Aşağı yukarı aynı günlerde, Sakarya’da Kürt işçiler dövüldü. 6-7 Eylül pogromunun yıldönümü geçildi. IKB Başkanı Neçirvan Barzani Ankara’yı ziyaret etti, yine bayrak mesele edildi. MSB Akar F-16’nın arka koltuğuna atlayıp, Ege’yi turladı, ABD Doları 7.5 TL düzeyine dayandı. Süleyman Soylu bir yakalanıp bir bırakılan (“sözde” diyeyim mi?) IŞİD emirinin durumunu somut kanıt olmayışına (!) bağlayıp, “bu defa salınmaz” buyuruverdi. Yargıtay Başkanı Beştepe’de talimat alıp, önünü ilikledi. Direktör-ü İletişim-i Hümayun Sayın Fahrettin Altun Beyefendi, basın özgürlüğü konusunda Fransa Cumhurbaşkanı’na ders verdi. Sapık pedofil tecavüzcü Uşşaki tarikatı şeyhi haberlerine yayın yasağı geldi. AİHM Başkanı Spano, KHK coşkunu İÜ’den gazetecisiz, öğrencisiz törenle fahri doktora, ardından soluğu AKP evsahipliğinde kayyumlu Mardin’de aldı. Kartal/Pençe harekâtlarının, Haftanin’de tüm inleri, mağaraları imha edip, tamamlandığı duyuruldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan “siyasi olarak yok hükmünde olan bir devletten” bugünlere geldiğimizi muştuladı. Liste uzatılabilir.
Efendim dış ve iç politika konularını, efendim diplomatik/teknik/askeri konularla “siyaseti” neden harmanlıyorsun? Gün, seferberlik günü. Gün, birlik ve beraberlik günü. Gün, daimi darbeye alkış tutma, parti-devlet, “ikili devlet” rejimine uygun adım birerle kol geçişe katkı sunma günü. Çünkü “teknik” konularda balyoz mağduru Gürdeniz Paşa bakın, ne güzel vatan savunması saflarında. Çünkü bakın zamanında Kardak’ta sabrımızı test eden “Yunan” yeniden elde süngü kapımızda. Bakın müstafi Yaycı Paşa “diyagonal” anlatıyor MEB meselesini. Ben de tüm değerli “toksik” siyasetten uzak durma tutkunu, teknik/diplomatik/askeri uzmanlar heyetine soruyorum: “Affedersiniz siz çocuk musunuz, yoksa ergen mi?” Hanımefendiler, beyefendiler, tüm samimiyetimle istirham ediyorum yutmayın bu bayat dolmayı, işte asıl o zaman zehirlenirsiniz. Siyaset bir bütündür, konuştuğumuz konu ortak vatanımız, eşit anayasal yurttaşlık, hak ve özgürlükler, çocuklarımızın geleceği.
O zaman öncelik sırası gözetmeden yine soralım: NATO müttefiklerimiz Fransa ve Yunanistan’la savaşacak mıyız? Savaşacaksak, savaşmamız zorunlu mu? “Yunan” sabah kalktı, birden silâhı çekip, alnımıza dayadı, “ya malını, ya canını” mı dedi? Yoksa sözkonusu anlaşmazlıklar yıllardır var mıydı? Konu deniz dibinde gaz aramaktan, nasıl topyekün harp eşiğine evrildi? Batıda savunma bakanlıkları, münhasıran silâhlı kuvvetler bakanlıklarına dönüşürken, bizde savaş bakanlığı ve belki ileride her kuvvete bir bakan yardımcılığı modeli mi geri dönmekte olan? “Genelkurmay MSB’na bağlandı” denilen, MSB’nın Genelkurmay’laşması demek olmasın? IŞİD’in tam bu ara yeniden büyük kentlerimizde saldırı hazırlığında olması kimin işine yarar? Ceylanpınar-Reina arasında ne olmuştu, aydınlatıldı mı, anladınız mı, içinize sindi mi? Çocuklarıyla görüştürülmeyen Demirtaş’a hakaret, kucağında yavrusunu korumaya çalışan Kürt anaya yumruk, 6-7 Eylül’le bunca yıldır yüzleşilememesi ve Atatürk’ün Selânik’teki evine bomba koyanı dahil o “operasyonun” tüm uygulayıcı ve planlayıcılarının devlet katındaki serencamı ilginizi çekti mi?
Şimdilik hafif sıklet BAE’nin önüne geçip, başat hasmımız olan Fransa, ulusal ekonomisine destek için 100 milyar avroluk ek paket açıklar, tüm AB savunma harcamaları konusunda yoğurdu elli kere üfleyip yerken, avuçlarınızı patlatarak (F-35 de uçamayacak güvertelerinden ama olsun) üçüncü “uçak” gemimiz de geliyor diye alkış mı tutuyorsunuz? “Yerle yeksan etmek”, “yok hükmünde”, “bambaşka bir anlam” ve benzeri sonu “dir, dur” diye biten cümlelerden örülü hamasi resmi açıklamalar istemdışı kalp çarpıntısı, coşku, sevinç mi yaratıyor sizin bünyelerde? Özel olarak Haftanin’de, genel olarak Gara, Metina, Zap, Avaşin-Basyan, Hakurk, Haftanin, Kandil alanlarında toplam kaç mağara var? Varsayalım her bir mağara havadan yerle bir edildiğinde, Türkiye’de Kürt sorunu çözülecek, çözüm konusunda adım atılmış olacak, demokratik cumhuriyet mi gelecek? Yoksa Kürt de, sorunu da zaten yok mu? IKB Başkanı ziyaretinin neden bu denli geç kaldığını ve neden bu denli içeriksiz olduğunu sorgulamak yerine halen dahi gözünüz masadaki bayrağa mı takıldı?
Pısırık monşerlerin, birkaç kökü dışarıda özüne yabancı sarhoşun elindeki cumhuriyetin Lozan, Montrö, Nahçıvan’la sınır tesisi, Hatay, II. Dünya Savaşı dışında kalmak, NATO’ya girmek, Kıbrıs Barış Harekâtı, AB üyelik müzakereleri ve Gümrük Birliği vb. hiç mi kaydadeğer dış politika başarısı yoktu sahiden? Yahut şimdi askerin demiyorum, savaşçıların demekten de çekiniyorum, nezaketen “güvenlikçi siyaset yanlıları” diyeceklerimin dediği nihayet bihakkın oldu da, ne oldu? Daha müreffeh, daha güvende, daha özgür ve evet daha “bir ve bütün” bir ülke miyiz artık? Ama asıl soru bu da değil. “Teknik yorum tuzağı” olarak gördüğüm sakıncanın tanımı tam da bu: Dışarıda güvenlikçilik adı altında çokboyutlu değil amorf bir siyaset bize dayatıldıkça, (dayatılıyor çünkü ne soran, ne hesap veren var) cumhuriyetimiz daha mı demokratik oluyor? Onsuz demokrasinin d’si olamayacak laiklikten ise hiç söz etmiyorum, biliyorsunuz sayın şeyhülislâmımız hasbelkader devlet memuru Erbaş “yabancı dinler gibi, yabancı paradan da uzak durunuz” gibi bir inci de yumurtlayarak, değerli görüşlerinden biz mümin tebaa mensuplarını o konuda da mahrum bırakmadılar, hamdolsun.
Başka yerden anlatmaya çalışayım aynı konuyu. Bakınız sittin senedir Almanya kemer sıkma politikalarını, denk bütçeyi “alternativlos” (“seçeneksiz” -yani zorunlu) diye dayatıyordu. Pandemi geldi, o “alternativ” kendiliğinden bulunuverildi. Sizler de bu tartıştığımız “teknik/diplomatik/askeri” yani “siyaset üstü” diye yutturulan konularda hiç düşündünüz mü “zorunda mıyız?” diye. “Ne uğruna?”, “başka yolu yok mu?”, “cümle âlem ahmak, bir Türkiye mi akıllı?” diye sordunuz mu? Pekala “teknik” konuşalım: Araba dediğin üstü açık, arkadan çekiş, düz vites. Shelby Cobra, Ariel Atom, bunlarda cüret var, performans hakeza. Ama şimdi ve burada ve bizim için akılcı mı? İnelim yere, misal bir BMW Z4 yahut bir Mazda Miata veya bir MINI Cooper S olsa? (Teknik yorumcu burada “abi, MINI önden çekişli yalnız” der, yazıyı çöpe atarsın.) Pekiyi hazır inmişken yere, neden bir scooter olmasın? İki teker, yan yana değil ama önlü arkalı iki kişi, hem ufak yük koyacak yeri de var oturak altında ve bacak arasında, trafikte çevik, park sorunu yok, diğer çözümlerle karşılaştırılamayacak denli ucuz. Bir eğitime, bir ehliyet sınavına, kaska, monta bakar. İş görmez mi? Bisiklete ne dersiniz? Katlanılabilir, hafiften bir elektrik motoru destekli bir (haydi, iki) bisiklet? Bakın, Shelby Cobra’dan çıktık yola geldik scooter’a, oradan bisiklete: Kısıtlı kaynakların etkin kullanımı, imkân ve kabiliyetler, amaç-tanım-kapsam, öncelikler.
Ve alternatif seçenekler üzerine düşünmek. Seçeneksizliğin reddi. Efsunlanmış gibi “kader” denilen o karanlık geleceğe yürümemek. Bunlar safsata, hep muğlak, teknik kesinlik mi istediniz? Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov Moskova’da, hem de Dışişleri Bakan Yardımcısı Önal oradayken SDK heyetini kabul etti, ardından atladı Şam’a gitti. Libya UMH Başbakanı Sarraj Ankara’ya geldi ama sırada Paris var. İtalya, Libya’nın doğal gaz ihracatının tamamının yöneldiği ülke ve o sahalar UMH tarafındaki bölgede kalıyor ama durumu sıkışık ve AB içinde Almanya ve Fransa’yla uyumlu davranmak durumunda. Yunanistan, Türkiye karşısında hafif sıklet ama Fransa’yı o denli tahrik ettik ki, CDG uçak gemisi Pire’ye demirleyecek ve Macron ile Mitsotakis’i güvertesinde savunma işbirliği anlaşması imzalarken göreceğiz. Merkel’i sığınmacılarla kafakola aldık ama AB dönem başkanı Almanya’nın da sabrı taşmak üzere. AB Konsey Başkanı Charles Michel ve Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’i Beştepe’ye getiren bu ivedilikti: AB’den adeta zorla yaptırım arıyoruz, oysa Gümrük Birliği’ne dokunacak her adımın ekonomimizi sarsacağı belli. ABD Başkanı Trump da kamuoyu yoklamalarında rakibi Biden’İn yeniden on puan gerisine düşmüş durumda. Irak’ta KDP’nin ötesinde bırakın Bağdat’ı, Süleymaniye’de dahi konuşacak muhatap bulmamız zor, son IKB Başkanı ziyareti adeta ilişkilerin içeriksizliğini tescilledi.
Özcesi, dışarıda yedi düvele pala sallıyoruz. İçeride Ali Topuz’un Pazartesi günkü “avukatlığın ilgası” yazısının çok keskin biçimde betimlediği üzere çıldırtıcı, mantık dışı bir cendere kapanıyor. Bu ortamda, iktidarın sözcülüğünü üstlenenleri demiyorum, demokratlıklarından zerre şüphem olmayan kimi değerli uzmanların gözlerini o sallanan palaya dikip, sürekli tükenmeyen bir coşkuyla pala üzerine yorum yapmaları doğrusunu isterseniz beni şaşırtıyor. Belki yanılan benim bilemiyorum. Belki hepimizin kendini yalnızca en iyi bildiği alana sıkıştırarak, o konuda konuşmasıdır doğru olan. Ne var ki, bu güncel bağlam bana hiç öyle gelmiyor.