanlar, akademisyenler ve savcılar eliyle sorular çalınmış, sızdırılmış, dağıtılmış ve yandaşlara ulaştırılmıştır. Olağanüstü tedbirlere ve güvenlik önlemlerine rağmen geçmişte bu tür usulsüzlükler ayyuka çıkmış, yüzlerce kişinin eşyanın tabiatına aykırı şekilde aynı doğru ve yanlışları işaretlediği tespit edilmiş, basit problemleri bile çözemeyen adaylardan çok yüksek puan alarak çok iyi yere yerleşen olduğu tespit edilmiştir.
En sonda söyleyeceğimizi burada söyleyerek devam edelim: Sorun sınavın adı, soru kalitesi, güvenliği ve uygulaması ile ilgili değildir! Sorun: insanları ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirmek yerine oldukça ilkel ve basit bir şekilde yukarıdan aşağıya sıralama anlayışından kaynaklanmaktadır. Gelişmiş, demokratik ve insan haklarına önem veren bütün ülkeler yaklaşık yarım yüzyıldır bu ilkel uygulamadan vazgeçmiş olmasına karşın Türkiye Cumhuriyetinde göreve gelen ve bu konuda çalışma yapmayan başta eğitim bakanlığı ve YÖK yetkilileri olmak üzere bütün üst düzey yöneticiler bu suça ve yanlışlığa ortak olmaktadır. Mevcut sınav sistemi insan öğüten, harcayan, rastgele öğrencileri üniversitelere dağıtan ve aslında çok çalışkan ve zeki en fazla 20-30 bin öğrenci/aday için milyonlarca kişiyi kullanan bir sistemdir.
Artık günümüzde her anne babanın bildiği, en basit kişisel gelişim kitapları ve programlarında dile getirilen, eğitim gerektirmeden ortalama insan dağarcığında yer alan temel bir gerçek vardır: bireylerin ilgi ve yetenekleri farklı olduğu için ölçme ve değerlendirme sistemi de farklı olmalıdır. Bireysel farklılıklardan dolayı aynı anne babadan olan ikizler bile farklılaşmaktadır. Yetişme ortamı, geçmiş deneyimler, sosyo ekonomik ve kültürel faktörler öğrencileri farklılaştırmakta, biçimlendirmekte ve dolayısıyla ilgi ve yetenekleri şekillendirmektedir. Bu gibi farklılıklardan dolayı klasik bir ifade ile balığı ağaca tırmandırarak, zürafayı yüzdürerek, kaplumbağaya ise koşturarak ölçemezsiniz, değerlendiremezsiniz ve hayat yarışına sokamazsınız. Eğer böyle yaparsanız en büyük yanlışlığı, haksızlığı, adaletsizliği ve zulmü işlemiş olursunuz. Maalesef bizim ülkemizde yarım yüzyıldır yapılan budur. KPSS gibi memur sınavları ile alınacak kurumla ilgili hiçbir bilgi ve yeterlik durumuna bakılmaksızın teknik, ezber ve teorik hızlı soru çözme becerisine dayalı olarak sıralama yapılmaktadır. Lise ve üniversite giriş sınavlarının durumu daha içler acısıdır. Zorunlu eğitim kapsamında olan bütün ilk-orta-lise kademelerindeki eğitimin niteliğini arttırmak ve her öğrenciye aynı kalitede eğitim-öğretim sunmak zor olduğu için okullar arasında kalite-nitelik-puan sıralaması yapmak daha kolay gelmektedir. Her mahalledeki okulun kaliteli eğitim sunabilmesi ve programda kazandırılması gereken hedeflere ulaşabilmesi için okul-yönetici-öğretmen bazlı çalışmalar yapmak zor geldiği için puan sıralamasına göre öğrencileri etiketlemek daha pratik ve kullanışlı gelmektedir. Adı fen, sosyal, proje olan liselere girebilecek yaklaşık 40-50 bin öğrenciyi seçebilmek için milyonlarca öğrenci elekten geçirilmektedir. İlkel bir şekilde yaklaşık yüzde 5’lik dilime girebilecek öğrencileri seçebilmek, ayrıştırabilmek ve onlara özgü özel ortamlar oluşturabilmek için öğrencilerin yüzde 95’i kullanılmaktadır. Yüzde 5’lik dilime giren öğrenciler seçildikten sonra diğer öğrenciler kalan okullara dağıtılmaktadır. Benzer durum üniversite sınavları için de geçerlidir. Sayıları 10’u geçmeyen seçkin üniversite ve bölümdeki sınırlı kontenjana girebilecek öğrenciler için sınav yapılmakta, bunun dışında kalan adaylar her ile açılan, genellikle kontenjanları arttırılan ve baraj sınırı olmayan üniversite ve bölümlere dağıtılmaktadır. Eski çağlarda soy, ırk, kan ve sosyo ekonomik statü üzerinden sürdürülen sınıf-kast sistemi modern dönemlerde zeka, başarı, aile yapısı ve sosyo ekonomik statü üzerinden devam ettirilmektedir. Fakir, yoksul, köyde yetişmiş veya çobanlık yapan birkaç öğrencinin bu zinciri kırarak yüksek başarı göstermesi büyük resim içerisinde çok küçük bir nokta olmaktan öteye gitmemektedir. Zaten bu gibi birkaç örneğin basında, sosyal medyada ve kamuoyunda flaş bir gelişme olarak günlerce konuşulması bile bu durumun ne kadar sıra dışı ve olmaması gereken bir durum itirafından başka bir şey değildir. Olağandışı ve olmaması gereken bir durumdur, çünkü başarılı olması gerekenlerin gittiği üniversite ve bölümler bellidir, diğerleri arkadan gelmelidir.
Sonuç yerine…
Bu satırları okuyan ve bu konuda çalışma yaptığı itirazında bulunabilecek mevcut ve geçmiş eğitim bürokrat ve yöneticileri olabilir, ancak bu konuda yeterince çalışma yapmadıkları ve bu konuyu önemli bir eğitim sorunu olarak dile getirmedikleri için sorumluluk payının yüksek olduğunu söylemek gerekmektedir. Eğitim bilimci veya rektör olmak veya isminin başında prof. dr. ünvanı yetmemektedir. Ülkenin ve eğitim sisteminin sorunlarıyla dürüstçe yüzleşmek gerekmektedir. Peki çözüm nedir? Çözüm çok boyutlu olmakla birlikte yeni bir insan ve medeniyet tasavvuruna sahip olmaktan geçmektedir. Nasıl insanlar yetiştirmek istiyoruz? Hangi özelliklere, niteliklere, değerlere ve alışkanlıklara sahip bireyler yetiştirmek istiyoruz? Batıcı, kapitalist, yarışmacı, rekabetçi, teknolojik, benmerkezci? Öğretim programları ile hangi nitelikleri ve değerleri kazandırmayı hedeflemekteyiz? Paylaşmayı mı, rekabeti ve daha çok kazanmayı mı? Geçmiş ve gelecek tasavvurumuz nasıldır, hangi tarihi birikimle nasıl bir gelecek hayalini öğrencilere aşılamaktayız? Kısaca sınav skandalı ile ortaya çıkan problemin kökleri derinlere uzanmaktadır. Mekanik bir şekilde, teorik ve ezber mantıkla hazırlanmış soruları hızlı çözme becerisine dayalı olarak yukarıdan aşağıya doğru sıraladığımız, ilgi ve yeteneğini dikkate almadığımız çocuklar ve gençler ortaya çıkan sorunun/buzdağının sadece görünen kısmıdır. Derinde yatan buzdağının görünmeyen kısımlarını dikkate almadığımız sürece daha komplike, organize ve profesyonel kopya-hırsızlık olaylarına hazırlıklı olmak gerekmektedir. Yolsuzluğa eğilimli insanların en az tedbir alması gerekenlerden kadar hatta ortaya çıkan duruma bakıldığında daha sistemli ve organize çalıştıkları anlaşılmaktadır. Son on yılda değişik boyutlarda ortaya çıkan kopya yolsuzluklar aslında çok daha önceleri de var olan ancak kitleselleşmeyen, organize hale gelmemiş ve sınırlı bir kesimin nemalandığı durumdan ibarettir. Çözüm ise elemeye, seçmeye ve sıralamaya dayalı bir sınav sistemi yerine ilgi ve yeteneklere göre doğru teşhis ve yönlendirmelerde bulunan bir sistem inşa etmekten geçmektedir. Böyle bir irade ve çaba öğretmen ve ailelerle paylaşıldığında ve en önemlisi insanımız ve geleceğimiz için ciddiyetle kamuoyunda tartışıldığında büyük oranda karşılık bulabilecektir. Nüfusu Türkiye kadar olan gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler güç aktarımı yaparak, yerelleşerek, merkezileşmeden uzaklaşarak, bütün okul ve kurumları nitelikli hale getirerek, demokratikleşerek ve en önemlisi liyakat ve ehliyet temelinde bir devlet örgütlenmesine geçerek bu tür sorunları minimuma indirmişlerdir. Türkiye’nin nüfusu, öğrenci sayısı, dağıtılan tablet sayısı, jeopolitik konumu, düşman envanteri, milli birlik ve beka söylemi, olağanüstü şartlar metaforu gibi maske ve mazeretler dile getirilmeye devam edildiği sürece bir 50 yılı daha kaybetmeye şimdiden hazırlıklı olmak gerekmektedir. KPSS skandalına hemen el koyarak gerekli adli ve idari tedbirleri devreye sokan yönetim iradesi sonuç aşısından önemlidir ve anlamlıdır ancak buzdağının arkasında yatan ve soruna asıl kaynaklık eden nedenler irdelenmediği ve sorgulanmadığı sürece daha organize, siber ve komplike skandallara hazırlıklı olmak gerekmektedir.
Kaynak: Farklı Bakış