Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu hemen her sorun coğrafyasıyla bir biçimde irtibatlı. Şimdiki yerimizde değil de biraz daha kuzeyde veya güneyde ya da biraz daha batıda veya doğuda yer alan bir ülke olsaydı Türkiye, her şey bayağı farklı olacaktı. Elbette coğrafı olarak altımızda veya üstümüzde olan ülkelerin de sorunları var, ama coğrafyamız bizim ülkemizi komşularının sorunlarıyla da hemhal olmaya itiyor.
Zaten bu yüzden ?Komşularla sıfır sorun? adı konulan, herkesle iyi geçinme politik çizgisi ilan edildiğinde hepimiz rahatlamıştık.
Eminim, çevremizdeki ülkelerde yaşayanlar ve o ülkeleri yönetenler de en az bizler kadar rahat nefes alır hale gelmişlerdir.
Son birkaç yıldır o çizgiden uzaklaştık, eski sorunlar yeniden depreşti.
Elbette sorunların hepsi bizden kaynaklanmıyor. En yakınlardakiler kadar çok uzaklardaki kendilerini güçlü hisseden ülkeler de dikkatlerini bu coğrafyaya verme ihtiyacı hissettikleri gibi, her gelişmede onların ellerini de hissetmemek mümkün olmuyor. Niyetleri iyi midir, kötü müdür? Bundan da emin olmak kolay değil.
Ancak yine de geldiğimiz noktada kendimizi sorgulamamızda yarar var.
Güç kullanan ülkeler artıyor
Global ortamda yönetim kademelerinde yer alanları heveslendirecek bir durum olduğu kesin. Devletler güçlü olduklarını ellerindekilerle yetinmeyip başka ülkelerin içişlerine karışarak, hatta kendilerini daha güçlü göstermek istiyorlarsa komşularından toprak çalarak yapmaya kalkıyorlar.
Yakın komşumuz Rusya Federasyonu bunu Gürcistan´da ve son olarak Kırım´da denedi. Ukrayna´nın bir bölümünde Rus askerleri cirit atıyor.
?Dünyanın en kalabalık demokrasisi´ diye anılan Hindistan´da seçimle iş başına gelen lider, onlarca yıl önce yapılmış bölgesel dengeleri gözeten bir anlaşmayı fesh ettiklerini açıklayarak Keşmir´i kendi ülkesi toprağı ilan edebildi. Keşmir´deki nüfus dengelerini de değiştirme peşinde.
ABD´de de güç gösterisine meraklı bir lider var ve o da Rusya´ya sürpriz yaparak, Soğuk Savaş´ı bitirmede rol oynamış aralarındaki nükleer anlaşmayı tek taraflı fesh ettiğini açıkladı.
Fiili olarak gerçekleştirdiği halde hukuki olarak cesaret edemediği işgali altındaki Golan Tepeleri´ni ilhaka, İsral´i, ABD´nin cesaretlendirmesini de bu listeye ekleyebiliriz.
Bunlara bakarak, etrafında ?tehdit´ algılamalarına yol açan oldu-bittiler yaşandığını gören Türkiye´yi yönetenlerin de, salt ?güvenlik´ endişesiyle de olsa, askeri çözümler düşünmemesi biraz zor. Nitekim, en son ?barış koridoru´ veya ?tampon bölge´ adlarıyla sınır-dışı sorumluluklar söz konusu olmakta.
Hangi amaçla olursa olsun askeri çözümler sıkıntılıdır. Nitekim, Rusya ile Ukrayna, Hindistan ile Pakistan yakın tarihlerinin en sorunlu dönemlerini yaşamaktalar.
Geleceğin süpergücü gözüyle bakılan Çin güç göstermek için şimdilik sınırlarını zorlamıyor, ancak o da bir yandan Şincan´da (Doğu Türkistan) tarih okumuş herkesin tüylerini diken diken edecek ?toplama kampı´ uygulamalarına başvuruyor; diğer yandan da İngiltere´nin kendisine devrettiği özel statüye sahip Hong Kong´ta orantısız güç kullanarak barışçıl gösterilere tahammülsüz davranıyor.
Coğrafi durumu yüzünden Türkiye için sorunlar daha da çetrefil. Komşuların biriyle ilişkileri doğru zemine oturtmayı başarsa, bu, bir başka ülkeyle arayı açma sonucunu getirebiliyor. ?Yumuşak güç´ ile ve diplomasi kullanarak çözülebilecek sorunlar, güç gösterme ihtiyacı duyulduğu ortamlar yüzünden daha da içinden çıkılmaz hal alabiliyor.
Güç göstererek de sorun çözülebilir, ama Türkiye´nin tarihi ve coğrafyası buna fazla müsait değil.
Dengeli bir politika bulunamaz mıydı, halen bulunmaz mı?
Ne yapılabilir?
Elbette bulunabilirdi ve halen de bulunabilir. Ancak kendimizi iyi değerlendirebilmemiz, etrafımızın hassasiyetlerini anlayabilmemiz ve yakın-uzak coğrafyalardan bizim bölgemizle ilgilenen devletlerin gerçek niyetlerini keşfedebilmemiz şartıyla.
Şu soru bile iyi bir başlangıç teşkil edebilir: ABD (Trump) ve Rusya (Putin) yönetimleri İsrail konusunda farklı mı düşünüyor?
Mısır´da, Libya´da, Irak´ta, Suriye´de, hatta Yemen´de meydana gelen gelişmeler hem o ülkelerin iç işleriyle ilgilidir, hem de 1948 yılında kurulmuş İsrail´in ?güvenlik algısı´ ile bir biçimde ilintilidir. Tarihinde üç kez Arap ülkeleriyle savaşmak zorunda kalmış İsrail, nükleer güce sahip olmasına rağmen, yine de etrafında askeri güce sahip ülke bulunmasını istemiyor.
İlk olarak Mısır, sonrasında Ürdün ile anlaşmalar yoluyla, diğer komşu ülkelerle ise onların birer askeri güç olmaktan uzaklaşmasıyla ?tehdit´ savuşturmasına kavuştu İsrail.
ABD ve Rusya´nın buna yardımı oldu mu?
Bu soruya doğru cevap verilebildiği takdirde, şu sıralarda işaretleri güçlü biçimde alınan yenileme arayışı içerisinde bulunduğumuz zemin değerlendirmesini daha sağlıklı biçimde yapabiliriz. Aksi halde, her attığımız adımın yanlış olması, yanlış adımların da bir an kazandırdığı sanılsa bile, orta ve uzun vadede yeni sorunlara yol açması kaçınılmaz.
Türkiye yanlışlarını bile toplumuna doğru kabul ettirebilen bir yönetime sahip, bunun örneklerini en fazla dış politika kararlarında görüyoruz; sorgulayıcı bir değerlendirme eşliğinde yeni bir yola girildiğinde de bunu kabul ettirmekte zorlanılacağını sanmıyorum.
Hatta toplum yeniden ?yumuşak güç´ moduna geçildiğinde rahatlar bile.