Umûmî nazarda, siyâset ve diplomasi arasındaki münâsebetler kaba bir değerlendirmenin konusu olur. Diplomasi, siyâsetin dış yüzü olarak görülür. Hattâ diplomasi, siyâsetin aynası gibi algılanır. Buna göre diplomatik bir süreç, siyâsette pişen bir yemeğin “dışarıya” servisi gibidir.
Yukarıdaki tespit, kısmen doğru; ama daha fazlasıyla da yanlıştır. Elbette, siyâsetten kopuk bir diplomasinin olamayacağını kabûl ediyorum; ama, bu iki küre arasındaki irtibâtın, bir basitlemenin konusu olamayacak kadar karmaşık ve nâzik olduğunu ıskalamanın ne kadar fâhiş bir hâtâ olduğuna da şerh düşerek..
Siyâset biliminin kurucu babası olarak kabûl edilen ve bizim İslâmî kaynaklarda da bu vasfı ağırlıklı olarak vurgulanan Aristo (Muallim-i Evvel) , klâsik eserlerinden birisi olan Retorik’de (Söylem), iknâ edici eylemin kaynaklarını aydınlatmak adına üçlü bir ayırım yapar. Bunlar sırasıyla, ethos, pathos ve logos’tur. Mânâ dünyâsı bir hayli yüklü ve Türkçe’de maalesef birebir karşılıklarını bulmakta zorlanacağımız kavramlardır bunlar. Açalım…
İlki, yâni ethos, gelenek, alışkanlık, duruş, vb mânâları ihata eder. Burada konuşanın karakteri, kim olduğu sezgisel bir alâkanın, sempatik bir yakınlığın konusudur. Yâni konuşan belirleyicidir.
Pathos ise, konuşan ile dinleyen arasında, daha çok duygusal bir karşılıklılığı verir. Burada konuşan, dinleyen ile duygusal bir bağ, daha doğrusu, empati geliştirir.
Logos ise, sezgisel-sempati ile duygusal -empatinin dışında kalan daha üst bir küreye işâret eder. Söylemin iknâ edici olması için mantıksal bir tutarlılığa oturması gerektiğini ifâde eder.
Siyâsal söylem, bu üç ilkenin arasında dolaşır. İknâ edici ve meşrû olması için üçünü, dengeli, ölçülü bir şekilde kullanması, aralarındaki geçişi incelikli bir şekilde sağlaması gerekir.
Konvansiyonel siyâset bu üçlü arasındaki genel dengesizlikleri doğurur. Târihsel düzlemde Patrisyen-Plebyen veyâ bizdeki karşılığıyla Havass-Avam münasebetlerinde yer yer bu dengesizlikler hep görülmüştür. Ama siyâsetin demokratikleşmesi ve meşrûiyet meselesini demokratik ilkelere bağlaması, kabûl etmeliyiz ki, ethos ve ondan daha çok pathos’u her zamân olduğundan daha baskın kılmıştır. Siyâsal teorilerin kurgu veyâ varsayımları başka şeyleri söylese de, seçmen davranışları ve tercihlerinde sempati-empati bağları, akılcı hesaplamaları baskılar. Bilhassa kriz devirlerinde bunu çok daha berrak bir şekilde tâkip edebilmek mümkündür.
Ekonomi ile siyâset arasındaki temel farklılık, ilkinin ethos ve pathos ile yüklü bir bagajı olması, diğerinin, yâni ekonominin ise katıksız bir logos’a sâhip olduğu yolundaki genel kabûldür. Ekonomizm, yâni ekonominin müdahalesizliğini savunan düşünce, bu farklılığı aşırılaştırılmasından beslenmiştir. Gelin görün ki, ekonomideki üretici ve tüketici davranışları da benzer nitelikler kazanmıştır. Akıldışı yatırımlar, akıldışı tüketim tercihleri son zamanların tipik ve şaşırtıcı davranışları olarak ihmâl edilemeyecek boyutlar kazanmıştır. O kadar ki, kapitalizmin ileri yatırımcı evrelerini kumar kapitalizmi (gambling capitalism) olarak târif edenler azımsanmayacak kadar çoktur. Tüketim dünyâsında ise marka fetişizmi, fantazmagorik reklâm dünyâsının kullandığı söylemler, bu söylemler üzerinden dağıttığı imgeler pek de ekonomik logos ile izah edilmesi kolay olmayan manzaralardır. Günümüz ekonomilerini ekonomik akılcılıkla, logosla temellendirmek, ethos ve ondan da baskın olarak pathos ile irtibatlandırmaktan daha zordur.
Siyâsal logos, ister kabûl edelim, ister etmeyelim kurumsallıkla alâkalıdır. Modern dünyâda ,sürdürülebilir ve başarılı siyâsetler, siyâsetin ethos ve pathos boyutlarını reddedip, dışlamayan, ama ona da teslim olmayan bir özerk kurumsal birikimden beslenir. Bunun en tipik göstergelerinden birisi de diplomasiyi, siyâset karşısında mümkün mertebe özerk kılmaktır. Siyâset dozunda kalmak kaydıyla pathos kaldırır. Ama diplomasi kaldırmaz. Eğer öyle olursa neticeler çok ağır gelir.
Türkiye’deki siyâset bir tuhaf seyrediyor. Pathos, yâni patetik siyâsetler, en başta siyâsal ethos’u aşındırıyor. Duruş kayıpları ve bozuklukları yaşanıyor. Dahası, kurumsal özerkilikler ve birikimler zayıflıyor.
Bu yazıyı ne için mi yazdım? Ârif olan anlamıştır…