Siyasetten çok talan örgütlenmesini andıran sağ siyasete şöyle bir dokunup, sol siyasetsizlik üzerinde uzunca durduktan sonra, CHP konusuna geçelim.
Evet, memlekette, sağ siyaset ve sol siyaset dışında bir de CHP var. Hem -MHP gibi- devletin toplum içindeki uzantısı hem sağ siyasetin pek çok özelliğine sahip hem de bazen sol siyasetmiş gibi yapıyor, çünkü oy beklediği kitle kısmen bunu istiyor.
CHP ile ilgili iki büyük siyasî sorun, Türkiye siyasî hayatını felç eden iki kanser tümörü.
İlki, içeriksel. CHP, toplumu her şeyiyle kullanabileceği malzeme ve araç sayarak devletin emrine veren “millî güç” anlayışını ve -“etrafı düşmanla çevrili” “güvenlik devleti” olarak cisimleşen- genel bir yabancı fobisini devlet çekirdeğiyle ve sağcılarla paylaşır. Türk sağcılığıyla o kadar çok şey paylaşır ki, varlık amacı gibi duran “muhalefet”i hiçbir zaman temelden farklılık ifade etmez, köklü ayrımlara, karşı karşıya gelişlere yolaçmaz. Nihayet, “Mehmetçik”in “bayrağımızı dalgalandırmak” üzere girişeceği her türlü faaliyette CHP, günün siyasî iktidarının niteliğinden bağımsız olarak, asıl iktidarla aynı saftadır. (Şu son yıllarda yaşadığımız korkunç sürecin belki tek yararı, “devletin esas sahipliği” gölgesinin -parti değilse de partililer üzerinden- yavaş yavaş çekilmekte oluşu.)
Bu bir yandan onun sahici ve güvenilir muhalefet partisi olmasının önündeki yapısal engel. Öte yandan, sözünü ettiğim yapısal bağ -herhangi bir CHP yetkilisinin bundan yakındığına şahit olsaydık pranga da diyebilirdik- memlekette mümkün-meşrû muhalefetin sınırlarını öylesine daraltıyor ki, azıcık öteye adım atan, devletçe derhal düzen-dışı, gayrimeşrû hale düşürülebiliyor.
İkinci ur, siyasî refleksler, siyaset yöntemleri, eylemlilik gibi sinirler üzerine çöreklenen, partiyi silik, etkisiz, şahsiyetsiz bırakan atalet. Fakat âdetâ somut varlık bu. Partiyi mâkûl süreyle izleyen, ataletin parti meclisinde, merkez karar ve yönetim kurulunda veya etkili danışmanlar arasında fiilen yeraldığına, genel merkezde odası, masası bulunduğuna hükmedebilir. Varlığı şuursuzluk da yaratıyor. Şu yaşadığımız ortamda, protesto eylemi olarak AKP’li Meclis başkanının oda kapısına Anayasa kitapçığı bırakma gibi trajikomiklikler onun yüzünden.
Ve fakat, bütün bu ahval ve şerait içerisinde dahi, ülkenin ana muhalefet partisi bu parti. Muhalif siyasî parti ve gruplar içerisinde en geniş desteğe sahip olan, seçmenlerin yaklaşık dörtte birinin oyunu alabilen parti bu. Dolayısıyla, bir muhalefet cephesinin veya güçbirliğinin merkezinde bu partinin yeralması beklenir. Öbür parti ve grupların CHP ile ne yakınlıkta, ne derinlikte, nasıl ilişkiler içine girebileceğini göreceğiz. Muhalif herhangi bir güçbirliğinin, eğer sahiden iktidar istiyorsa mutlaka yanına almak zorunda olduğu, ama aksine, memleketin en büyük meselesinin çözümü en acil ihtiyaç değilmiş gibi itmekten kakmaktan vazgeçmediği HDP etrafında doğacak sorunlar, tartışmalar şu anda konumuz değil. Olabilecek en geniş güçbirliğinin bir şekilde sağlanacağını varsayarak konuşmaya devam ediyoruz. Aksi ihtimalde iktidar değişemez. Ne kadar basit.
Yani geniş güçbirliğinin nasıl toparlanacağının yanısıra, bir “muhalefet adayı”nın belirlenmesinde de inisiyatif CHP’de.
İNCİLER
Adı mütemadiyen önümüze sürülen, ancak kendisi her defasında haberi yokmuş, böyle bir şeyi hayatta ilk defa duyuyormuş veya not almayı ihmal ettiği için unutmuş veya kendisine geç haber verildiği için küsmüş filan gibi davranan Abdullah Gül’ün hayaleti tekrar sahnede. Güçbirliği mecburiyeti yüksek sesle telaffuz edilir edilmez karşımızda belirdi.
Ve bunun üzerine herkes beylik tavırlarını takındı. Âdetâ lüks içinde yaşıyoruz havası doğdu. Salgın günlerinde Bodrum’da maskesiz, dipdibe havuz partileri düzenleyenlerinkinden şüphesiz çok farklı, ama yine lüks denecek lüksümüz var bizim de işte.
Radikal sözlerle, keskin çıkışlarla, herkes salak ben şahaneyim edâlarıyla ortaya atılan apolitik siyaset erbâbı, “Kesseler Abdullah Gül’e oy vermem!” haykırışlarıyla gökkubbeyi sarstı. Öyle ki, perşembe gecesinden başlayıp cuma namazı ertesine kadar süren, minare hoparlörleri arası salâ yarışları bile gölgede kaldı.
İki meselemiz var.
Biri, sabahtan akşama politikayla hemhal yurttaşların kendilerini arzın merkezinde görmeleri ve fakat halkımızın bir türlü bu merkeze seyahate kalkışmaması, hele şu mübarek salgın günlerinde böyle bir seyahati asla göze almayacağını hepimizin biliyor oluşu. (Geçen bölümde sol siyaset üzerine yazdıklarımın burada hatırlanmasını dilerim.)
Seçim, oy, destek vs. gibi, doğrudan sayılarla ifade edilmedikçe anlamı olmayan konulardan sözediyorsak, güçbirliğinin zorunlu, ama tek tek her birimizin iç huzuruyla katılacağı bir güçbirliğinin mümkün olmadığını bilerek lafa başlamamızda hayır var. Düpedüz mecburiyet var aslında, ama ortam fena, herkes çok gergin, böyle diyelim.
Daha farklı da ifade edebilirim; daha somut: Türkiye’de ne bugün ne yakın gelecekte, samimi solcunun iç huzuruyla destekleyeceği herhangi bir güçbirliği, iktidar değişimi yaratabilir. Eğer engel olunmazsa giderek kan dökmeye de aday olan bugünkü iktidar koalisyonunu iktidarı terk etmeye zorlayabilecek güçbirliği, ancak birtakım sağ siyasî güçleri, hattâ devlet içinden unsurları kapsayabilirse başarıya ulaşabilir. Kitle desteği için de, şüphesiz, en beylik ifadesiyle, mümkün en geniş kesime hitap edebilecek adaylar falan lazım.
İkinci meselemize geçmeden, şunu da araya sıkıştırayım: Maalesef, çoğu zaman olduğu üzre, ilke vurgusunun çevresine kan rengi süsler yapılarak ortaya sürülen mâmûller hileli üretim eseri. Faşist partiden kopmuş parçayla ittifak yapılması birilerini bozmuyor, ama Abdullah Gül’e oy verirlerse incileri dökülürmüş. Allah allah… Muharrem İnce’ye oy verince döküldü mü kimsenin incileri? Niye? Ekrem İmamoğlu da Türkeş’in aziz hatırasını filan anıyor icabında. Oy vermeyecek misiniz?
AŞIRI TEMKİNLİ HAYALET
İşte şimdi ikinci -ve daha basit- meseleye geldi sıra: Bugünkü iktidarı devirecek ve yerine güçlendirilmiş demokratik hukuk rejiminin kurulmasını sağlayacak güçbirliğinin münasip adayı Abdullah Gül müdür? Evire çevire tekrar sorayım: Abdullah Gül, bugünkü gibi, varkalabilmek için her şeyi göze alacağı âşikâr bir iktidarı devirme, yerine kökten yeni bir temsil ve hukuk rejimi kurma mücadelesine önderlik edebilecek biri midir?
En ufak tereddüde bile yer yok: Değil!
Abdullah Gül muhalefetin “tek aday”ı olursa başka ihtimallerde gelmeyecek oyların bu tarafa akacağına inanmak için güçlü sebep yok, bir defa.
Üstelik “kesseler vermem” teatralliğini sevenlerin gayet haklı olduğu bir konu var ki, yaşanan bunca şeyden sonra koskoca muhalefet cephesine birleştirici aday diye kalkıp Abdullah Gül’ü önermek, hafifinden düşüncesizlik, basiretsizlik, ağırındansa hakaret gibi hareket. Şahsen ağırıma gitti; her türlü siyasî mülâhaza bir yana.
Abdullah Gül, bir defa, cesur değil. Bir dahaki sefere bahçeye helikopter değil, mesaj taşıyan ufak drone inse yorganı başına çekip birkaç gün yataktan çıkmayacak gibi bir hali var.
İkinci olarak, kendisinin “kabul sınırı” nereden geçiyor, belli değil. Biliyoruz, Gezi’de çok daha yumuşak davranılmasını istiyordu. E, partisi -ve lideri, tabiî!- tam aksini yaptı. Her polis copu Abdullah Bey’e de inmiş olmadı mı? Abdullah Bey ne yaptı? Bizim görebildiğimiz hiçbir şey. Abdullah Bey, Avrupa Birliği üyeliğini amaç bellemiş, yüksek standartlarda demokrasi istediğini ilan etmiş bir politikacıydı. Partisi U dönüşü yaptı, faşistlerle koalisyonu her türlü açılıma, demokratik adıma tercih etti. Abdullah Bey’in tepkisi? Belki helikopter inmesin diye bahçedeki otları biçtirmemiştir; biz bilmiyoruz, göremedik.
Peki, diyelim bunlar arızî fasıllar. Belki o da yanlış davrandığını düşünüyor, adının siliklikle, pasiflikle, kifayetsizlikle anılmasından rahatsız oluyordur. Var mı böyle bir özeleştirel havası? Kesinlikle yok. Zaten genel olarak eğreti duruyor. Amcasının yerine birkaç günlüğüne dükkâna bakıyor sanki.
Bu kadar da değil. Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendisine fiilen muhalefet cephesinin adayı olması önerisiyle gidildi. Ne yaptı? Başarı garantisi istedi! Ayıp oldu doğrusu.
Ve Türkiye dışında lafa kendisinden başlanacak olan ama burada rahatlıkla ihmal ettiğimiz noktaya gelelim: Nedir Abdullah Gül’ün memleketin temel meselelerine dair görüşleri, çözüm önerileri? Var mı böyle birşeyler, notları arasında?
Abdullah Gül, kararlı bir politikacı değil, hasbelkader siyasî figür. Bildiğimiz özellikleri arasında güleryüzlülüğü, mütemadiyen ona buna hakaret ederek etrafı terörize eden biri olmayışı, komşunuz olsa iyi geçineceğiniz bir mâkûl adama benzeyişi güzel. Oturtulmaya çalışıldığı, akşamüstü balkona atılmış sandalye olsa bunlar iyi de… Haydi bu laf da burada kalsın.
______________________
(*) Bu serinin ilk yazısının linki: http://www.haberdurus.com/haber/siyaset_gercekler_abdullah_gul_-_1-50412.html