Siyonist işgal rejimi, büyük bir başarı ile uygulayageldiği Oded Yinon Planı’nda yeni bir aşamaya gelmiştir. Bir yandan bu planını takır takır hayata geçirirken, diğer yandan da yeniden tedavüle koyduğu ve “normalleşme” adını verdiği “İbrahim Antlaşmaları” üzerinden hem dünyanın aklıyla alay etmekte ve hem de biz Müslümanların dumura uğratılmış akıllarımıza ve şu veya bu nedenle kendisine teslimiyetimize kahkahalarla gülmektedir.
Çünkü karşımızda, iddia ettikleri gibi normalleşen bir İsrail yok, kendisine boyun eğdirmek isteyen küresel bir ittifak var.
Sizler de kendi kulağınızla, bundan böyle masum insanları öldürmeyeceğine… İşgal bölgelerinde yeni mahalleler ve yeni şehirler inşa etmeyeceğine… Gazze ablukasını kaldıracağına… BM kararlarına uyacağına… Sınırlarını 1967 öncesine çekeceğine… Filistin Devleti’ni tanıdığını ve İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere soykırım uygulayan ülkelerden tazminat aldığı gibi Filistinlilere tazminat ödeyeceğine dair bizzat işgal rejiminden duymadığınız, duymanın da ötesinde bunları yaptığını görmediğiniz sürece inanmayınız!
Bir gerçeği yalın bir dil ile söylemek gerekirse, işgalci siyonist, sadece Filistinliler ve bölge halkları için değil, aynı zamanda dünya için de bir güvenlik sorunudur. BM’nin siyonist rejim hakkındaki kararları da bu gerçeği teyit etmektedir! Fakat insanlar, antisemit diye itham edilmekten korktukları için bu gerçeği dillendiremiyorlar.
İşgalci siyonist rejimin normalleşmek dayatmasıyla yapmaya çalıştığı şey, Oded Yinon Planını bir an önce gerçekleştirmektir. Bu plana göre, siyonist rejimin güvenliği için, Türkiye’nin de içinde olduğu birçok İslam ülkesi dinsel, mezhepsel ve etnik aidiyetler üzerinden bölmeli ve birbirine düşman yapılmalıdırlar. Bunu Sudan’da gerçekleştirdiler, Irak ve Suriye’de son aşamaya getirdiler. Diğer ülkelerde de yerli işbirlikçileriyle birlikte işlerinin başındadırlar.
Dolayısıyla Türkiye ve diğer İslam ülkeleri, kendilerine dayatılan “İbrahim Antlaşmaları’nı imzalamakla siyonist rejimin hem şimdiye kadarki ve bundan sonraki işgallerini ve insanlık suçlarını kabul ettiklerini, hem Oded Yinon Planı’nı onayladıklarını ve hem de Kudüs’ü siyonist rejimin başkenti olarak tanıdıklarını tasdik etmiş oluyorlar. Ki bunun da tek bir adı var; teslimiyet!
Burada ayrıntılarına girmeyeceğim, ama sizlerden istirhamım, üzerinden bir gün bile geçirmeden Oded Yinon Planı’nı bulup okumanızdır.
Siyonist rejimin, ülkeleri teslim alma hamleleri yeni değildir. 1979’da Mısır’a, 1994’te Ürdün’e ve 2020’de ise Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Sudan ve Fas’a istediği antlaşmaları imzalatmıştır.
Şimdilerde ise sırada siyonist rejim ve müttefiklerinin normalleşme tuzağına düşürmek için el ense yaptıkları Türkiye vardır.
Türkiye’nin, siyonist rejim için yeri ve önemi büyüktür. Çünkü siyonist rejimi tanıyan ilk İslam ülkesi olmasının yanı sıra istihbarattan askeriyeye ve ticaretten turizme kadar derin ilişkileri de var. Bu ilişkiler Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığından başlayarak, Cumhurbaşkanlığı boyunca en azından söylem düzeyinde daha onurlu bir noktaya getirildi, ama ikili ilişkilerde çoğunlukla belirleyici olan taraf yine ve hala siyonist rejimdir. Türkiye’yi de bu tuzağa düşürebilecekler mi, göreceğiz.
Kabul etmeliyiz ki, Müslümanlar olarak siyonist rejimin işleyegeldiği haksızlıklara karşı yükümlülüklerimizi yerine getirmediğimiz sürece başlarımız eğik ve onurumuz ezik olacaktır. Bugün, istisnasız bütün İslam ülkeleri olarak emperyalistlerin siyasi, ekonomik, kültürel ve kısaca çok yönlü kuşatmaları ve işgalleri altındayız. Öyle ki, emperyalistler, istedikleri İslam ülkesinde iç kargaşa ve hatta iç savaş çıkarma güç ve kabiliyetine sahiptirler. Bunun da nedeni, bazılarının iddia ettiklerinin aksine dış güçler değil, bütün İslam ülkelerinde hüküm süren ırkçı, mezhepçi ve baskıcı yasalar ve uygulamalardır. Örneğin, Oded Yinon Planı’na en büyük katkıyı da bu planın hedefinde olan Türkiye, İran, Suriye ve Irak vardır. Fakat buna rağmen bu plana davetiye anlamına gelen ırkçı politikalardan geri durmuyorlar. Buna karşılık Kürtler de bir zalimden kurtulalım derken, başka zalimlere sığınmanın da kurtuluşa götüren bir yol olmadığını ne kadar erken görürlerse, kayıpları da o kadar az olacaktır.
Evet, istesek de istemesek de, gelecek olan geliyor. Siyonist işgalci rejim ve müttefiklerinin bizleri teslim alma hamleleri devam edecektir. Bu durumda devletiyle ve milletiyle izzetimize izzet katacak tek bir seçeneğimiz var: Yöneticilerimizi bu tuzaklara karşı uyarıp korumak, ırkçılığı, mezhepçiliği ve zorbalığı hayatımızdan çıkarıp, yerine adaleti tesis etmek ve bir binanın tuğlaları gibi birbirimizle dayanışmak.
Biliyoruz, siyonist işgal rejiminin maskesini düşüren herkesi antisemit olarak itham ettikleri gibi, bizleri de bununla itham edecekleri şüphesizdir. Ama izzetimizle yaşamak istiyorsak, biz de en az bize zulmedenler kadar cesur olmalı ve gerçekleri söylemeli değil miyiz?
Kaynak: Farklı Bakış