Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) devlet kurumlarının göreli bağımsızlığını neredeyse tamamen yok etti.
Kamunun her alanında (yasama, yürütme, yargı, medya vs.) her konuda ve her yerde alınması gereken kararlar adeta Cumhurbaşkanının yetkisine geçti.
İşlerin karara bağlanma süresi uzadı.
Oluşan yanlış yapı hem topluma hem de ülkeye zarar veriyor ve bunu Ak Partililer dâhil herkes görüyor.
Üstelik son zamanlarda ekonomideki alınan yanlış kararlar, Ak Parti’nin zaten fakir olan seçmen tabanını tam anlamıyla yoksullaştırdı.
Bu olguya rağmen, kamuoyu araştırmalarına bakılırsa, geçmişte Ak Partiye oy vermişlerin %65’i hala Ak Partiye oy vermeye devam edecekmiş.
Peki, seçimin kaderini belirleyecek fakat tereddütler içinde yaşayan ve Ak Partinin yanlış yolda olduğundan emin olan diğer %35, niçin Ak Partiyle aynı genetik yapıya sahip Deva, Gelecek ve Saadet Partilerine fevç fevç gitmiyor?
Bu soruların kolay cevabı yok.
Okuduğum bütün yorumlar ve şahsi gözlemlerime göre bu %35’in haleti ruhiyesini şu ifadeler özetliyor: “Evet CHS iyi olmadı, Partiye de zarar veriyor; fakat CHP ve diğerleri de güven vermiyor. Ak Parti’nin yanlışları çok fakat diğerleri de çözüm değil, beceremezler, vs.”
SAYIN ABDULLAH GÜL’ÜN ZİHNİYET DÜNYASI
Merhum Necmettin Erbakan bütün kibarlık ve zarafetine rağmen, Türkiye’deki diğer parti liderleri gibi, parti mensuplarından kayıtsız şartsız itaat isterdi.
Sayın Abdullah Gül, tabir caizse liderine karşı isyan bayrağını kaldırarak, 14 Mayıs 2000 yılında yapılan Fazilet Partisi kongresinde, Sayın Erbakan’ın desteklediği Sayın Recai Kutan’a karşı, yenilikçilerin adayı olarak genel başkanlığa aday oldu ve kaybetti.
Bir süre sonra Ak Parti’nin kuruluş çalışmaları başlatılır. Bu süreçte Sayın Gül, demokratik yönelimi çerçeveleyen ve içeriklendirenlerden olmuştur.
İkili ilişkilerdeki mülayim ve karıncaincitmez görünümün aksine siyasette, gayet keskin, kararlı ve sert kararlar alabilmiştir.
Dışarıdan izleyen biri olarak, Sayın Gül’ü, liderinin askeri gibi değil fakat küçük ortağı gibi görmüşümdür hep; adeta doğal bir ikinci adam.
Ak Parti kurulduktan sonra, demokratik bir tavır göstererek, halk indinde cazibesi daha yüksek olan arkadaşının genel başkan olmasını sağladı.
Sayın Erdoğan’ın yasaklılığı dolaysıyla, ilk hükümeti kurma görevi ona verilince, o dönemde, olabilecek en kaliteli insanları bakan olarak hükümetine aldı.
Bürokrat atamalarında, o kadar çok liyakate önem veriyordu ki, bazen, arkadaşlarla tahmin yapıyor ve tutturuyorduk.
Sayın Erdoğan milletvekili seçilince, tereddütsüz bir şekilde başbakanlığı ona bıraktı, yardımcısı ve dışişleri bakanı oldu.
Cumhurbaşkanı seçilince de aynı demokrat hassasiyetleri devam etti.
Her zaman demokratik teamülleri işletti.
Yürütme ve yargı arasında uyumu gözetti.
Hiçbir zaman parti içinde kavga çıkarmadı.
Müzakerelerle, uygun olmayan talepleri ıslah etti veya dönüştürdü.
Her zaman parlamenter demokratik sistem tercihini sürdürdü ve CHS’ne karşı çıktı.
SAYIN GÜL VE SEÇİMLER
Yeni bir Anayasa, adil bir gelecek tasarlayacağından, Ak Parti seçimi kaybetse bile Ak Partililer ve ülke kazanacaktır.
Yeni bir parlamenter sistem anayasasının Ak Parti ve Ak Partililere zarar vermek amaçlı olmadığına dair garantiler verecek ve verdiği garantiler kabul görecek tek şahsiyet Sayın Abdullah Gül’dür.
Demokratik hukuk devletini ilelebet yaşatmak gayesiyle, inandırıcı ve kapsayıcı bir anayasa taslağı oluşturulur ve Sayın Gül’den yardım isterse “altılı masa”; onları geri çevirmeyeceğine inanıyorum.
Yoksa Sayın Gül, bir faninin bu dünyada gelebileceği her makama gelmiştir.
Kavgaya, patırtıya ve gürültüye hiç ihtiyacı yok.
Hele hele kurucusu olduğu ve çoğu yakın arkadaşı olan Ak Partililere zarar verecek hiçbir hareketin içinde olmaz.
Bilinmesini isterim ki, Sayın Abdullah Gül’le hayatım boyunca hiç karşılaşmadım, konuşmadım, el sıkışmadım, mesaj atmadım ve almadım; fakat her zaman yakından izledim ve demokratlığını, hukukun üstünlüğüne olan inancını, atama tercihlerindeki isabetini ve genel kalitesini hep takdir ettim.