31 Mart ve 23 Haziran seçimleri siyasi hayatta beklenen etkilere yol açmaya başladı. Siyaset ve iktidar odakları, imkanları ve alternatiflerinin artmasıyla birlikte, tek siyasi parti, daha doğrusu tek lider takdirine bağımlı halde uzun süredir varlığını unuttuğumuz siyasi bir hareketlilik devreye girdi. Bu hareketlilik hem iktidar hem muhalefet cephesinde, hem muhafazakâr hem diğer alanda yaşanıyor.
Bugünkü yazıda işin iktidar cephesine, özellikle AK Parti´ye bakalım.
Cumhur ittifakının İstanbul seçimlerinde yaşadığı yüzde 9´luk yenilgi özellikle, AK Parti´nin bu kentte gerçek oyunun yüzde 35-36´ya inmesiyle iktidar partisini liderinden kurmay kadrosuna, teşkilattan seçmenine kadar her düzeyde etkilediğine hiçbir şüphe yok. Türk siyasetinin, ama daha çok Erdoğan´ın doğası gereği bu durumun etkileri açık bir şekilde dile getirilmese de, bir süre sonra kaçınılmaz şekilde dışa yansıyacak, kimi tedbir ve hamlelere yol açacaktır.
Bu açıdan izlenmesi gereken üç alan bulunuyor.
İlkini ?siyasi işletme alanı ve tedbirleri? olarak adlandırabiliriz. Son günlerde basında yoğun bir şekilde yer alan, bakan ve teşkilat kadro değişiklikleri, Beştepe yürütme sisteminin daha etkin hale getirilmesi hazırlık iddiaları bu alanda yer alıyor. 31 Mart seçim sonuçlarını parti kadrolarının yetersiz çalışmasına bağlayan Erdoğan´ın hükümette, özellikle teşkilatta bir yenilenmeyi, bunu bir yenilginin sonucu olarak göstermeden, makul bir süre sonra ve farklı bir gündem çerçevesinde yapması akla yakındır.
Bu alanda, yine basında sık yer alan, AK Parti´nin anayasal düzene ilişkin yeni değişikliklere hazırlandığı, örneğin tarafsız, en azından parti liderliğini bırakacak cumhurbaşkanlığı modeline geçiş çalışmaları yaptığı iddiaları ise akıl dışıdır ve eşyanın tabiatına, Erdoğan´ın siyasi bakışına tümüyle aykırıdır. Cumhurbaşkanı için ana araç ve gücün asıl merkezi (Davutoğlu deneyiminde yaşadığı ?sorun? akla getirilirse) her zaman siyasi partinin kontrolü olmuştur. Erdoğan siyasete devam ettikçe böyle olmaya devam edecektir. Anayasada ?tadilat? önerisi, seçim sonuçlarıyla birlikte gündem belirme gücü artan, İmamoğlu´nun simgelediği değişim arayışını siyasi önerilere çevirmek ve AK Parti´yi bu açıdan zorlamak isteyen CHP´nin (aslında doğal ve yerinde) hamlelerinin akisleridir.
İzlenmesi gereken ikinci alan, şüphe yok ki, muhtemel ?söylem, politika ve tutum? değişikliğine ilişkindir. Seçim sonuçları AK Parti´yi ilk ciddi yenilgisiyle tanıştırdığına, moral üstünlüğü kaybetmesine yol açtığına, hem CHP hem ortağı MHP karşısında gerilemesini getirdiğine göre, Erdoğan bunun nedenlerini, siyasi işletme hatalarından daha derinde arayacak mıdır? Bu sonuçların, son yıllarda benimsediği söylem, politika ve tutumla ilişkisi olduğunu kendisine itiraf edecek midir?
Yanıt bir ihtimal (ama az bir ihtimal) ?evet? olabilir. Ancak bu itiraf bu noktadan sonra sonuç verebilir mi? Erdoğan bulunduğu noktadan geri dönebilir mi? Asıl sorular bunlardır. Sorularla devam edelim. AK Parti mevcut dil ve politikalarının oy kaybına yol açtığını düşünerek, (2015 Haziran seçim sonuçları ve çözüm süreci ilişkisinde kurduğu gibi bağlantılar kurarak), beka söylemini, ?biz ve onlar?ayrımına dayalı popülist dili hafifletecek midir? Basından sosyal hareketlere kadar uzanan muhalif bakışı ve örneğin HDP siyasi temsil odaklarına karşı izlediği sert ve dışlayıcı tutumu bir yana bırakacak mıdır? Denetleyici ve yönetici bir basın politikasından geri adım atacak mıdır?
Geldiğimiz noktada bunlar pek olası değildir. Erdoğan´ın kimlik ve milliyetçilik vurgulu politik angajmanları, güvenlik endişesi, AK Parti´yi ve kendisini getirdiği aşama geri dönüşsüz görünmektedir. Nitekim bunların olabileceğine dair ortada herhangi bir ipucu da bulunmuyor. Ayrıca şu üç husus böyle ihtimali zayıflatmaktadır: (1) Bir yandan AK Parti´nin 31 Mart sonrası benimsediği, lideri geride tutan ve beka söylemini yumuşatan stratejisinin 23 Haziran seçimlerinden hemen önce terk edilme biçimi, (2) diğer yandan Erdoğan´ın yenilgi ve kriz anlarında ipleri gevşetme yerine germe eğilimi, (3) en nihayet sürmekte olan ekonomik ve bölgesel krizin çözülmesi için iktidarı yıpratacak kritik ve yeni adımlar atılması gereği.
Bununla birlikte AK Parti kimi adımlar atmayı düşünecektir. Yargı reformunda olduğu gibi sınırlı adımlar, örneğin kimi tahliyeleri beraberinde getirecek infaz yasası değişiklikleri, ekonomide bazı palyatif tedbirler iktidar partisinin bu alandaki muhtemel adımlarının uç sınırlarını oluşturuyor. Bunlar hem AB ve Batı´yla ilişkilerin bir anlamda yumuşamasını, hem AK Parti´nin asli iddiası ?görece bir sivilliğe? yönelik yeni mesajlar vermeyi aynı anda içerirler. Bu anlamda, gerçekçi görünmektedirler.
Üçüncü alan, kritik bir hassasiyet taşıyan siyasi ittifaklarla ilgilidir. AK Parti yönetiminin bu açıdan da kendisine sorular sorması kaçınılmazdır. Eski tabirle sağ siyasi partiler, ittifak yasası ve cumhur ittifakı öncesi yüzde 60´ı aşan bir oy ağırlığına sahipti. Bu oy oranı, ülkedeki ana eğilim yanında, bir yönüyle sağ siyasi partiler arasındaki söylem ve politika farklılıklardan besleniyordu. Bu farklılar ortalama muhafazakarlığı, değerleri temsil eden uçların değil, merkezin belli bir ağırlık taşımasına yönelik bir işlev yerine getiriyordu.
Cumhur ittifakıyla, AK Parti ve MHP ittifakıyla birlikte bu farklılıklar erimiş, sağ alan parçalı yapı yerine bir takdir gücü taleplerin ve hukukun önüne geçen lider egemenliğinde, siyaset karşıtı, otoriter ve merkeziyetçi bir anlayışla blok bir yapıya, bir kutup olmaya doğru hareket etmiştir. Sonuç ise muhafazakar kesimin bu duruma tepkisi olmuştur. AK Parti ve MHP oy oranı toplamı bu koşullarda önce yüzde 52´ye gerilemiş, 23 Nisan seçimlerinde bu oran yüzde 44´e inmiştir. Farklılıkları, itirazı, değişimı, yeniden demokrasiyi ve hukuku temsil eden parçalı muhalif cephe ise büyümeye yüz tutmuştur.
Bunun anlamı muhafazakar kesimden kopan parçaların, belki de belli bir sosyolojik değişim dozuyla, muhalif alana kaymaya başlamasıdır. İYİ Parti böyle kuruldu ve muhalif cephede yer aldı. Muhafazakarlarda seçimlere ve siyasete katılmama eğilimi bu şekilde baş gösterdi. Bugün yoğun ilgiye mahzar olan Babacan ve Davutoğlu´nun siyasi parti kurma hazırlıkları da, bu konuda özgüvenleri de en azından işin bir yönüyle bu durumunun diğer bir sonucudur.
Erdoğan´ı böyle ittifak tercihine, iki bloklu siyaset oyununa iten sadece 15 Temmuz darbe girişimi, mecliste ihtiyaç duyduğu destek değildi. Temel olarak cumhurbaşkanlığı modeline geçiş arzu ve arayışıydı. Bu arayış AK Parti´nin sorunlarla siyasi ve hukuki yollarla baş etme zorlukları yaşadıkça MHP´nin siyaset karşıtı modeline yaklaşmasıyla kesişmişti.
MHP´nin AK Parti´ye olumsuz etkisi sadece kutuplaşmayla, hukuk devleti ilkelerinden sapma ve siyasetsizlikle gelen seçmen kaybı değildir. İki parti arasındaki aynılaşma MHP´nin avantajına olmakta, pek çok yerde MHP, AK Parti seçmenini emmektedir.
Soru şudur: Gelinen nokta, şöyle ya da böyle, şu ya da bu aşama Erdoğan tarafından sorgulanacak mıdır? Erdoğan bu gidişin ve cumhur ittifakının kendisine ve partisine getirmekten çok, onlardan götürdüğünü görecek midir?
Muhtemelen evet.
Siyasi fayda dikkate alınırsa muhtemelen evet. Zira bu husus, Erdoğan için söylem, politika ve tutum değişiminden daha kritiktir. 2023´e doğru cumhur ittifakı köprüsünün altından çok su akacağının düşünüyoruz.
Dördüncü alan Beştepe´nin Ankara ve İstanbul belediyeleriyle ilişkilerini nasıl yürüteceğidir. Siyasetin bir ayağının merkezi-yönetim mahalli yönetim ilişkilerine endekslendiği söylenebilir. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi´nin performansı siyasi dengeleri etkileyecek nitelik taşır. Erdoğan´ın bu muhtemel siyasi rakibe karşı nasıl davranacağı, hareket alanını ne denli kısıtlayacağı da önemli siyasi veridir. Zira bu da muhafazakâr kitleyi etkileme gücüne sahip kritik bir hususu oluşturmaktadır.
AK Parti´nin serancamı şimdilik bu.
Bir sonraki yazıda muhalefet ve siyasetin yeni ilişkisini ele alacağız.