Türkiye’de çok fazla siyaset konuşuyoruz. Evde, sokakta, okulda ve kahvehanelerde günlük siyaset sohbetleri yapıyoruz. Neredeyse günlük konuşmalarımızda üç önemli konudan biri siyasettir. Acaba dünya toplumları da bizim gibi mi? Politize olmuş bir toplum sayılabilir miyiz? Politize toplum olmanın sonuçları nelerdir? Dünya Değerler Araştırması (2017-2020), siyasete verdiğimiz önem bakımından nerede durduğumuzu, kıyaslamalı bir biçimde inceleme fırsatı sunmaktadır. Bu araştırmada “Hayatınızda siyaset ne kadar önemlidir?” şeklinde bir soru, dünyanın pek çok ülkesinde insanlara sorulmaktadır.
Toplumları, siyasete verdikleri önem açısından bir sınıflandırma yaparsak, üç tipe ayırt edebiliriz.
- Siyasete çok yüksek düzeyde önem veren toplumlar;
- Siyasete orta yüksek düzeyde önem veren toplumlar;
- Siyasete düşük düzeyde önem veren toplumlar.
Dünya Değerler Araştırması’nın verilerine göre dünyada küçük bir grup ülke siyasete yüksek düzeyde önem atfetmektedir. Araştırmaya katılan üç ülkede (Almanya, Filipinler ve Myanmar) halkın yüzde 70-75 oranında bir kesim çok veya oldukça yüksek düzeyde önem verdiğini belirtmektedir. Bu ülkelerin karşısında ise yüzde 40’ın altında kalan bir oranda insanın siyasete önem verdiğini söyleyen pek çok ülke yer almaktadır. Sözgelimi Pakistan, Vietnam, Kırgızistan, Mısır, Irak, Rusya, Romanya, Bolivya, Meksika, Peru ve Yunanistan gibi daha birçok ülke bu grup içindedir. Bu grup, araştırmaya katılım sağlayan ülkeler içinde çoğunluğu oluşturmaktadır. Demek ki dünyada çoğu ülke siyasete pek fazla anlam yüklememektedir.
Orta yüksek düzeyde siyasete önem veren ülkelere gelince, Türkiye bu gruba dâhil olup Çin, Tacikistan, Zimbabve, Tayland ve Amerika Birleşik Devletleri’yle aynı eksende yer almaktadır. Bu grup ülkelerde siyasete çok veya bayağı çok önem verdiğini söyleyen insanlar nüfusun yarıdan biraz fazlasını (yüzde 55) oluşturmaktadır. Düşünsenize ülkede her iki kişiden biri siyaseti önemli buluyor ve siyaseti önemsiz gören diğer bir insanla karşılaştığında muhtemelen onu bu konuda konuşmaya zorluyor! Bu veriler, aşırı değilse de bizim orta yüksek düzeyde siyasallaşmış bir toplum olduğumuzu gösteriyor.
Peki, siyasallaşmış bir toplum olmanın anlamı nedir?
Bir toplumun ileri düzeyde siyasallaşması, partizanlık ve taraftarlığı beraberinde getirmektedir. Bunun epistemolojik sonucu, tarafların birbirine sağır olması ve diyalogun ortadan kalkmasıdır. Çünkü her kesim hep kendinin haklı, karşıtının ise haksız olduğundan hareket etmektedir. Bunun gazeteciliğe ve akademiye yansıması, bilgilerin tarafgir bir gözle değerlendirilmesi ve aktarılması şeklinde vuku bulmaktadır. Kısacası, partizanlık doğru bilgi ve bilgilenme imkânlarını ortadan kaldırmaktadır.
Siyasallaşmanın bir diğer sonucu, siyaset dışındaki konulara toplumsal ilginin azalmasıdır. Kültür, sanat, felsefe ve düşünce, böyle bir toplumda itibar görmez. Kültür ve düşünce insanlarına da itibar gösterilmez. Özellikle felsefeyle uğraşan insanlar hayat ve siyasetten kopuk, lüzumsuz laflar eden insanlar olarak anlaşılırlar. Hatta felsefe ve düşünce insanları herkesin “doğru” diye bildiği şeyleri tartıştığı ve sorguladığı için hakikatleri tahrif eden ve itibarsızlaştıran tehlikeli insanlar olarak algılanırlar. Nitekim antikçağda Sokrates bu yüzden yargılanmış ve hayatına son verilmiştir.
Siyasallaşmış toplum, önemli oranda parti ve devlet adamlarının, özellikle liderlerin konuşmalarının ve manipülasyonlarının etkisi altındadır. Partizanlar, kendi akıllarını ceplerine koymuş, parti ve lider aklıyla hareket eden bir sürüden ibarettir. Halk ve lider ya da yönetici ve yönetilen ilişkisi, başkalarının araya girmesine müsaade etmeyen bir emreden ve itaat eden ilişkisine dönüşmüştür. Bir başka deyişle dikey ilişki, yatay ilişkiyi de belirler duruma gelmiştir.
Son nokta, siyasallaşmış toplumun aynı zamanda kutuplaşmaya ve gerilimlere de müsait olduğuna işaret etmektedir. Zira tavandaki tartışmalar keskinleştikçe, bu tabana da katlanarak yansır ve toplum ikiye bölünür. Her bir önemli siyasal tartışma, toplumda gerilim ve hatta çatışmalar yaratabilir.
Siyasallaşmış toplumlarda insiyatifi siyasal partiler ve liderler ele geçirmiştir. Başka bir deyişle sivil insiyatif zayıflamıştır. Böyle toplumlarda sivil toplum örgütleri de zahiren sivil, hakikatte resmidirler, yani devlete ve siyasete bağlıdırlar. Sivil toplum örgütleri özünde hükümet-dışı (non-governmental organizations) organizasyonlardır. Siyasallaşmış toplumda bu örgütler de siyasal mücadelenin bir parçası haline geldikleri için siyasal alanın dışında değil, içinde hareket ederler. Bunun tipik göstergesi hükümetten beslenmeleri değildir, Batı dünyasında da sivil toplum örgütleri devletten mali destek alırlar; esas sorun, kendi yönetim ve politikalarında ne kadar bağımsız olduklarıdır. Mali destekler, sorgusuz sualsiz hükümetin politikalarına arka çıkmayı ve onun bir enstrümanı haline gelmesine yol açarsa, ortada ne sivillik ne de yurttaş girişimciliği kalır.
Belki bu satırları okuyan bir okuyucu, Türkiye’deki olgularla bu iddialar arasında örtüşmeler olduğunu sezinleyecektir. Ama hemen şunu söyleyelim: Tüm siyasallaşmış toplumlarda bu eğilimlerin mutlaka olacağını söylemek istemiyoruz. Ama bu eğilimlerin ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. Sosyal ve kültürel yasalar, fiziksel yasalara benzemezler. Fizik ve daha geniş anlamda kozmolojiden sosyolojiye geçtikçe, sert yasalardan yumuşak yasalara geçiş olur. Başka bir deyişle icbar ve mecburiyet derecesi azalır ve olasılıklar artar.
Öyleyse şöyle bir soru sorabiliriz: Ne zaman ve hangi durumlarda siyasallaşma olumsuz sonuçları beraberinde getirir?
Herhalde şöyle bir genelleme yapabiliriz: Bir toplum ne kadar yetkinse siyasallaşma o kadar olumlu, tersine ne kadar yetersizse o kadar olumsuz sonuçlar verir. Daha net olmak gerekirse bir toplumun toplumsal ve ekonomik düzeyi ne kadar yüksek ve bireyler siyasal ve sosyal bakımdan bilinçli ise siyasallaşma o toplumda siyasal katılıma yol verir ve siyasetin tavanı toplumu dikkate almak zorunda kalır. Bunun tersi bir durumda ise, toplum liderler ve siyaset elinde bir hamur gibi istenilen şekle sokulur.
Bu noktada Türkiye’de siyasal parti tercihlerine, seçmenlerin eğitim düzeylerine ve hatta sınıfsal konumlarına göre siyasallaşma oranlarına bakmak anlamlı olacaktır. Gelecek haftaki yazımızda inşallah bu yönde analizlere yer vermek istiyoruz.
Kaynak: Farklı Bakış