Siyasette, hukukta, temel hak ve özgürlükler anlayışımızda bile tam ortadan bölünüyoruz?

Fehmi KORU´nun Analizi;

Siyasette, hukukta, temel hak ve özgürlükler anlayışımızda bile tam ortadan bölünüyoruz?

Ne kadar da kolay ikiye bölünüveriyoruz. Bir ara menemen denilen basit milli yemeğimizin soğanlı mı yoksa soğansız mı olacağı konusu ortaya atıldığında da görmüştük; ciddi ciddi tartıştık ve derhal orta yerinden ayrışıverdi insanlarımız. Son zamanlarda yapılan referandumlar ve genel seçimde de halkın bir yarısı diğer yarısından farklı davranıyor.

Son bölünme Anayasa Mahkemesi´nin (AYM) bir kararı yüzünden oldu. Önce karara varırlarken mahkeme üyeleri tam ortasından bölündü, karar sekize karşı sekiz oyla ve başkanın oyu iki sayılarak alınabildi; sonrasında da kararı alkışlayanlarla yerin dibine batıranlar olarak ortadan ikiye ayrılıverdik.

/resimler/2019-7/31/0838387805482.jpg

Yanlışlar ve doğrular

Medyada karara destek çıkanlar ile karşına dikilenlerin eşit sayıda olduğunu söyleyemem; medyamızda böyle bir eşit bölünmeyi mümkün kılan bir ortam bulunmadığı için? Akademisyenlerin ayrışması konusunda ise ortadan bölünme iddiasını doğrulayacak bir veri var elimizde: Binin üzerinde akademisyenin imzasıyla kararı kınayan bir karşı bildiri yayımlanabildi.

Konu hassas olduğundan ve günümüzün hassasiyeti farklı bir biçimde oluştuğundan gelişmeyi garip karşılamıyorum. Sadece şu görüşümü kayda geçireyim: Birkaç yıl önce, güne damgayı ?açılım süreci´nin vurduğu dönemde AYM´den böyle bir karar çıkmış olsaydı, kınayıcı imzaların çoğu böyle bir girişimde yer almak istemez, hatta kınayanları kınayabilirlerdi.

AYM üyelerinin de tavrı değişik olabilirdi.

Güncel değerler ve tavırlar ile hükümet politikaları tavırları belirlemede etkili olabiliyor.

Yine toplum olarak ortasından bölünürdük belki, ama cephelerde yer alanların dağılımı muhtemelen farklı oluşacaktı.

Bakıyorum da, AYM kararına sahip çıkan ve karşısına dikilmeyi doğru görmeyen tarafın ?yanlış´ davrandığını anlatmak için kalem paralayanlar, kararla bildiriye onay verilmediğini, yalnızca ne kadar aykırı da gelse bir metnin altına imza atanların bunu anayasal olarak yapmaya hakları olduğunu, demokrasinin ve hukuk düzeninin de zaten herkesin görüş açıklama hakkını koruduğunu anlatmaya çalışıyorlar.

Onurlu, ama boşa bir çaba.

Hani olmaz ya, karşıt bildiri hakkında bir soruşturma açılsa ve altına imza atanlarla ilgili gözaltı kararları, görevden almalar başlasa, yeni bildirinin imzacıları ve onların görüşlerini benimseyenlerin de aynı gerekçelerle yapılana karşı çıkacaklarına iddiaya girerim.

Şimdi başkalarının görüş açıklama hakkını görmezden gelenler, aslında görüşlerin ifade edilmesinden kimseye zarar gelmeyeceğini, tam tersinin ise ülkelerin ve toplumların ilerlemesini engelleyici bir rolü olacağını pekala biliyorlar.

Karşıt imzacılar da okumuş-yazmış insanlar, herbiri akademisyen, bu gerçeği bilmemeleri mümkün mü?

Bütün bu kargaşa içerisinde benim dikkatlerinizi çekmek istediğim, en az ana konu kadar önemli bir yan konu var: Tartışmaya katılanların dili?

Gelin benim biraz önce yaptığım gibi, gazetelerde konuya ilişkin çıkan değerlendirme yazılarına göz atın; göreceğiniz şudur: Kimi AYM´yi, kimi karara katılan üyelerini, daha çok da oyu iki oy yerine geçen başkanını yerden yere vururken zehirli bir dil kullanıyor. Başkana ilk isimle hitap eden mi istersiniz, kurumun ortadan kaldırılmasını talep edenler mi, hepsi var. Kurumlar ve kişilerin saygınlıklarının korunmasının herkesin yararına olduğu, eleştirinin en etkili biçiminin eleştirilenin rencide olmadan eleştirileri okuyabildiği bir dille yapıldığı unutulmuş görünüyor.

?Söyletmen vurun?

Tarihimizin sayfalarından günümüze taşınan en rahatsız edici çığlık ?Söyletmen vurun?nidasıdır. ?Neden geri kaldık?? sorusunu soranlardansanız, o soruya benim vereceğim cevap şudur: Beğenmediğimiz, bize ters gelen görüşlere hayat hakkı tanımadığımız için? Bu özelliğimiz yüzünden yüzyıllardır olduğumuz yerden bir milim ileri gidemiyoruz; gitmeye başladığımızda, ?Söyletmen vurun? çığlıkları ve yeniden ?Yerinde say? komutuyla eski halimize döndürülüyoruz.

Neden dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasına giren yüksek eğitim kurumumuz pek yok?

İşte bundan dolayı yok.

Her söyleneni dinleyip içlerinden en doğru bulduğumuzu seçebilme gayreti içerisine girebilseydik bugünkü durumumuzdan daha ileride bulunacağımıza eminim. Öyle yapmak yerine, farklı görüşlerin duyulmasına imkan vermeyen fikir ortamlarıyla bugünlere geldik. Körün değneğini bellediği türden bir hayatımız var.

Bugün iktidara yakın çevrelerde iltifat gören bir yaklaşımla, görüş açıklamasın diye yazması ve konuşması kısıtlanmış kişiler anlamına, ?medeni ölü´ cesetleri serpili yol boyunca.

Şunu bile görmüyoruz: Bizim ?tu kaka´ ederek bir kenara atmaya kalkıştıklarımızı alıp değerlendirmeye hazır ülkeler var ve bunlar genç-yaşlı beyinlerin avına çıkmış bulunuyorlar. [SETA geçenlerde tartışmalı bir medya raporu yayınladı ya, o raporu kaleme alanlar da, medyamızdan dışlanan isimlerin neden yabancı medya grupları tarafından değerlendirildiğini anlamamış bulunuyorlar. Yabancı medya gruplarının bizim dilimizde ve yerli gazetecilerle internet gazetesi ve haber kanalı girişiminde ?komplo´ arayacaklarına, böyle bir yapılanmaya gidilen ortamın zorlanmasından ve bunu zorlayanlardan ?komplo´ kokusu çıkarabilirlerdi.]

Yazıyı daha fazla uzatmaya gerek yok: Anayasa Mahkemesi kararıyla korumaya alınan ?barış akademisyenleri bildirisi´ ne kadar özgürlüklerden yararlanmaya hak kazanmışsa, karara karşı çıkan bildiri de aynı özgürlük alanı içerisinde değerlendirilmelidir. Kurumlar ve kişilere olan olumsuz hislerimiz onlara karşı adaletsiz davranmaya bizleri sevk etmemeli.

Ne olur, benim bu yazıda dile getirdiğim tezler yüzünden de bölünmeyelim, olur mu?

????