Türkiye’de siyasetin aktığı farklı mecralar var. Kimi zaman ekonomi öne çıkar, kimi zaman dış politika, kimi zaman eğitim vs…
Ana mecralardan birisi Din – Siyaset ilişkisidir. Siyasi yarılmaların ana eksenlerinden birisidir din konusunda durduğunuz yer. Sistem yapılanması da bununla ilgilidir ve bu yarılmayı besler.
Tek Parti döneminde olsun, çok partili hayata geçildiği süreçte olsun, din – siyaset ilişkisi hep gündemdedir. Darbelerin bir tarafı o alandaki gerilimlerle bağlantılıdır.
Oyların dağılımında da bu ilişkinin etkisinin bulunduğu herkesçe bilinen bir gerçektir.
Şu sıralarda ekonomi tartışmaları da geldi “Nass” söylemiyle Din – Siyaset ilişkisi eksenine oturdu. Ekonomik gidişata karşı çıkmanın “Nassa karşı çıkmak” gibi bir riskini kim üstlenebilir?
Şu anki siyaset akışında iktidar, özellikle büyük kanadını oluşturan Ak Parti ile din - bağlantılı siyaset çizgisini temsil ediyor. Dindar kitlenin duyarlılıklarını gözetiyor, sonuç olarak da o kitlenin oyunu alıyor.
Muhalefette de iktidar ile aynı duyarlılığı paylaşan kadrolar var, Saadet, DEVA, Gelecek, Demokrat Parti vs gibi…
Ama muhalefetin ana damarı olarak nitelenebilecek olan CHP, öteden beri siyasetin dini hassasiyetlere ve dindarlara mesafeli ayağını oluşturdu. “Katı laiklik yorumu” bu tavrın kaynağı idi.
Böyle bir tercih, CHP içinde zaman zaman tartışıldı. “Bu, bizi geniş halk kitlelerinden koparıyor” yollu daha çok oy kaygısı taşıyan çıkışlar oldu, “Bu laiklik yorumu sağlıklı değil” tarzında daha ilkesel tavırlar seslendirildi. Son dönemde Kemal Kılıçdaroğlu, CHP ile dindar kitleler arasındaki buzlu ortamı eritmek gibi bir yönelişe girdi. Bunun yolu CHP’nin değişmesiydi. O yönde adımlar attı.
İster siyasi hesapla ister ilkesel nitelikte olsun, bu çizgi, en azından dinin bir kamplaşma zeminine götürülmemesi açısından önemliydi. Ben bunu “CHP’nin normalleşmesi” diye niteledim ve önemsenmesi gerektiğini ifade ettim.
Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun kendi tabanında nasıl karşılık göreceği sorunu vardı, olayın daha özsel bir yaklaşım yerine oy kaygısına indirgenme sorunu vardı, ama bir yola girilmiş olması bile önemliydi.
Acaba İktidar cenahı CHP’deki olaya nasıl bakacaktı? Muhafazakar tabandan oy gider kaygısıyla mı, yoksa CHP’nin dönüşmesi ülke için iyidir yaklaşımı ile mi?
Birisi Türkiye siyasetinin reel tavrıdır, ikincisi, Türkiye öncelikli bir yaklaşımdır. “Reel”dir, çünkü iktidar olmak biraz bu kamplaşmalarla ilgilidir. Onun için “CHP kalsın kaldığı yerde” denmesi beklenebilir.
Bunlardan sonra Özgür Özel’in Diyanet’in sıbyan mektepleri projesi ile ilgili olarak söylediği “Ortaçağ zihniyeti” ifadesine gelince, bunun iktidar cenahının kamplaşma politikalarına katkı, Kılıçdaroğlu’nun geliştirmeye çalıştığı süreci de baltalama niteliği taşıdığı açıktır.
Nedir bu sözler? Bir refleks midir, oturup düşünülmüş ve kamuoyuna taşınmasına karar verilmiş bir mesaj mıdır, bu sözlerin hangi toplum kesiminde nasıl karşılanacağı hesap edilmiş midir?
Biraz ayaküstü yapılmış bir açıklama gibi gözüküyor ve bu yönüyle refleks niteliğine bürünüyor. En kötüsü de bu. Çünkü bu, iliklere işlemiş bir anlayışın nerede nasıl ortaya çıkacağı kestirilemez bir durumu ortaya koyuyor.
Ve bu “muhafazakâr camiaya açılma”ya yönelik “kaygı” diye nitelenen psikolojiyi harekete geçiriyor: “Ne zaman ne patlar CHP dünyasında?” Bence bu soru önemsenmeli oralarda.
Tekrar ifade edeyim, CHP’nin toplumun İslam’la ilişkisini ve dindarlığını doğru anlamaya çalışmasını Türkiye’nin normalleşmesi için önemli buluyorum. Bunun, on yıllar süren laikçi bilenmişlikten sonra bir içselleştirme hadisesi olduğunu da belirtmek isterim.
Bilmem bir değerlendirmesi yapılmış mıdır bu “Ortaçağ zihniyeti” söyleminin toplumun duygu dünyasında neleri yaraladığının ve siyasi maliyetinin…
Bu arada diyelim 0-6 yaş, yani okul öncesi çocukların eğitimlerinin, moral dünyalarının nasıl geliştirileceğinin tartışması tabii ki yapılabilir. Tabii ki CHP’nin de başka ekiplerin de söyleyeceği söz olabilir. Ama bu işe “Ortaçağ zihniyeti” klişesi ile başladığınızda daha iş baştan pörsüyor.
Şunu da belirteyim: Okul öncesi eğitim ve hele din eğitimi, çok hassas bir konudur. Çocukların sağlıklı bir kişilik eğitimi noktasında anne – babaların din eğitimini önemsemesi kadar, onun doğru verilip verilmediğini de önemsemesi hayati önem taşıyor. Bu iş “adı değerler eğitimi olsun da ne verilirse verilsin” diye ona – buna havale edilecek bir iş değildir.