Tarih: 02.02.2025 01:33

Siyasetin hukuka müdahalesi devletin temelini çürütür

Facebook Twitter Linked-in

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarda 22. yılını doldurdu. Bu uzun iktidar sürecinde iyi kötü, doğru yanlış yaptığı birçok şey var. Bu süre içinde 6 genel seçim, referandumlar ve -sonuncusu dışında tüm- yerel seçimleri kazandı. Kasım 2015’den bu yana kazanılan seçimler haklı itiraz ve tartışmalara konu olsa da, 2002, 2007 ve 2011 seçimleri için bunu söylemek pek doğru olmaz.

AKP (mensuplarının tercih ettiği kısaltmayla AK Parti), iktidarının ilk on yılında AB üyeliği, kültürel çoğulculuk, ‘komşularla sıfır sorun’ sloganıyla simgelenen dış politika, altyapı yatırımları, açılım ve çözüm süreci gibi söylem ve eylemleriyle toplumdan destek aldı. Ekonomide, üretimden çok özelleştirmeden elde edilen kaynaklara dayansa da ilk yıllarda toplumsal gelir dağılımında - bugün yaşananların tam aksine- alt ve orta gelirliler lehine sınırlı iyileşmeler de yaşandı.

Ancak bütün bu süreçte hukukla ilişkisini, bir hukuk devletinde olması gereken doğrultu ve kurumsallıkta sürdüremedi. İlk yıllarda yerleşik hukuk organ ve kurumlarının, neredeyse iktidarın yetkisini paylaşmaya dönük karar ve tutumları, karşı mevzilenme ve bu alanda güçlü olmak için olmadık iş birlikleri aramak gibi sakıncalı bir zihin altının yerleşmesine zemin hazırladı.

 

KAPATMA DAVASI

Sanırım bu olumsuz ve talihsiz sürüklenişte, 2008 başında açılan ‘kapatma davası’ önemli bir tahrik ve kırılma vesilesi oldu. 2002 ve 2007 seçimlerinde tartışmasız birinci olmuş bir partiye açılan ciddi dayanaklardan yoksun kapatma davası, yargı erki içinde iktidara yakın -yahut onun gücünü kullanmak isteyen- çevrelerin karşı hamlelerine yol açtı.

İktidar kapatma davasını savuşturmakla uğraşırken, yargıda ortaya çıkan ‘kraldan fazla kralcılar’ haklı haksız, doğru yanlış bir ok iddiayı aynı torbaya doldurarak ‘darbe davaları’ açmaya, seçilmiş iktidarı bu yoldan sözümona tahkim etmeye çalıştılar.

Bu torbaya Danıştay suikastı gibi menfur cinayetler, ülkeyi yönetilemiyor görüntüsüne sokmayı amaçlayan birtakım kışkırtıcı eylemlerin yanına tüm suçu sadece iktidarın siyasal çizgisine karşı olmaktan ibaret olan birçok yazar, çizer, aydın, asker-sivil kanaat önderi de doldurulunca iş çığırından çıktı.

İktidar, kapatma davasından uyarı alarak kurtuldu ama sözde iktidar yanlısı savcı ve yargıçların, ne buldularsa aynı torbaya doldurdukları davalar içinden çıkılmaz hal aldı.

 

SİYASETİN HUKUKA VERDİĞİ ZARAR

Bu talihsiz süreçte, iktidar ve muhalefet sözcülerinin bu tür toptancı yargılamalara karşı, salt hukukun yansız ve doğru işlemesini talep etmek yerine ‘avukatlık’ ve ‘savcılığa’ soyunmaları, işi büsbütün siyasallaştırdı.

Savcılara verilen zırhlı arabalar, onları görevini yapan hukukçular değil de sanki ülkeyi kurtaran kahramanlar düzeyine çıkaran yanlı ve abartılı söylemler, iktidarı bu davaların iddiacısı, müdahili tarafı konumuna taşıdı. Davalar sanıkları, olayları ve hukuki gereklilikleri aşarak iktidar ve muhalefet arasında siyasi bir çekişme nedenine, bilek güreşine dönüştü.

Devlete yapılacak en büyük kötülük hukukun işleyişine siyasetin ayrımcı müdahalelerde bulunmasıdır.
Hukuk devletin temelidir, devlet meşruluğunu hukuktan alır. Siyasetin müdahaleleri hukuku ve bu yoldan devleti çürütür. Sonuçta devletin meşruiyet temeli, halkın devlete güveni, birlikte yaşama iradesi ve adalet duygusu zedelenir. Kötülük budur.

O nedenle, yargılamaların gidişi karşısında kaygılarımı paylaşma ihtiyacı duyarak, “bu davaların haklılığı zorlayan boyutlara yayıldığını, 12 Mart’ın aydın düşmanlığına dönüşen yargılamalarına benzemeye başladığından endişe duyduğumu ve ‘korkarım’ iktidara da zarar vereceğini” söylemiştim. (http://www.gazetevatan.com/12-mart-a-benzemesin--233926-gundem/)

Dönemin sayın Adalet Bakanı da bana “Yargının görevini titizlikle yaptığını” söyleyerek yanıt vermişti. (https://www.dunyabulteni.net/arsiv/bakan-sahinden-gunayin-ergenekon-sozlerine-tepki-h74100.html )
Kaygılarım -ne yazık ki- haklı çıktı. Bu davalar, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını en tartışmalı kılan, yıpratıcı ve yaralayıcı sorunların başında yer aldı. Yargılamaların acımasızca sürdüğü, usul kurallarının hiçe sayıldığı dönemlerde bu davaları yalın kılıç savunanlar, kısa bir süre sonra “davaların kumpas, savcı ve yargıçların yetkilerini hukuk adına değil, mensubu oldukları bir örgüt adına” kullandıklarını ileri sürmeye başladılar. Sonraları, kendilerini değil, ama bu iddiaları haklı çıkaran olaylar ve tartışmalar yaşandı.

Davalar doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırmadan toptancı bir anlayışla sürdürüldüğü gibi olağanüstü olay ve gelişmelerden sonra ardında nice acılar ve mağduriyetler bırakarak olağanüstü koşullarda, yine toptancı kararlarla sona erdirildi.

Mehmet Akif merhum, ünlü şiirinde “Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” diyor.

Önceki dönemlerde bütün usul kurallarını hiçe sayarak yakalama, tutuklama kararları verenler, acımasız mahkumiyet kararlarının altını imzalayanlar artık savcı ve yargıç kürsülerinde değil. Çoğu sanık sandalyesinde, adına kılıç salladıkları tarafından en ağır ithamlara maruz kalarak imzalarının hesabı sorulur hale geldi.

Ancak yargıya müdahalenin verdiği zararlardan ders çıkarılmamışçasına, yine usul değişmedi, aynı toptancı tavırlar sürdürülmeye devam etti. Bu kez, suçu sadece iktidara siyaseten karşı olmaktan ibaret bir dolu insan, okur yazar, aydın, siyasetçi, sanatçı, gazeteci sanık yerinde. Sadece sanık yerinde de değil, tutukevinde, cezaevinde.

 

YENİ ÖÇ ALMA DALGASI

Yakın tarihimizin gördüğü en kanlı, karanlık, hain ve oldukça da ahmak bir darbe girişiminden sonra başlayan soruşturma ve tutuklamalar, bir süre sonra anlamsız ve gereksiz çevrelere yayılarak bir cadı avına, yeni bir öç alma dalgasına dönüştü.

Yaşamı darbelere karşı mücadeleyle geçmiş, darbelerin mağduru nice insan, sırf muhalif tavırları nedeniyle darbecilikle suçlandı. Çevreciler, barışseverler, siyasetçiler, sivil toplumcular, eylemleri yüzünden değil söz, yazı ve ifade ettikleri düşünceleri nedeniyle işlerinden, özgürlüklerinden yoksun bırakıldı.

Olağanüstü dönemin yarattığı kaygı, korku ve temkinlilik, birçok kişi ve çevrenin bu bir tür cadı avına dönüşen toptancı suçlamalar karşısında suskun kalmasına, daha da vahimi bu tutumu arkalamasına yol açtı.

Sonunda iş, darbe girişiminin odağı olmakla suçlanan yapıya karşı yıllardır en amansız mücadeleyi verenlerin dahi, mücadele ettikleri yapının mensubu olmakla suçlanması saçmalığına kadar vardı. Susmanın bedeli haksızlıkların azalmasına değil, çoğalmasına ve itiraz edenlerin de daha ağır haksızlıklara maruz kalmasına yol açtı.

2024 yılı sona erdi. Yaşananlardan ibret almamış gibiyiz. 2009’da ifade ettiğim kaygıları taşıyorum. Gele gele yine 12 Mart benzeri günlere geldik. Darbeyle, darbe girişimiyle, terörle mücadele diye başladık; aydınları, okur yazarları, düşünen, konuşan, itiraz eden insanları susturmak, neredeyse tüm toplumu korkutmak hırs ve hevesiyle devam ediyoruz. Sonuçsuz ve kabına zarar veren bir çaba. Nasihati anlamak için, bize daha kaç musibet gerekiyor?

NOT: Bu yazı, özgün haliyle 2018 yılı sonunda dijital medya mecralarından birinde (artıgerçek’te) yayınlandı. Hüzün verici olan şu ki, aradan geçen 6 yıl içinde birçok alanda olduğu gibi hukuk uygulamalarında da iyileşme olmadı. O nedenle bazı güncellemelerle yeniden yazmak gereği duydum.

 

Kaynak: karar.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —