Tarih: 05.01.2021 10:41

SİNEMA ve SOSYOLOJİ

Facebook Twitter Linked-in

Sosyolojinin merkezi kavramı “etkileşim”dir. Sosyoloji, toplumsal ilişkileri etkileşimsel bir yapı olarak inceler. Ayrıca bu incelemeyi yaparken kendine özgü bir bakış açısını uygular. Bu bakış açısını Amerikan sosyolog Wright Mills “sosyolojik tahayyül” (sociological imagination) olarak adlandırır. Buna göre bir sosyolog, bireysel bir olayı incelerken onu tarihsel ve toplumsal bir bağlama koyarak yorumlar.

Sanat sosyolojisinin bir parçası olarak sinemayı ele alırken, elbette sosyolojinin bu genel mantığını gözden ırak tutamayız. Sanat ve sinema sosyolojisi, sanat ürünleri ile toplum arasındaki etkileşimi inceler. Bu etkileşim iki yanlıdır: Bir yandan toplum sanatı, sanatçıyı ve sanat eserlerini etkilerken, diğer yandan sanat, sanatçı ve sanat eserleri de toplumu etkiler. Bu böyle olmakla birlikte sanat ve sinema sosyolojisindeki farklı teoriler, yaklaşımlar ve gelenekler bu karşılıklı ilişkinin doğası hakkında belirli tezler ileri sürerler. Kimi sosyologlar toplumsal yapıya öncelik verirler, ki bunlar “Yapısalcılar” olarak bilinirler. Yapısalcılara göre sanat ve sanatçı toplumsal yapı ve ilişkileri yansıtır. Bu yansıtma, bazen bilinçli bazen de bilinçsiz olur. 

Fransa’da sanat sosyolojisinin öncülerinden biri olan Hippolyte Taine, sanatın ırk, çevre ve tarihsel moment gibi toplumsal etkenler tarafından belirlendiğini ileri sürmektedir. 19. yüzyılda az ya da çok natüralist olan bu görüşe karşı filozof Guyau evrimci bir görüş ortaya atmıştır. Guyau, “Sanatın özü nedir?” sorusunu “Sanatın gayesi nedir?” sorusuyla değiştirmiş ve sanatın işlevlerine odaklanmıştır. Fransız estetikçi Charles Lalo, sanat sosyolojisinin sanat eserlerini anlamaya yönelik olmasını ve buradan hareketle sanatın işlevlerinin daha iyi anlaşılacağını söyleyerek bu iki farklı yaklaşımı birleştirmiştir.

Fransa’daki gelişmeye benzer bir duruma Almanya’da da rastlıyoruz. Karl Marx, yapısal bir analizden hareketle sanatın toplumsal sınıflar arasındaki savaşı yansıtan ürünler olarak incelenmesini ileri sürerken, daha sonra ortaya çıkan Yeni-Marxistler altyapı kadar üstyapının da önemli olduğunu kabul etmişler ve sanayi endüstrisinin toplumsal etkilerini analiz etmeye yönelmişlerdir. Özellikle Frankfurt Okulu’nun temsilcileri toplumsal eleştirilerini sanat ürünleri üzerinden yapmışlardır. Onlar ideoloji ve sanat gibi üstyapı kurumlarının salt ekonomik altyapının türevi olarak incelenmesinin yetersiz olduğunu görmüşlerdir.

Anti-yapısalcılar ve anti-marxistler, sanatın özerk olduğunu ve sanat eserlerinin toplumsal olarak belirlenmediğini savunurlar. Onlara göre sanat ve sanatçı, bireysel bir yaratıcılığı temsil eder. Sözgelimi İngiliz sanat sosyoloğu Richard Hoggart, sanatı, sanatçının hayal ürünü olarak görür ve der ki: “Eğer sanat bir şeyi yansıtıyorsa bu sanatçının hayalinden başkası değildir.” Bu tür bir sanat sosyolojisinde sanatçı ve eserinin özgünlüğü merkezdedir. Bir sanatçı ve sanat eseri, taklitçi bir realist olduğu oranda sanattan uzaklaşır. Sözgelimi bir şeyin fotoğrafını çekmek kendi başına sanat sayılmaz. Fotoğraf sanatçısı kendinden bir şey eklerse, o zaman resim bir sanat değeri taşır.

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —