Kur’an-ı Kerim’in, İsrâ Sûresi’nin 13. Ayeti’nde; “Biz, her insanın kaderini (kendi) boynuna dolamışızdır; öyle ki, Kıyamet Günü onun önüne, her şeyi açık açık kaydedilmiş bulacağı bir sicil çıkaracağız; ‘oku sicilini’ bugün kendi hesabını kendin çıkaracak durumdasın” hükmü yazılıdır. Kur’an-ı Kerim’deki “Kader” kavramı, insan hayatına ilişkin dış şartların ve olayların gelişiminden çok, kişinin manevi/ahlaki tercihlerinin bir sonucu olarak bu hayatın izlediği yönü işaret eder, bir başka deyişle insanın manevi/ruhani yazgısını ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de de belirtildiği gibi kader kişinin eğilimlerine, bilinçli tercihleriyle ortaya koyduğu tutum ve davranışlarına bağlıdır. Dolayısıyla insanın kaderi kendisine; kişiliğine, genel davranışlarına ayrılmaz bir biçimde bağlıdır. İnsanı hayatta yapıp-ettiklerinden sorumlu tutan Allah “Her insan kaderini kendi belirler” diye uyarmaktadır. İnsan kaderini kendi belirler, bir başkasının kaderimizi belirlemesi kabul edilemez.
Kader mi?
Son günlerde sıkça duyduğum “Kader” sözcüğünü toplum olarak farklı değerlendirdiğimizi görmekteyim. İbn Haldun, “Mukaddime” adlı eserinde toplumca anlaşılan kader konusunda; “Kullar için en iyi olanı gözetmenin Allah üzerine bir gereklilik olduğunu” yazar.
Yüce Allah niçin kulları için böylesi bir felaketi uygun görsün? Bu tür yapılan yanlış ve ahlaksızlıkları kadere bağlamak nasıl mümkün olur?
Artık gerçekleri görmemiz gerekiyor, bizim toplumumuz ne yazık ki yapı yapmayı bilmiyor.
Gelecek için öneriler
Zaman zaman Anadolu’yu gezdiğim dönemlerde özellikle de eski günlerde; bazı yerleşmelerin, havasının iyi olduğu yerlerde yapılması için o bölgedeki ağaçlara ciğer asıldığını, en son bozulan ciğerin bulunduğu alana yerleşmenin kurulduğunun söylendiğini duymuşumdur. Sırf havası için böylesi yöntemler bulan bir toplumun arazi yapısını hiç incelemediğini kabul etmek oldukça güç. Elbette bazı faylar kendini belli etmemiş olabilir ama sık sık olan küçük depremler bu konuda bize yol gösterip, fay hattının yaklaşık olarakta olsa çizgisini belli eder. Günümüz teknolojisi ise fay hattını kesin olarak belirlememizi sağlamaktadır. Bile bile fay hattının bulunduğu alanlarda ve yakın çevresinde, sıvılaşmaya müsait taban alanlarında bunca yüksek bina yapmanın, üstelik çoğu yapım kuralını görmezden gelmenin kaderle nasıl bir alakası olabilir?
Hepimiz ne olduğunu biliyoruz!
Bu felaket hepimize unutulması imkânsız bir ders olur mu? Sanmıyorum, bizim toplumumuz aynı olay kendi başına gelmedikçe ne yazık ki akıllanmıyor! Çok kötü bir hafızamız var. Bilinçli veya bilinçsiz olarak meydana gelen olayları “Benim başıma gelmez!” diyerek günlük hayatımıza devam ediyoruz. Hepimize geçmiş olsun! Bu deprem yalnızca bölgede yaşayan halkımızı etkilemedi, hepimizi büyük bir korku sardı. Çünkü büyük bir çoğunluğumuz nasıl bir evde yaşadığımızı biliyoruz. Bodrum katları su alan, buradaki kolon ve kirişleri tahrip olan evlerin bakımını yapmak için kimsenin kılını kıpırdatmadığını görmekteyim. Yıkılan binaların çoğunun bodrum katı olmadığı anlaşılıyor. Statik biliminin en temel kabullerinden biri yapı yüksekliğinin beşte biri kadar toprak altında bodrum kat yapılmasıdır.
Bunca hatadan nasıl vazgeçeceğiz?
Beni asıl üzen ve korkutan konu çok az kişinin gelecek için öneride bulunmasıdır. Ülkemizin mevcut yapı stoğunun büyük bir kısmının depreme dayanıksız olduğu ileri sürülüyor. Bu yapı stoğunu nasıl depreme dayanıklı hale dönüştüreceğiz? Yani başka bir deyişle kaderimizi nasıl oluşturacağız? Kaderimiz bizim ellerimizde, ivedilikle inşaat faaliyetlerini ehil olmayan kişilerin tekelinden kurtarmamız gerekiyor. Teorik düzeyde değil, uygulama düzeyinde eğitime büyük önem vermemiz gerekiyor. 2000’li yıllardan sonra yapılan yapıların hemen hepsinde santrallerde üretilen hazır beton kullanıldığı biliniyor. Santrallerde üretilen bu hazır betonun gerçekten evsafına uygun olarak döküldüğünü kim söyleyebilir? Bu konu ciddi olarak ele alınması gerekli bir eğitim sorunudur; “Beton kalıba kolay yerleşsin, iş bir an önce bitsin de gidelim!” mantığı ile santralden gelen hazır betona şantiyelerde su katıldığını duymaktayız. Beton santrallerinden gelen hazır betonun istenen mukavemeti, sulandırıldığı takdirde en aza düşmektedir.
Sigorta gerekir!
Dünkü yazımda da bir kez daha belirttiğim gibi gerek merkezi yönetim gerekse yerel yönetim bürokratlarının büyük oranda yetersiz kaldığı görülmektedir. Son zamanlarda giderek düşen eğitim seviyesinin de bu yetersizlikte önemli rolü vardır. İnşaat faaliyetinde görev alan herkesi yeniden eğitmemiz gerekiyor. Ama hiç kimsenin ne yazık ki bu konuda sabrı ve de vakti yok. Öncelik riskli alanların belirlenmesine verilmeli, daha sonra bu alanlarda çok katlı yapılara izin veren imar planları acilen yürürlükten kaldırılmalıdır. Her tür inşaata ait tüm projelerin sigorta şirketleri tarafından sigorta edilme mecburiyeti getirilmelidir. Aynı sigorta işlemi yapının inşaatı sırasında da her tür riske karşı sigorta edilmeli ve sigorta elemanları tarafından yapımın her aşaması kontrol edilmelidir. Bu organizasyonun kısa süre içinde yapılmasının mümkün olmadığı görülürse, şimdilik hiç olmazsa yapının taşıyıcı sisteminin sigorta tarafından kontrol edilmesi sağlanmalıdır.
Eğitim, eğitim, eğitim!
Gerek projeleri düzenleyen gerekse inşaatlarda görev alan teknik personelin hızlıca eğitime tabi tutulması sağlanmalıdır. Bu eğitimin büyük bir bölümü teorik değil, uygulamaya yönelik olarak yapılmalıdır. Zaten hemen herkes teorik eğitimden bunalmış durumda ve bu kadar teorik eğitimin herhangi bir faydasının olmadığı da anlaşılıyor.
Mükemmel düzenlenmiş projelerin dahi bazı durumlarda yetersiz olduğunu bilirim. Çünkü her tür proje yapının yapım aşamasında yol gösterici birer belgedir. Onun gösterdiği yolu kısaltmanın sonuçları çok ağır olmakta. Kolonların içine konan demir adetini eksilten, “Nasılsa kimse görmüyor!” diyen insanların bir daha hiçbir inşaat işine girişmemesi sağlanmalıdır. Yapının elektrik ve su tesisatını döşeyen insanların taşıyıcı sisteme verdiği zararların tümüyle önüne geçilmelidir. Statik hesapların yapılmasında kullanılan bilgisayar programları yaşadığımız felaket göz önüne alınarak yeniden düzenlenmelidir.
Ahlak eğitimi gerekiyor!
Yapı ruhsatlarının altında imzası bulunan ve zemini kontrol etmekle yükümlü jeolog, jeoteknik ve geoteknik mühendislerinin işlerini daha ciddi olarak yapmalarının önemini bir kez daha gördük. İmza atmak namus işidir ve “Ben bu işin ahlak, kanun, yönetmelik vd. yasal düzenlemelere uygun olduğunu onaylıyorum” anlamına gelir. Bu konuda daha hassas olmak ve ahlaki olarak sorumluluk taşıdığımız bilincini aşılamalayız. Her bir yapı veya ev sahibinin, müteahhitin, teknik adamın, kalfanın, usta ve amelenin bu sorumluluklarını anlamasını sağlamamız gerekiyor.
Bütün bu önerilerimin kolaylıkla yapılacak işler olmadığının farkındayım. Ama eğitimin ve ahlakın düzeltilemediği bir toplumun geleceğinin olmadığını düşünmekteyim. Herkes toplu yaşamanın, üzerine düşen sorumluluğunun farkına varmalıdır. Bu konuda öncelikle çekirdek ailelere büyük iş düşüyor, bir çocuğun ahlaki eğitimi büyük oranda yedi yaşına kadar tamamlanmaktadır. İnsanın yedi yaşından sonra edindiği alışkanlıklar büyük oranda şuurlu alışkanlıklardır. Ahlak anlayışının şuuraltına yerleşmesini sağlamalıyız. Bunun içinde öncelikle aile içi eğitime önem vermemiz gerekiyor.
Depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, tüm yaralılarımıza bir kez daha acil şifalar ve kolaylıklar dilerim…
Kaynak: Farklı Bakış