Siyasi sistem mühendisliği

MümtazER TÜRKÖNE'NİN Yazısı; Yasamanın yürütmeye bağlanması, bürokratik-teknokratik yapıya dönüşen yürütmeyi güçlü kılmadı! Sadece yasama organını işlevsiz hâle getirdi

Siyasi sistem mühendisliği

2400 yıl kadar önce Yunanlılar bütün siyasî sistemlerin adını koydular, sınıflandırdılar ve aralarındaki ilişkileri yorumladılar. Platon’un Yasalar’ı, Aristo’nun Politeia’sı elimizde ve bugün yazılmış gibi taze. Bu yüzden bizim yaptığımız gibi bütün dünya hâlâ onların koyduğu Yunanca isimleri ve yaptıkları sınıflandırmayı kullanıyor. İnsanoğlunun iktidar ilişkisi bir coğrafyaya, bir halka özgü değil, bütünüyle evrensel, Yunanca isimlerine kadar: Demokrasi, oligarsi, monarşi, otokrasi, aristokrasi, teokrasi gibi.


Yunanların kurduğu sisteme, sadece doğrudan demokrasi fiilen imkânsız hâle gelince geliştirilen temsil kurumundan ve temsili demokrasiden doğan bir ilave geldi. Montesquieu, güçler ayrılığı prensibini formüle ederek temsil kurumunun sakıncalarını azaltmış oldu; ama tamamen ortadan kaldırmadı. Yine de, meşru ve demokratik kabul edilen farklı siyasî sistemler için yargının yürütme ve yasama karşısında mutlak bağımsızlığı ile ortaya kalıcı bir çözüm çıktı. Bütün insanlık tarihinin hulâsası olarak vardığımız netice son derece basit ve anlaşılır olmalı; insanların hakkı bağımsız yargı ile işletilen hukuk güvencesi altında bulunacak. Hepsi bu kadar. “Yerli ve millî”, “yepyeni” bir siyasî sistem keşfettiğini veya icat ettiğini iddia edenler, sadece gök kubbenin altında yeni bir şey olmadığını fark edemeyenler olabilir.
 
Kuvvetler ayrılığı prensibine göre, yürütme, yasama ilişkilerine bağlı yapılan başkanlık, yarı başkanlık ve parlamenter sistem ayrımı, asıl mesele olan yargının bağımsızlığı yanında basit ayrıntılardan ibaret. Yürütme-yasama parlamentodaki çoğunlukta ise parlamenter; yürütme ve yasama birbirinden ayrılmışsa başkanlık ikisinin de özelliklerinden bir kısmını almışsa yarı başkanlık sistemi. Yargının bağımsız olması ve ikisi karşısında da egemenliği kullanan bir erk olarak bütün ihtişamı ile yer alması bütün siyasî sistemlerin olmazsa olmazı. Şayet yargı bağımsız değilse, bağımsız karar veremiyorsa bırakın bir demokrasiyi orada herhangi bir siyasî sistemden bile bahsedemezsiniz.
 
Eskilerin “tefrik-i kuvva” dediği ifta, kaza ve tenfiz diye ayırdığı temel prensibin, demokratik uygulamalardan önce de benimsendiğini hatırlatalım. Müftü fetva verir, kadı yargılar ve vali infaz eder. Üçü de birbirine müdahale etmez. Padişah yasa çıkartır ve bu yasayı uygular ve pek çok tekrarlanan Fatih ve Kanunî örneklerinde olduğu gibi Kadı karşısında, sıradan bir insanla eşit haklara sahip olarak yargılanır.
 
Yargının bağımsız olması sadece bir meşrûiyet, bir adalet sorunu değildir. Yargı bağımsız olmazsa, yasaları ihtilaflı durumlarda uygulayıp, haklıyı haksızdan, suçluyu suçsuzdan ayıran bir güç devrede bulunmazsa, ortaya sadece zulüm değil; akla ve mantığa uymayan, güven duyulmayan, öngörülemeyen ve düzensizlik içinde herkesin kendini korumaya odaklandığı bir kargaşa çıkar. Yargı bağımsız değilse hukuka ve akla uyan asgarî bir sistem bulunmaz. Zulüm karanlık demektir; karanlıkta kimse önünü göremez, işbirliğine gidemez ve güven içinde bir hayat sürdüremez. Demek ki yargı bağımsız değilse bir sistemden söz edilemez; sistem üzerine söyledikleriniz gevezelikten öte geçemez. Yargı bağımsız değilse anayasadan ve yasalardan söz etmek de anlamsız hâle gelir. Nitekim 1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi bütün insanlık için durumu formüle etmiştir; “Yargı bağımsız değilse, anayasadan söz edilemez.”
 
İlter Turan hocanın Siyasal Sistem, Siyasal Davranış kitabı 80’lerde zihin açan bir kaynak olarak çok işe yaramıştır. Bütün sistemler gibi — vücut sistemi, fabrika üretim sistemi, ekosistem — siyasal sistemlerin de parçaların da birbirleriyle ilişkilerinden oluşan bütünlüğü vardır. Fabrikadaki üretim bandına, sonuçta ürünü çıkartmak için ne giriyorsa (enerji, emek, ham madde) siyasî siteme de bir input dahil olur. Siyasî sistemlerin inputu talep ve destektir. Sonunda ortaya çıkan output ise hizmet ve meşruiyettir. Sistem “input”lara karşı duyarlı, output’lar konusunda başarılı ise iyi işliyor demektir. Kısaca siyasî sistemi bir mühendislik hesaplamasına konu ederseniz, karşılaştığınız siyasal sorunlara pratik çözümler üretebilirsiniz. Öyleyse sistem sorunlarını, içinde dağ gibi yer kaplayan sistemin meşrûiyetini sorgulatan yargı bağımsızlığı dahil, teknik sorunlar olarak ele alabilirsiniz; Hardware aksaklığını software ile çözemeyeceğiniz gibi.
 
2017 Referandumu ile Türkiye’nin siyasal sisteminin fabrika ayarları; siyasal inputların outputlara dönüşürken uğradığı istasyonları parçaların bütünle ilişkileri büyük ölçüde değişti. Muhalefetin eleştirileri, parlamenter sisteme geri dönüş çağrısına bağlanıyor. İktidarın kendisi de aksamaların farkında ve bu sorunların uygulamadan kaynaklandığını, idarî düzeydeki tedbirlerle sorunların ortadan kalkacağını düşünüyor. Aksaklıklara dair araştırmaların yapılması, raporların hazırlanması, yeni sistemin kurucularınca da bir arayış içinde olduklarını gösteriyor. Anketlere, vatandaşların ve bürokrasinin görüş ve eleştirilerine dayandırılan bu raporlarda ”tabandaki sorunlara ulaşma”da aksaklık olduğunun bulgulanması, aslında tam olarak sistemin işlemediği anlamına geliyor.
 
İnput-output analizi, bütünüyle bu tür sorunlara odaklanır. Sorun, taleplerin sisteme aktarılışında engellerin veya kopuklukların olduğunu anlatıyor. Sistemin sinir ağı duyarsızlaştığı için talepleri toparlayıp hizmet üretim sürecini şekillendiremiyor. Taşra teşkilatlarının sisteme daha kolay uyum sağladığı, merkez teşkilatının ise aynı uyumu gösteremediği vurgulanıyor. Çok doğal, çünkü değişen taşra teşkilatları değil, merkezî yönetim oldu. İdarî düzen, yani bürokrasi kendi işleyişini sürdürebilir, ancak sorun idarî değil, siyasî sistemin intibakzorluğundan kaynaklanıyor.
 
Yeni sistem ile bakanlıklar, İngiliz sistemindeki “minister” yerine Amerikan sistemindeki “secretary” ye dönüştü. Parlamentoda haftalık “nöbetçi bakanlık” uygulaması, eski sistemde parlamenterler eliyle taşradan merkeze taşınan taleplerin sisteme input olarak girişine imkân sağlayabilir mi? Parti teşkilatları ve yasama üyeleriyle ilişkisi kesilen ve teknokrata dönüşen bakanların bürokrasi dışında talepleri toplayacak bir cihazı mevcut değilken, talep-hizmet denkleminin işletilmesi çok zor.
 
Ekonomik krizin, reel sektörden veya finans sektöründen kaynaklanmadığı ortada. Hattâ tersine reel sektörün bütün olumsuz şartlara rağmen olağanüstü bir direnç gösterdiği görülüyor. Krizin sistem değişikliği ile birlikte derinleşmesi ve hâlâ bir çözüm üretilememesi tek başına, ekonomide bir sistem krizi yaşadığımızı göstermiyor mu? Kriz dinamiklerine, özellikle siyasi sitemin meşrûiyet dolayısıyla güven üretme potansiyeline eğilmek, sorunun kaynağını da gösterecektir.
 
Yeni sistem, amaçlamadığı iki önemli sonuç doğurdu ve doğrudan kurucularına zarar verdi. Birincisi çok kutuplu siyasetin iki kutba yığılması. Türkiye’de birbirleriyle rekabet hâlindeki Cumhur ve Millet ittifaklarının oluşturduğu iki kutuplu bir siyasî yelpaze ortaya çıktı. HDP, iki kutup arasındaki belirleyici anahtar parti olarak, bugün çok fark edilmeyen avantajlı bir konum edindi. İkinci önemli sonuç ise partili Cumhurbaşkanı statüsünün, iktidar partisinin kendi iç dengelerinde yol açtığı değişiklik. Sistemin bu kısmı siyasî desteği rızaya dönüştüremiyor ve yapısal bir aksaklığa yol açıyor. Partili Cumhurbaşkanı mı yoksa partiler arasında tarafsız Cumhurbaşkanı mı daha fazla meşrû güç üretir sorusuna, bu durumdan en çok zarar gören iktidarın sistem içinde bir cevap bulması çok zor; çünkü partili cumhurbaşkanı mevcut sistemin en temel sütunlarından biri.
 
Herkesin sandığının aksine, parlamenter sistemler, başkanlık sistemlerine göre daha güçlü siyasî liderler üretirler. Bu gücü onlara veren hem yürütmenin hem de yasamanın, başbakan olan parti genel başkanının elinde olmasıdır. Yeter ki halk desteği devam etsin. Yeni düzenin en temel yapısal sorunu yasamanın, anayasal olarak yürütme karşısında özerkleşmesi, fiilî olarak ise partili cumhurbaşkanı aracılığı ile yürütmenin bir uzantısına dönüşmesi oldu. Yasama kendi başına yasa yapamıyor. Hiç yaptığını duydunuz mu? Bütün önemli yasalar Cumhurbaşkanlığından geliyor ve yasama kendi inisiyatifini kullanamıyor. Askerlik yasası bunun örneği; yargı reformunun gecikmesi, yürütme tarafından hazırlanan yasaların ertelenmesini bile yasamanın engelleyemediğini göstermedi mi? Yasamanın yürütmeye bağlanması, bürokratik-teknokratik yapıya dönüşmüş olan yürütmeyi daha güçlü kılmadı! Sadece yasama organını işlevsiz hâle getirdi. “600 üyeli yasama organı ne işe yarıyor?” sorusu, sistem mühendislerinin kolay cevap bulabilecekleri bir soru değil. Yasa yapma ve denetim görevinin neredeyse ortadan kalkması, daha önce damarlara kadar inerek politik talepleri derleyen yasama organını sistem dışına itmiş oldu. “Secretary” olarak fonksiyon üstlenen bürokratik-teknokratik bakanlıkların ve Cumhurbaşkanlığına bağlı “Kurullar”ın, bu kılcal damar sisteminin uzağında olması siyasî talepleri derleyip toparlaması gereken bir siyasî sistemin meşrûiyet yanında ana mühendislik sorunu olarak öne çıkıyor.
 
Olumlu tek sonuç, siyasetin iki kutba yığılması ve parti rekabetinin yumuşaması. Bu sonucun, yeni sistemin mimarları tarafından arzu edilmediği aşikâr. “Kutuplaşma siyaseti, sistemin bekası için gerekli; ama sistem ana eksende zorlamayla ürettiği kutuplaşmayı toplumda uzlaşma arayışına, parti rekabetinin yumuşamasına dönüştürüyor. Yeni sistemin aksak uygulamaları arasında toplumdan yükselen uzlaşma talepleri ve siyasî iklimin yumuşaması ve bu iklime uyum sağlayanların toplumdan destek bulması öngörülemeyen bir sistem ürünü olarak giderek ağırlık kazanıyor.
 
Siyasî sistem mühendisliğini de içine alan siyaset mühendisliği, bizde siyasetin seçkinleri arasında kapalı kapılar arkasında ve özellikle masa başında geliştirilen projeler olarak anlaşıldı. Eğer hesabınız kuvvetli ise, sağlam öngörülere dayalı mühendislik projelerini, meşrû biçimde önce anayasa düzeyinde yapabilirsiniz. Giovanni Sartori’nin “Anayasa Mühendisliği” adını verdiği siyasî alanı tanzim perspektifi, seçim ve parti sistemi üzerinde anayasal düzeyde yapılacak değişikliklerle toplumu çatışmadan uzlaşmaya, iktidar-muhalefet ilişkisini yumuşatmaya ve siyasî istikrarı muhafaza etmeye yönelik düzenleme alanlarını mühendislik hesaplarının konusu hâline getirir. Türkiye’de 2017 Anayasa referandumu ile yapılan da buydu. Sonuç bu hesapları yapanların hiç beklemediği şekilde oldu. Sistem, parçalar ile bütün arasındaki ilişkiyi kuramadı ve entegre bir sisteme dönüşemedi. Sonuçları ise hesaplandığı şekilde çıkmadı. Yeni siyasî sistem işlemiyor, çalışmadığını devleti yönetenler de fark ediyor; bu aşamada semptomları sadece idarî sistem aksaklığı olarak tanımlıyorlar.
 
Bir seneyi aşkın süredir uygulanan yeni anayasal düzen, input-output ilişkisi içinde üretim bantlarını çalıştıramıyor; hizmet ve sorunlara çözümler üretemiyor. Türkiye’nin çalışan, işleyen ve yöneten bir siyasî sistemi mevcut görünmüyor. Bu kriz ideolojik bir kriz değil, siyasî olarak inatlaşma konusu hiç değil; yargı bağımsızlığı sorunu dışında mühendislik hatalarına dayanıyor. Üstelik iktidarın aleyhinde sonuçlar üretiyor.
 
Siyasî bir tartışma konusu olarak çözümsüzlüğe mahkûm olmadan önce mühendislerin soğukkanlı ve rasyonel yaklaşımına ihtiyacımız var. Hem bir meşrûiyet, hem de mühendislik sorunu olarak siyasî sistemin yeniden inşa edilmesi ve parçaların yerli yerine yerleştirilmesi gerekiyor. Yargının bağımsızlığını işleyen bir siyasal sistemin vazgeçilmez şartı kabul ederek işe başlamak kaydıyla.
 
Teknik sorunları, sistem mühendislerine bırakarak 24 asır öncesine dönerek bitirelim. Aristo Politeia’da siyasî sistemleri tasnif ederken geçerliliğini ve merkezî ağırlığını bugün de bütün canlılığı ile koruyan esaslı bir kritere göre her sistemi kendi içinde ikiye ayırır. Bu kriter “Özel Çıkar – Genel Çıkar” ayrımıdır. Tekin özel çıkarını gözeten sistem tiranlık, genel çıkarı gözeteni ise monarşi; azınlığın özel çıkarı, yani azınlığın çıkarını gözeteni oligarşi, genel çıkarı gözeteni ise aristokrasi; çoğunluğun özel çıkarı, yani sadece çoğunluğun çıkarını gözeten yönetimi demokrasi; çoğunluğun genel çıkarı gözeten yönetimini ise “politieia” olarak isimlendirmiştir ki; genel kabule mazhar olmayan bu kelimenin yerine bugün CUMHURİYET kullanılmaktadır

P24 Blog