Gelişmelere müdahaleyi varoluş gayesi saymayan edilgen sol tavır âdetâ kurumlaştı. Buna karşılık ana akım sol hep, gelişmeleri belirleyecek konumda görülmek istiyor. Oysa değil. Ne yazık ki, bu sayıca azlıkla, güçsüzlükle açıklanabilir olmaktan uzak. Çünkü sol gerçekte siyaset yapmıyor. O köşeden doğrularını tekrarlamak siyaset değil. Herhangi bir duruma dair yanlışlık tesbiti ilan etmek değil siyaset.
Türkiye’nin siyasî hayatında ve bütün kötülüklerin anası devlet-toplum ilişkisinde herhangi bir değişim olacaksa, bunu kimler nasıl gerçekleştirecek?
Gaz müjdeleri, daha doğru ifadeyle müjde gazları bir yandan, “Takviye Hazır Kuvvet” teşkilatlanması karşı yönden, hazırlıklara işaret. Biri seçim çağrıştırıyor, öbürü çok fena şeyler. “Gâvur izi” görülen bütün binaların camiye çevrilmesi gibi müjde gazları azıcık da ittirip kaktırmayla sağlanacak seçim zaferlerini garanti etmezse, herhalde, kaleşnikofla helikopterden inen, çelik yelek giymiş Belarus başkanını hatırlatır hallerle karşılaşacağız. Bu ihtimali konuşmak gereksiz, çünkü böyle bir yola girilirse zaten birçoğumuz bir daha hiç konuşamayacak.
Biz yine kandırık ortamlarda bir türlü dalaverayla hurdahaş edilecek olsa da seçim ihtimalini gözönünde tutalım. Zira mevcut iktidar yapısı, anlayabildiğimiz kadarıyla, sadece kaba ve açık zorla varlığını sürdürebileceğine güvenemiyor, seçime ihtiyaç duyuyor. Seçim ihtimali bütünüyle ortadan kaldırılırsa toplumun oyuna katılımı ne yönde nasıl etkilenir, emin olamıyorlar herhalde. Zaten bizim elimizde de başka araç yok. Üstelik, şu şartlarda, dürüst seçim hayatî demokratik talep niteliği kazandı.
İktidar değişimi seçimle gerçekleşecekse, bu mutlaka karakteristikleri belirgin bir süreçle olacak. Yani öyle bir ortam doğacak ki, iktidar koalisyonu, seçimi önlemekle, seçim sonucunu tanımamakla konumunu sürdürebilme imkânını yitirecek. Gemi, en haşin, en hilekâr muhafızlarınca terk edilmeye başlanacak, seçim gibi meşru bir mekanizma, doğal olarak “hukuk” da çağrıştırdığı için, iktidarı kaybedecek olanlar açısından belki güvence olarak görülecek; çünkü yarattıkları hukuksuzluk ortamı potansiyel “rövanş”ı onlar için daha tehlikeli kılabilecek. Yine de bu iktidar koalisyonu, bugünkü hukuksuz iktidar yapısının sağladığı korumadan yoksun kalmayı göze alabilir mi? Bunu ve bağlı sorulara şimdilik takılmıyoruz.
İktidarı devirecek atmosfer nasıl oluşacak? Herhalde en basit tarif şöyledir: İktidar koalisyonuna karşı, kısmen ittifaklar, kısmen fiilî yan yana gelişler, etkiyi tabana yayan faaliyetler, iktidar destekçisi cepheden kazanılacak geçici yol arkadaşları vs. ile, sıkılığına-gevşekliğine göre, bir cephe ya da güçbirliği meydana gelecek. Bunun için, Selahattin Demirtaş’ın belli ki bir süredir düşünüp geliştirdiği, kısa süre önce de duyurmaya başladığı “ittifak modeli”ndeki gibi, asgarî ortak noktalar, belki ilkeler, ortak hedefler tanımlanması gerekecek. Ve partiler, siyasetle ilişkili her türlü örgüt, sivil toplum kuruluşları, fikir ve siyaset üretebilen her türlü kurum, topluluklar, bireyler, topluca, bir kuvvet, bir irade yaratacak.
Böyle bir heterojen güçbirliğinin ilk elde, temel önemde ama asgarî, sınırlı hedefler, talepler arkasında biraraya gelebileceği açık. İkincisi, buna katılan hiçbir unsur burada bütünlüklü yaklaşımı, eleştirileri, hedefleri ve siyaset tarzıyla temsil edilemez. Herkes ötekilerle üzerinde anlaşabileceği taleplerini ve yöntem önerilerini ortaya sürüp gerisini cebinde tutacak. Aksi halde böyle güçbirlikleri kurulamaz.
Buraya kadar anlattıklarım, değerli okurlar, çoğunuzda online ilköğretim izlenimi yaratmış olabilir. Oysa meselemiz de tam burada başlıyor. Online ilköğretime ihtiyacımız oluşunda. Çünkü insanlığın yayıldığı cümle yeryüzü alanında siyaset dendiğinde anlaşılan şey, şimdi büyük kısmı beton duvarlarla çevrili TC sınırlarından içeri giremiyor.
Bizde sağ siyasî faaliyet, eline iktidar imkânları geçirip çıkar ağı kurmak demek. Başlıca siyaset yöntemi din-vatan-bayrak istismarı. Siyaset söylemi çift çekirdekli. Biri gelişme-kalkınma, öbürü dış düşmanlarla bağlantılı iç düşman motifi.
Sol siyasetse, bütün soruların bütün cevaplarına sahip olma iddiasına dayanıyor. Temel yöntemi, kime ne kadar ulaşacağına bakmaksızın “doğruları” tekrarlamak. Söylemin çekirdeğinde “emperyalizm” var. Bundan da bir çeşit “dış düşmanların içerideki uzantıları” motifi türüyor ve hayli ilginç şekilde, bir kısım solun milliyetçiliğini ambalajlamasına yarıyor.
SOL SİYASET YAPIYOR MU?
Sol siyasetin değiştirici rol oynayabilmesinin önündeki en büyük engel, kendini ve “siyaset yapma” eylemini algılayışı. Öncelikle, en derin bölünmelerin tarafı haline gelmiş parçaları dahil bütün farklı grupları biraraya geldiğinde oy potansiyeli olarak aşağı yukarı yüzde birlik bir topluluktan bahsettiğimiz, hemen her tartışmada üzerinden atlanan vahim gerçeklik. Bu bir yandan gerçeklikten kopuşun da ifadesi. Memleketin dört yanında meydana gelen kendiliğinden direniş ve itiraz hareketlerinin otomatik olarak solla bağlantı kurması gibi bir “doğal” kanalın varolmayışı ve bunun sol tarafından dert edinilmeyişi, aynı olgunun öbür yüzü. Dindar olanı “gerici” diye nitelerken işçi sınıfının büyük bölümünü gözden çıkarabilen ana akım sol, “fikrimiz doğru, ama halka anlatamıyoruz” gibi bir inanca sahip.
Bu fikir hep tam teşkilatlı, hiç değişmeyen doğru olarak miras alındı, gelecek kuşaklara devredilmek üzere orada tutuluyor ve değişen zamana-koşullara göre yeni yeni yaklaşımlar, çıkarsamalar, siyaset önerileri doğurması gerekmiyor.
Yoksa ana akım sol, ülke siyasetinde, gidişatı asla etkileyemeyecek ufacık köşe işgal edip bu köşedeki -adıyla sanıyla- iktidar mücadelesiyle uğraşmayı esas varoluş gayesi mi sayıyor? Manzara, istisnalar içerse de, böyle görünüyor.
Gelişmelere müdahaleyi varoluş gayesi saymayan edilgen sol tavır âdetâ kurumlaştı. Buna karşılık ana akım sol hep, gelişmeleri belirleyecek konumda görülmek istiyor. Oysa değil. Ne yazık ki, bu sayıca azlıkla, güçsüzlükle açıklanabilir olmaktan uzak. Çünkü sol gerçekte siyaset yapmıyor. O köşeden doğrularını tekrarlamak siyaset değil. Herhangi bir duruma dair yanlışlık tesbiti ilan etmek değil siyaset.
Siyaset işin “nasıl”ında. Bu da, gerçek hayat içerisinde faal olmayı gerektiriyor. Dolayısıyla, şu iş için şununla, bu iş için bununla yan yana gelebilmeyi, birini karşına alırken ötekiyle işbirliği yapmayı, bütün bu değişkenlik içerisinde, ilkelerini, kimliğini oluşturan ideallerini kaybetmemeyi, neyi niye yaptığını açıklayabilmeyi vs. gerektiriyor. Siyasî kimliği yıpratmayayım derken eylemsizliğe sürükleniyorsan yanlış içindesindir. En doğru laflar bile hayat içinde herhangi bir değişiklik yaratmaksızın, aslında pek de işitilmeksizin bir köşeden tekrarlanıyorsa doğruluklarının anlamı kalmıyor, eğer siyasetten sözediyorsak.
DEVAM EDECEK…