Cumhuriyet siyasal tarihinin en çok konuşulan ve şikâyet edilen kavramı “vesayet” olmuştur. Vesayet deyince de fail olarak ilk akla gelen askerler veya askeri bürokrasi olmuştur. Oysa askerlerin sadece bir özne olduğu, vesayet kurumunun onları aşan bir varlığı olduğu yakın zamanda anlaşılmıştır.
Cumhuriyet siyasal tarihinin en çok konuşulan ve şikâyet edilen kavramı “vesayet” olmuştur. Vesayet deyince de fail olarak ilk akla gelen askerler veya askeri bürokrasi olmuştur. Oysa askerlerin sadece bir özne olduğu, vesayet kurumunun onları aşan bir varlığı olduğu yakın zamanda anlaşılmıştır.
Türk hukuk sözlüğünde vasi; küçük, reşit olmamış veya kısıtlı kişinin haklarını koruyan, malını yöneten kişi veya yetkili heyettir. Batı dillerinde tutelage; biri veya bir şey (bir yöre de olabilir) üzerinde otorite kurma, onu koruma anlamına gelir.
Latince tutela şu anlamlara gelir:
1. Gözetmek, gözetim altında tutmak, korumak.
2. Eğitmek, yönlendirmek
3. Yabancı bir toprak üzerinde egemenlik kurmak.
Özetle vasi; özel yetkili kişi veya heyettir. Pekiyi yetkisinin kaynağı nedir? Gücü ve yetkisi kendi özelliklerinden/kaynaklarından mı gelmektedir? Ya da meşru bir kurum/otorite tarafından atanması mıdır?
3- Korunma-kollanma veya istikrar ihtiyacında olan bir halk, vasi istiyor olabilir. İradesini hiç olmazsa bir süre ona terk etmeyi yeğleyebilir.
Vasi hem yönettiği kişilerin yerine karar verir. Hem onlara neyin doğru-yanlış, iyi-kötü olduğunu gösterir, öğretir.
EGEMENLİK-TABİYET İLİŞKİSİ
Vesayet; bir egemenlik-tabiiyet ilişkisidir. Vasi, a- önder (kişi), b- ayrıcalıklı bir grup (etnisite, inanç kümesi) yani oligarşi, c-teşkilat (parti veya kurum –ordu gibi-) veya d- devletin bizatihi kendisi olabilir. Bu sıralama, somuttan soyuta, daha güçlüye ve örgütlü olana uzanan bir otorite çizgisini, egemenliği temsil eder.
Egemenin konumu tartışılmaz. Tartışılmayınca mutlaklaşır. Mutlaklaşan her şey kutsallaşır. Örneğin krallar Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileriydiler. 1981’de yürürlüğe giren T.C. Anayasası’nın başlangıç bölümünde “kutsal Türk devleti” ibaresi geçer. 1995’te bu ifade “yüce Türk devleti” diye değiştirildi. Yüce niye? Milletten daha yüce görüldüğü için. Oysa devlet ne kutsal ne yücedir; bir hizmet aygıtıdır. Ama devlet görevi üzerinden kendilerine özel yetkiler devşiren birileri kendi konumlarını ayrıcalıklı ve sorgulanamaz hale getirmek için devleti kutsal ve yüce kılmışlardır.
Dünyada devlet, evrende Allah egemenliğin simgesidir. Tüm ara otoriteler onları temsil ederler ve sorgulanamayacakları özel-ayrı bir konum talep ederler. Bu konum, büyük ölçüde yargı ve toplum denetimi dışındadır.
Egemen, denetim dışına çıkardığı tüm eylem ve girişimlerini sır perdesi altında saklar. “Devlet sırrı” bu nedenle icat edilmiştir.
Egemenin sırrı olup da yurttaşın tüm bilgilerinin açık olması, vesayetin açık bir delilidir. Tek taraflı görünürlük ilişkisi karakollardaki sorgu odasına benzer. Türkiye’de uzun yıllar sürdürülen açık oy gizli sayım da böyleydi.
Son zamanda ülkede ortaya çıkan yaygın yolsuzluk olaylarındaki rolleri nedeniyle sorgulanan dört Bakan’ın fezlekeleri TBMM’ne gelmesine rağmen toplum adına denetim yapan nihai merci olan Parlamento üyelerinin incelemesinden kaçırıldı. Bunu da Meclis Başkanlığı yaptı.
Yolsuzluk, hukuki bir usulsüzlükle örtülmeye çalışılırken bu çarpıklığın üzerine giden basın mensupları ve sivil toplum kuruluşları ‘hainlik’ ile suçlandılar. Bu resmi tepki tüm dünyada aynıdır: Ayrıcalıklı otoritenin tasarruflarını açık etmek ve sorgulamak suçtur, bozgunculuktur. Bunlar vesayetin parmak izleridir.
Vesayetin Toplumsal Boyutu
Vesayet tek taraflı ve sadece zora, zorlayıcılığa dayanan bir olgu değildir. Toplumca (en azından kritik bir bölümünce) benimsenmesi gerektirir. Kıtlık, ekonomik kriz, savaş (iç-dış) zamanlarında kendileri adına ehil, güçlü birilerinin veya bir kurumsal otoritenin karar vermesini isteyen muhtaç ve korunma ihtiyacındaki kitlelerin sayısı ve vesayet isteği artar.
Akıl baliğ olup da özgürlüğü değil de tabiyeti kabul eden (yani korunmayı-kollanmayı seçen) kitleler, vesayetin toplumsal tabanını oluştururlar. Bu müsait ortamda vasi (egemen otorite) sıra dışı şeyler yapabilir. Bir kültür kümesinin varlığını inkâr edebilir veya onu yok etmeye kalkabilir. Bir dili ve inancı yasaklayabilir, tanımayabilir. Yer ve insan adlarını değiştirebilir, yasaklayabilir. Tarihi yeniden yazarak istediğini dışarıda bırakabilir, karalayabilir veya kahramanlaştırabilir.
Vasi, yazdığı tarihin ‘esas oğlanı’dır. Niteliklerini egemen olduğu siyasi coğrafyanın en makbul kimlik özellikleri haline getirir. Bu imal edilmiş (fabricated) tarihe dayanarak politika oluşturmanın yarattığı sorunlar (Türkiye’de Kürt sorunu ve dış politikada Yeni Osmanlıcılık) ciddi komplikasyonlara yol açma potansiyeline sahiptir.
Vesayet, Demokrasilerde de Gerçekleşebilir
Vesayet, demokratik kurum ve süreçlerin (seçim ve parlamento vs.) var olduğu yerde bulunmaz diye düşünülmemelidir. Vesayet, oluşan veya oluşturulan rekabetsiz bir ortamda muktedir olmaktır. Seçim yoluyla iktidar olunsa da seçmen, yaptırım gücüne (yani toplum hayatına ilişkin nihai kararları verme yetisine) sahip olamıyorsa, vasi konumunu üstlenecek bir muktedirler kümesi ortaya çıkar. Bu küme, askerler, parti, ekonomik oligarşi, baskın bir etnik grup, ruhban sınıfı tarafından, ama genellikle bunların karışımı ayrıcalıklı bir azınlıktır.
Muktedirler kendilerine yargı ve toplum denetimi dışında dokunulmaz bir alan yaratırlar. Bu alan, büyük ölçüde devletin kurumsal yapısı içinde oluşturulmuştur. Böylelikle, devlet aygıtı vesayetin merkez üssü haline gelir, getirilir. Ayrıcalıklı alanın korunmasında muktedirler, devletin
1- baskı araçlarını ve
2- ideolojik araçlarını kendilerini meşrulaştırmak, yaptıklarını aklamak için kullanırlar.
Vesayet Bir İdeoloji İster
Vesayet rejimleri, toplumu/milleti etkileyecek, kuşatacak bir veya birden fazla ideolojiye ihtiyaç duyar. Milliyetçilik, devletçilik, dincilik, laiklik, komünizm vs. bu amaçla ortak bir zihin kalıbı olarak kullanılmıştır. Türkiye örneğinde İttihat Terakki’nin, İslam’la destekli Türkçülüğü; tek partinin laik Türk milliyetçiliği, 1960’dan sonra asker destekli Kemalizm’i ve AKP’nin siyasal İslamcılığı, Türk vesayet rejimlerinin ideolojik payandası olmuştur. Hepsinin baş aktörü de devlettir. Ama her dönemde devlete egemen olan farklı güçlerdir. Zayıf sivil toplumun, güçlü devletle takviyesinin bir ihtiyaç olduğu yaygın ve içselleştirilmiş bir kanıdır.
Vesayetin üç boyutu
1) Özel bir önder (tekil veya kolektif)- izleyici ilişkisi oluşur. Bu ilişki, bir egemenlik-tabiyet anlaşması ile somutlaşır. Anlaşmadan beklenen vasinin(ve tabii vesayetin) korumasıdır. Toplum, bunun bedelini teslimiyet, edilginlik ve sürüleşme olarak öder.
İkinci beklenti kollamadır. Toplum kendisine iltimas yapılmasını, ayrıcalık sağlanmasını ister. Bunun bedeli hak talebi veya mücadelesinden vazgeçip kayırılmayı (nepotizm) beklemektir.
Vasiden beklenen üçüncü şey sağlama veya tedariktir (provision). Bu, topluma çıkarcılık olarak yansır. Hak edip etmediğine bakmadan tabi olan, baş eğmenin karşılığında maddi menfaat bekler. Siyasette clientelism denilen patron-müşteri ilişkisi bu şekilde doğar.
Bunların tümü a-moraldir. Ahlakdışı bir düzenin oluşmasına neden olur. Asalaklaşmış ve itaatkar bir toplum ile hükmetmeyi hak ve ayrıcalık olarak gören bir azınlık yönetimi ilişkisi doğar.
2) Vesayet kendi kurumlarını oluşturur. Türkiye örneğinde Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK), yargıda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurumu (HSYK) bu durumun örnekleridir. Bunlar, vasinin ilgili kurumlar üzerindeki egemenliğini sürdürdükleri gibi, yaptıklarının sorgulanmamasını ve iradesinin denetim dışı kalmasını sağlar.
3- Vesayet kendi hukukunu yaratır. Özellikle darbe anayasaları, evrensel hukuk kurallarına uymayan niteliktedir. Tüm vesayet yasaları, yürütme yani idare merkezlidir ve değiştirilmesi imkânsıza yakın şartlarla donatılmıştır. Örneğin hala yürürlükte olan 1981 T.C. Anayasası “değiştirilemez, değiştirilmesi bile teklif edilemez” maddeler içermektedir.
Vesayet doğası gereği otoriterdir.
Vesayet yönetimleri, tekliği, tek-tipleştirmeyi (uniformity) savunur. Çoğulluğu ret eder. Ettiği için de farklılıkların bağdaştırılmasını, farklı unsurlar arasında uzlaşmanın yolunu kapatır. Yukarıdan talimatla (dışsal irade) ile yönetir. Toplumun sorunlarını müzakere ile çözme kapasitesi gelişmez. Toplum enfantil (çocuksu) kalır. Hep bir vasiye ihtiyaç duyar.
Türkiye’de ve kimi ülkelerde devletin ‘baba’ figürü olması bir tesadüf değildir. Kaddafi öldürülürken isyancılara, ‘ne yapıyorsunuz ben sizin babanızım’ diyordu. Babaya karşı çıkmak ceza, hatta evden kovulma nedeni olabilir. Kararlarının aleyhinde konuşmak ihanetle eşdeğerdir.
Vesayet bireysel tercihe yer bırakmaz. Hak yoktur vasinin lütfu vardır. Yanlış bir davranışta bu lütuf geri alınabilir. Tanınan özgürlük, kişilere biçilen görevin veya rolün sınırlarıyla kayıtlıdır. Otoriteye kayıtsız şartsız itaat beklentisi esastır. İşte siyasal vesayetin kısa tanımı bu. Ancak bu tanım bizi yaman bir çelişki ile yüz yüze bırakıyor.
Kendisi için neyin iyi olduğuna karar verme yeteneğine sahip olmadığı düşünülen millet, vesayet altına alınıyorsa onun şimdiye dek çok kötü yönetildiği de itiraf ediliyor demektir. Türkiye örneğinde toplum, cumhuriyetin vaadi olan ‘çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak’tan çok uzaksa, vesayet rejimlerini savunmanın ve sürdürmenin meşru bir gerekçesi olmamalıdır. Ama tabii bu gerçeğin toplumca benimsenmesi gerekir.
Kaynak: Farklı Bakış