Platon siyasi yapılanmayı çeşitli şekillerde tasnif etmiştir. Patriarşi (aile içinde en yaşlı erkek egemenliğine dayalı) monarşi (tek aile), birden fazla aile aristokrasi, şöhrete dayalı Timokrasi, zenginliğe dayalı Oligarşi vb. Peki siyaset nedir? Arapça bir kelime olan siyaset kelimesi etimolojik olarak seyis etme, tımar etme atların, binek hayvanlarının bakımını yapma, kıllarını temizleme, yara bereyi bertaraf etme anlamına gelmektedir. Dolayısıyla siyaset, tımar etme eyleminden yola çıkılarak fert ve toplumları aynı yöntemle talim ve terbiyeden geçirmek demek oluyor. İslam tarihine baktığımızda Peygamberlerin ekseriyeti Peygamberlik görevini ifa etmeden önce ya davarları ya develeri, koyunları güdüp çobanlık görevini yerine getirmişlerdir. Yani bir bakıma seyislik/siyaset talim ve terbiyesini almış ve uygulamışlardır. Peki, peygamberden siyasetçi olunur muydu? Moderen laik mantığa göre Peygamberden Müslüman’dan seyis (at bakıcısı) olunur fakat devleti yöneten siyasetçi yok asla olamaz. O zaman şimdiki modern laik mantıkla şöyle bir şüphe aklımız gelmektedir. Yahu bu Peygamberler aslında koyun gütmekle siyasete mi karışmışlar bu kadarı da olmaz dedirtir herhalde. Evet, aslında insanın aklına bugünkü modern mantıkla her şey gelebilmektedir. Peygamberler bu vasıflarla daha sonra toplumları tabiri yerindeyse seyis etme, yönetip yönlendirme rehberlik etme, görevlerini rablerinden almış yeni bir toplum inşa etmiş, yeni bir devlet kurmuş ve gelmiş geçmiş en nadide yönetimi ve sosyal adaleti tesis etmişlerdir. İslam tarihine bakıldığında ilk gaza ve seriyeler hep savunma mekanizması ile vahiy üzerine yapılmıştır. Peygamber kendiliğinden hiçbir savaşın taktiğini vermemiş ve yerini tayin etmemiştir. Fakat vahyi bir komutla yeni kurulan İslam koluklarını yönlendirip Müslümanları hem müşrik çoğunluğa hem münafık azınlığa karşı müdafaa edip korumuştur. Aynı şekilde Gatafan, Gasaniler, Sasaniler Bizans’a karşı yine gaza ve seriyeler düzenlenmiştir.
Siyasetin bir anlamının da şaşa; gösteriş, caka satmak anlamına geldiği de söylenir. Bugün siyaset ve İslam kelimesini bir araya getirip Peygambere, İslam’a ve Müslüman camiaya siyaset üzerinden ithamda bulunmak isteyenler galiba savundukları ve uygulamaya çalıştıkları modern çağdaş şaşa siyasetidir. İçinde Propagandası olan, yalanı dolanı olan, her dalaveresi olan… Kazanmak için egemen olmak için her yolun mubah sayıldığı denendiği şaşa siyaset anlayışı… Müslüman toplumunda, bu seyis etme, tımar etme, yönetip yönlendirme ile özdeş olan İslam’ı şaşa siyasetiyle çarpıtanların algı operasyonun farkında olan entelektüeller çıkmıştır. Afgan-i, (Cemaleddin), Abduh (Muhammed) belki İkbal (Muhammed) gibi ve bu çizgide yürüyen nice entelektüel. Tabii ki bunlar da pasifize edilmek için siyasal İslam’la ajanlıkla töhmet altında bırakılmışlardır. Bizde de Said-i Nursi’ye ithaf edilen Siyasal İslamcı birinci Sait ve Sivil İslamcı ikinci Sait tanımlaması da aslında buna benzer yine bir algı operasyonudur. Halbuki ikinci Sait siyasetle daha ilgiliydi fakat siyasi mücadele taktiği konjektürel bir farklılık oluşturup ideolojilerle savaşma bağlamında olup silahı kalem, kelam, fikir ve düşünceyle idi. Siyasetin dinden ayrı olma fikri ilkin Iraktaki Hıristiyan azınlığın Müslüman çoğunluğa karşı bir baş etme, galip gelme için siyasi bir taktik olarak belirmiştir…Fakat daha sonraları Müslüman doğu toplumları sadece küresel ekonomik emperyalizm musibetiyle değil eş zamanlı kültürel bir emperyalizmle imtihan olunmaktaydı. Siyaset kavramıyla İslam kavramının yan yana getirmesiyle yapılan algı operasyonuyla İslam’ın seyis/tımar etme, düzletme, ıslah etme, yönetip yönlendirme anlamına gelen masum dokusunu bozmayı başarıyla becermeye çalıştılar. Bunun derinliğine inildiğinde komplike oyun ve desiselerle karşılaşırız. Kabe’de Cueheyman El Uteybi Kanlı bir Cuma gerçekleştirir. Cuheyman ve adamları 20 Kasım 1979 yılında sabah namazından sonra namazlarının kılınması için tabutlarla Mescid-i Haram’a girdi. Sonra Cuheyman ve takipçileri “beklenen Mehdi Muhammed Abdullah el Kahtani’ye biat etmeye başladılar. Ve orada bulunan herkesten de biat etmelerini istediler. Mescid-i Haram’ın kapısı örtülmüştü. Namaz kılanlar kendilerini bir anda kuşatma altında buldular. Bazı görgü tanıklarına göre usta keskin nişancılar en yüksek minareden Mekke mahallelerinin bacaları görünüyordu ve Suudi askerlerine ateşle karşılık veriyorlardı. Bazılarına göre ise Mescid-i Haram’da kalmaları 3 gün sürmüştü. Bundan sonra Cuheyman isteyenlerin çıkmasına izin verdi. Bundan sonra hareketi mescitten çıkartmak ve askeri kuvvetlerin girişini sağlamak için elektrik ve su kesildi.