Siyasette öfke baldan tatlı mıdır?

Yıldıray Oğur, doğruluğu teyit edilmemiş birtakım “sözde” olan biten üzerinden, AK Parti muhalifi laik çevrenin, öfkesi aslında iktidarı değil de muhalefeti zora soktuğunu hesap edemediğini belirtiyor.

Siyasette öfke baldan tatlı mıdır?

Medyada açıkça haber yapılmadı, sosyal medyada ise günlerdir konuşuluyor.

O yüzden hiç bilmeyenler için küçük bir özet.

Serbestiyet’ten Mustafa Ali Aykol’un haberinden okuyalım:

“İhlas Holding bünyesinde bulunan Türkiye gazetesinde yazarlık ve TGRT Haber televizyonunda programcılık yapan Cem Küçük, Birleşik Arap Emirlikleri’nde yaşayan Sedat Peker’in “blöf yaptığını” ve elinde herhangi bir belge veya görüntü olmadığını iddia etmişti.

Dün akşam saatlerinde Sedat Peker’e ait “Freud’un Talebesi” isimli bir Twitter hesabından Küçük’ün çalıştığı İhlas Holding’in CEO’su olduğu notu ile R. K. A.’ya ait olduğu iddia edilen bir eşcinsel seks videosu paylaşıldı.

Ardından birçok sosyal medya kullanıcısı ve internet sitesi, R. K. A.’nın İhlas Holding’in CEO’su olduğu notu ile paylaşımı haberleştirdi.

Oysa geçmişte AK Parti’den milletvekili aday adayı da olan R. K. A. İhlas Holding’in CEO’su değildi.

İhlas Holding’in mevcut CEO’su, şirketin kurucusu Enver Ören’in oğlu olan Ahmet Mücahid Ören.

Ahmet Mücahid Ören, İhlas Holding CEO’luğu görevini 1998, yönetim kurulu başkanlığı görevini ise 2013 yılından beri sürdürüyor.

R. K. A., İhlas Holding’in CEO’su olmadığı gibi yönetim kurulu üyeleri arasında da yer almıyor.

R. K. A’nın iddia edildiği gibi TGRT ya da Türkiye gazetesi ile ilgili bir görevi de bulunmuyor. Bu kişinin İhlas Holding ile tek ilişkisi 14 Nisan 2021’de kurulan İhlas Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı Anonim Şirketi’ndeki Yönetim Kurulu üyeliği.

İhlas Girişim’den önce Global Gayrimenkul Geliştirme Yatırım ve İnşaat Limited Şirketi’nde ortaklığı bulunan R. K. A., Kiler Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Anonim Şirketi’nde de yönetim kurulu üyeliği görevinde bulunmuş.”

Peki kim R.K.A?

DPT uzmanı olarak Harvard’da yüksek lisans, başka bir Amerikan üniversitesinde finans alanında doktora yapmış, Altın Borsası’nın kuruluşunda, İBB iştiraklerinde çalışmış, bir ara Erbakan döneminde Başbakanlıkta müşavir olarak bulunmuş, çeşitli özel şirketlerde finans alanında yöneticilik yapmış, en son İhlas Holding’in finans şirketinde YK üyeliği yapan bir profesyonel.

2015 yılında da AK Parti’den İzmir’de milletvekili aday adayı olmuş.

Aday yapılmamış. Siyasetle tek ilgisi bu.

Bugüne kadar adını çevresi dışında kimsenin duymadığı, bir aday adaylığı dışında siyasi bir kimliği, pozisyonu, aday yapılmadığına göre o kadar bir siyasi gücü de olmayan, herhangi bir konudaki fikrini bilmediğimiz, İhlas Holding’in pek çok şirketinden birinde YK üyeliği dışında herhangi bir kurumu temsil etmeyen, İhlas medya ile hiçbir ilgisi olmamış, kimseye ahlak sattığı, birilerinin hayat tarzını yargıladığı mesela eşcinsellik karşıtı sözler söylediği ya da pozisyon aldığı bilinmeyen, başarılı bir iş kariyeri olan ama adını bilmemiz ve duymamız için ortada bir sebep olmayan biri.

Peki o halde neden onun mahrem videosunu milyonlar izledi?

Çünkü tarafı olmadığı bir inatlaşmanın ortasında kaldı, İhlas Holding’in CEO’su olduğu iddiasıyla da bütün hayatını karartacak bir görüntüsü yayınlandı.

Yüzbinlerce insan gerçekten bu adam kim, İhlas Holding CEO’su mu diye Google’lama ihtiyacı bile duymadan bu mahrem görüntünün üzerine atladı, adamın adı, fotoğrafları günlerce ortalığa saçıldı.

Özellikle yurtdışında olan bazı öfkesi aklının önüne geçmiş gazeteciler lincin başını çektiler.

“Bunlar herkese ahlak satıyorlar”, “homofobik yayınları yapan da bu”, “bu işte dinci şirketin CEO’su”, “AK Parti’den aday olmuş” denerek de bu teşhir meşrulaştırıldı.

Halbuki hiçbiri doğru değildi.

Ama ortaya çıkan görüntüler muhafazakarlar için “iğrenç, büyük günah”, muhalifler içinse bir “işte dincilerin gerçek yüzü” olunca bir adam milyonların kavgasının ortasında tek başına kaldı. Muhtemelen en yakınları bile onu terk etmiştir.

Hiçbir suçu olmayan, alakasız bir adam; ailesinin, çevresinin, tanıdıklarınım bir daha yüzüne bakamayacağı bir görüntüsü ülkedeki kutuplaşmanın ortasında çerez gibi tüketildi.

Görüntülerdeki “ahlaksızlık” nedeniyle, kimse onun özel hayatının teşhir edilmesinin ahlaksızlığından bahsetmedi.

Kimse zaten böyle bir iş yapan adamın da bir haysiyeti olabileceğini düşünmedi.

Bu görüntünün Onur Yürüyüşü gününe denk gelmesi, onur yürüyüşüne destek veren bazı ilericilerin bile homofobik ikiyüzlülüğünü ortaya koydu.

Belki bu satırlara ahlaken hak vereceklerin yüzünde bile hala bir tiksinti ve muzur gülümsemeyle hatırlanacak.

Ama bu büyük hayati kavgada tek bir adamın hayatının ne önemi olabilir ki!

Türkiye’de özellikle muhaliflerin iktidara ve çevresine öfkelenmesi için haklı nedenleri var.

İktidar bu öfkeyi sürekli tahrik ediyor.

Bu öfkenin karşılıklı olduğu da açık.

Ama bu öfkenin, ölçüsüz kinin gözleri ne kadar kör edebileceği, nasıl en temel insani hassasiyetleri bile köreltebileceğinin, yalnız ve sahipsiz bir insanın hayatını nasıl karartabileceğinin somut bir örneği oldu bu olay.

Pek çok muhalifin gözünde bir adamın sadece bir seçimde AK Parti’den aday adayı olması ve muhafazakar bir şirketteki pozisyonu ona karşı her türlü kötülüğün yapılmasını meşrulaştırmaya yetti.

Bebek’te sahilde seks görüntüsü çıkan adamın aslında CHP’li olduğunu ispatlayıp, bütün suçu laiklerin üzerine bırakmaya çalışan iktidar çevrelerinin yaptığının aynısı bu.

Muhaliflerin gözünde de iktidara destek veren bir insanın haysiyeti, özel hayatı yok, bir örnek üzerinden “onlar”ın aslında “ahlaksız” olduğunun teşhiri iktidar filelerine atılmış doksanlık bir gol sadece.

Gazeteciler bile Google’a İhlas Holding’in CEO’su kim diye yazıp bu gol sevincine turp suyu sıkmak istemedi.

Bu videonun gayri meşru yollarla çekilmiş olması, yurtdışında yaşayan bir organize suç örgütü liderine bağlı, meçhul bit hesaptan yayılması da gereksiz ayrıntılar gibi kaldı.

O yüzden gerçekle hala kimse ilgili değil.

Çünkü bu video hayat pahalılığı kadar Kurban Bayramı ziyaretlerinin sohbet konusu olacak.

Esas ahlaksızları zaten en çok böyle dindar görünenlerin yaptığı harika bir sohbet konusu, kültür kavgasında kitleleri heyecanlandıran bir teşhir, muhalefet yapmak için hukuksuz bir tutuklamadan, antidemokratik bir uygulamadan, kötü ekonomi yönetiminden daha güçlü bir koz.

Çünkü aslında siyaset dediğimiz şey hala bir kimlik, kültür çatışması.

Siyasi pozisyonlar da esas olarak hala bu çatışmanın etrafında oluşuyor.

AK Parti, Milli Görüş’ten bu kutuplaşmanın dışına çıkıp, daha geniş kitlelere ulaşılması gerektiğini düşünen yenilikçiler tarafından kurulmuştu.

Kapılar herkese sonuna kadar açıktı, muhafazakarların gazetelerinde ve televizyonlarında sık sık solcular, liberaller, Kürt aydınları görünüyordu.

Dindar entelektüeller mesailerinin önemli bir kısmını İslam ve demokrasinin nasıl da bir arada olabileceği konusunda laik kamuoyunu iknaya harcıyordu.

AK Parti daha fazla insanı kapsama fikrinin doğal bir sonucuydu.

Kapsayıcılık temel iddiaydı. Bunu göstermek için Milli Görüş gömleğini çıkardık gibi cesur sözler söylendi, farklı kesimlerden insanlar partiye davet edildi, muhafazakar medyanın kapıları sol ve liberal isimlere açıldı. Milli Görüş’ün uzun yıllar “Hristiyan Kulübü” dediği AB’ye üyelik için ardada reform paketleri çıkarıldı, “milli dava” Kıbrıs’ta çözüm peşinde koşuldu, Kürt açılımlarıyla milliyetçi, devletçi eşikler aşıldı.

Sadece 2013’de Akil İnsan Heyeti’ne davet edilenlerin adları bile bu kapsayıcılığın geldiği boyutları gösteriyor.

Bu kapsayıcılık sayesinde en fazla yüzde 21 oy almış bir hareketten çıkmış bir parti yüzde 50’lere dayandı.

Ama daha sonra iktidar için bu kadar kapsayıcı olmaya ihtiyaç kalmadı, iktidarın önündeki engeller kaldırıldı, kutuplaşmış yeterli sayıda bir oy kitlesi her anahtarı açmaya başladı.

O kapsayıcılıktan geriye de bugün özgüven patlamasının sonucu olan “Bu ülkenin esas sahibi, özü biziz” meydan okumaları kaldı.

Bu özgüven patlamalarının yükseldiği günlerin AK Parti’nin oylarının son 20 yıldaki en dip seviyelerini gördüğü günler olması herhalde sadece bir tesadüf değil.

Muhalefetin oyları ise son 20 yıldaki en yüksek seviyesinde.

Şimdi kapsayıcı olma sırası onlarda.

Muhalefet liderleri bunun farkında, dikkatli davranıyor, helalleşme çağrıları yapıyor, farklı kesimlerle ilişki kurmaya çalışıyor.

Ama anketlerde iktidar ihtimali arttıkça, muhalif kamuoyu kapsayıcılığa ihtiyaç kalmadığını düşünüp, erken iktidar hastalığına kapılıyor, eski kodlarına dönüyor, öfkenin dozu yükseliyor, en çok alkışı helalleşme değil hesaplaşma, adalet değil, yargılanacaksınız sloganları alıyor.

Kapılar iktidar cephesinden gelecek olanlara kapatılıyor, girmeye çalışanların üzerine kızgın yağlar dökülüyor.

Geçenlerde Halk TV’de bir programda saatler boyunca iktidarı eleştiren Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik yargılandı, Halk mahkemesi gibi programın sonunda onların muhalif olamayacaklarına karar verildi.

Halbuki muhalefet yıllarca zaten bunu yapıp, seçimlerde kaybetti. Upuzun yıllar sonra ilk kez kazandıkları 2019 seçimlerini bunun aksini yaptıkları için kazandılar.

Ama seçimler yaklaştıkça ve iktidar ümidi arttıkça özgüven de arttı ve eski, tanıdık, bildik, kitleleri çoşturan sloganlar ve söylemler geri döndü.

Artık 6’lı masadaki muhafazakar partilere bile parmaklar sallanıyor, hala tarikatların, cemaatlerin kapatılacağı sloganları atılıyor.

Halbuki tam da bugün Türkiye’de demokrasiye, uzlaşmaya en çok ihtiyacı olanlar muhalifler.

Çünkü Türkiye'de laikler ile dindarlar arasında hala büyük bir demografik fark var.

Bugün bu demografik farkı kapatacak en büyük güvence demokrasi ve hukuk devleti.

O yüzden Türkiye’de artık en fazla laik kesim kıskanç bir şekilde demokrasi, liberal değerleri, hukuku ve özgürlükleri savunmalı.

Ama serde delikanlılık var. Kimse kuruculuk, bu ülkenin makbul vatandaşlığı iddiasından vazgeçmek istemiyor.

Kültür ve kimlik savaşlarının tadı tanıdık, kimse o tattan da vazgeçemiyor.

Muhalefeti büyütmesi gereken muhalif medya eski bilindik, alkış garantili yayınlarına devam ediyor. Daha fazla insana hitap etmektense, mevcut izleyiciyi çoşturmayı, çıldırtmayı yani daha ucuz ve garantili bir pozisyonu tercih ediyor.

Kapılar liberal ve sol muhaliflere bile zor bela açılıyor, muhafazakar muhalifler sınavlara sokuluyor, laikler kapsayıcı olmayı içine sindiremiyor, bunu geri adım, taviz vermek olarak görüyor, böyle olunca da muhalefet cephesi yavaş büyüyor, çünkü kapıda yığılma var, muhafızlar herkesin girmesine izin vermiyor.

Öfke gözleri hızlıca kör edebiliyor. Sadece muhafazakar olduğu için sıradan bir adamın bile hayatı kolayca mahvedilebiliyor.

Seçime doğru muhalefetin en büyük sorunu ve iktidarın en büyük avantajı bu öfke olacak.