Siyasetin belli kurallar toplamı olduğunu düşünürüz çoğu kez. Yapılması gerekenlerin önceden bilindiği ve yapılacakların belli olduğu bir arena gibi tasavvur ederiz. Fakat siyaset böyle bir şey değil. Siyaset canlı bir şey. Yani hayattar bir şey. Genişleme ve daralma yaşar. Zamana bağlıdır. Sürekli bir içtihadın konusu olan bir şey. Hani denizde kaybolmuş birilerinin bulup da tırmandıkları küçük bir adanın aniden dev bir balina olarak hareketlenmesi ve canlı olduğunun ortaya çıkmasına benzer bir şeydir siyasetin canlılığı.
Zamanla olan bağını tarif için canlılık kavramına başvursak da son tahlilde siyaset belli bir yasa içinde doğup, gelişip, sonra ölen organik bir beden değildir. Siyaset cansız bir düzlem veya kuralların hükmettiği bir platform da değildir. Siyaset, ihtiyaca göre doğruları değişebilen bir canlı zemindir.
Tam da bu yüzden siyaseti belli kuralların tecelli ettiği, sabiteleri olan bir yer olarak düşünmek siyaseti anlamaya engeldir. Dış siyaset ile bağlantısı kurulmadan iç siyaseti anlamak mümkün değildir. Aynı şekilde devletle nispeti anlaşılmadan partiler üzerinden demokrasi veya siyasi rekabeti hakkıyla anlamak mümkün değildir.
Siyasetin gerekleri bir tutarlılığı gerektirecek nitelikte değildir. Siyasetteki seyislik bir hayvanın bakımı olarak değil, canlı bir şeyin ihtiyaca göre hükmedilmeyle yönlendirilmesi olarak anlaşılırsa isabetli olmuş olur. Bu açılardan siyasette neyin doğru olduğu sorusu zamana ve şartlara göre değişir.
Şartlar değiştiğinde “serbest ticaret”in nasıl yetim çocuk gibi terkedildiğini görüyoruz. Yıllarca serbest dolaşım ve serbest ticaret bayraktarlığını yapan devletlerin çıkarları gerektirdiğinde hemen nasıl “korumacı” politikalara dümen kırdıklarını görüyoruz.
Bugün demokrasinin sahipsiz kalması, güçlü liderlerin yükselmesi de benzer bir ihtiyacın sonucudur. Demokrasi çağımızın ihtiyaçlarına cevap veren bir hedef veya yöntem olmaktan düşüyor. İç siyasetin gözlükleri ile bakmak bunu görmeye engel olabilir. Ancak tüm dünyada yaşanan kasılma bu istikamette bir spazm olarak anlaşılabilir.
Çünkü insanlar yoruldu demokrasiden. Partilerin rekabet adı altındaki patırtılarından, temsilin her defasında uzmanlar ve lobiler eliyle gaspedilmesinden, riyakar olmak zorunda olan siyasetçilerin riyakarlığından, kimlik siyasetlerinden, incir çekirdeğini doldurmayan şeylerle tüm siyasal ve kültürel alanın doldurulmasından bıktı, bunaldı insanlar…
İnsanlar global ölçekte yoruldu. Demokrasi karın doyurmuyor, rahatsızlık gidermiyor, sorunları çözemiyor. Sadece bazı konfor adalarında mümkün ve uygun olan bir siyasal form’un, pek çok başka kıta ve bağlamlarda işlemez oluşunun kendisi üzerinde düşünmeyi gerektiren bir durumdur. Çünkü bu sadece bir başarısızlık olarak okunamaz. Ya başarılı olması zaten baştan mümkün değil idiyse bazı şeylerde ısrarın kendisi bir problem olmaz mı?
Bugün demokrasinin yaşadığı (eğer sekerat değilse) ağır hastalığın temelinde siyasetin canlı bir şey olduğu gerçeğini görememek yatıyor. Liberal (ve başka) naif siyaset anlayışları ne demokrasinin siyaset açısından dönemsellik ve araçsallığını görebiliyorlar ne de devlet denilen aktörün siyasetle ilişkisinin görünmeyen kısımlarıyla ne kadar derin olduğunu anlayacak konumdalar.
Demokrasiler bilinmeyen bir sebepten dolayı hasta yatağında değildir, sadece görünmeyen sebeplerden dolayı cazibe ve gücünü yitiriyorlar. Çünkü siyasetin kendisi kural beklentilerinin aksine her defasında aslında bir phronesis’in (yani tutturulması gereken bir kıvamın) konusudur. Hayatın tazeliği ne kışın ne de baharın sürekli kalmasına müsaade ediyor. Siyaset de ihtiyaca ve mevsime göre kendi içtihadını yapıyor.