Buffalo’da 18 yaşındaki Peyton, elindeki silahla siyahların çoğunluk olduğu bölgedeki markete girip, 11’i siyah 13 kişiyi hedef alarak 10’unu öldürdüğü sırada…
Silivri’de de sokak köpeğine eziyet eden genç şahıs, kendisini uyaran yaşlı adamı dövüyor, bu şiddet zincirine müdahale etmek isteyen 25 yaşındaki esnafa da kurşun yağdırıyordu…
Bir sene önce Lille takımıyla mucizevi bir şampiyonluk kazanan Nice Teknik Direktörü Galtier, kendi taraftarının Nantes finalinde, bir uçak kazası kurbanı futbolcu Sala’nın ölüsünü bile “Arjantinli iyi yüzemiyor, Sala suyun altında” diye aşağılamasına, “Pisliğin içindeyiz” diye köpürüp özür diliyor…
Derince’nin AKP’li Belediyesi de aynı dünyada, “Kürtçe şarkılar” var ya, dünyanın dinlediği Aynur Doğan’ın konserini yasaklıyordu. (İki Yunan oyuncusu olan Trabzonspor kutlamalarında da, davetli olduğu halde Yunan şarkıcı Tsarhoudis’in konseri iptal ediliyordu.)
Bu dört olay arasında “hiçbir bağlantı yok.”
Hepsi münferit, Ferit!
Hepsi ayrı ayrı açıklanabilir!
Mesela, hep “siyah”ların önüne eklenen renk (ırk) sıfatını kullanan New York Times’a göre “18 yaşındaki beyaz erkek” Peyton zaten açıklamış:
“Beyaz Amerikalılar beyaz olmayanlarla değiştirilme riski altında. Kendimi faşist, beyaz üstünlüğüne inanan, ırkçı olarak tanımlayabilirim.”
Böylece arkasında da ciddi bir kitle buluyordur, o kesin.
Mesela köpeğe, yaşlıya vuran, esnaf gence 5 mermi sıkan yerli genç de açıklayabilir:
“Köpekler insanlara saldırıyor” diye!
Ve arkasında da ciddi bir kitle bulur, o kesin.
Arjantili Sala’nın ölümüne, ölüsüne hakaret yağdıran Nice taraftarı da (ah içlerinde Arap, Afrika, Asla kökenliler de var mıdır!) izah edebiliyor ve arkalarında ciddi bir kitle buluyordur:
“Çoğumuz zaten Le Pen’in neo faşist, damardan ırkçı partisine oy verdik” diye.
Derince Belediye Başkanı ve partisi ne der, nasıl der, işte onu bilmiyorum:
Hiç yoktan yaratılmış Derince’nin limanını Almanlar yapmışken, ilk yerleşimcileri Balkan, Kafkas, Kırım göçmen ve mültecileri olmuşken, 1936’da Atatürk’ün isteğiyle Romanya göçmenleri de yerleştirilmişken, daha sonra Bulgaristan göçmenleri de katılmışken, bir dönem Çankırılılar akın etmişken, imarında Doğu ve Güneydoğu’dan getirilmiş “ameleler” çalışmış ve kimi bölgeye yerleşmişken, 99 Depremi’nde yardıma koşanların, el verenlerin kimliği mi sorulmuşken…
Yani tarihi açıdan hesapta çok renkli, çok kültürlü, çok göçmen ve mültecili Derince’de; istiklale canlarını, imara emeklerini verenlerin, bu toprakların yerleşikleri olarak çok kültürlülüğün, çok sesliliğin parçası olanların müzik parçalarının sesini kısmayı nasıl izah edebilir?
Bu dört olay arasında hiçbir bağlantı yok!
Hepsi münferit, Ferit!
Hiçbirinin birbirinden haberi yok.
“Sıradan faşizm” böyle bir şey zaten.
Başkalarından (başka canlılardan da) nefreti, onlara hakareti-eziyeti, aşağılamayı, susturmayı, seslerini kısmayı gündelik hayatının genç-yaşlı, kendi halinde sanılan akışında durmadan kusabilenlerin evrensel ortaklığıdır o.
Sorsan, hepsinin insani, vicdani, ahlaki değerleri vardır.
Kendilerinin aşağılanmasına harbiden öfkelenir.
Lakin iş “öteki”ne gelince, bazen kadın, bazen siyah, bazen etnik-milli-dini açıdan farklı olana gelince o insanın, o vicdanın, o ahlakın gündelik sınavı…
Bir bakmışsın silah olmuş…
Bir bakmışsın tekme tokat olmuş, linç olmuş…
Bir bakmışsın küfür kıyamet, hakaret olmuş…
Bir bakmışsın nefret olmuş, hiddet olmuş, şiddet olmuş, korku olmuş, yasak olmuştur!
Birbirlerinin dilinden anlamalarına gerek bile kalmaz.
Dilin ve kalbin zehri dünyanın her köşesinde öyle de böyle de tezahür eder.
“İyi insanların evrensel dili”nin evrensel, enternasyonal, sınır ötesi olmasının zarureti de işte bu yüzdendir!
Not: Bu sonunculara iki gündelik örnek olarak iki sanatçının Duvar’daki söyleşilerini okuyabilirsiniz.
Mahmut Çınar’ın “İrfan Alış-Peyk-Olta" söyleşisi ile Mahsum Kara'nın Ruken Ekinci söyleşisini.