Ülkü Ocakları’nda genel başkanlık da yapmış Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Sinan Ateş’in uğradığı suikast sıradan bir cinayet olayı değil. Olayı sıradanlaştırmak isteyenler, cevaplarını, cinayetten kısa süre sonra yapıldığı halde cenaze töreni için Bursa’da toplanan kitlenin kararlığından almış olmalılar.
Türkiye’de siyasi cinayetlere kurban giden aydınlar hep aynı akıbeti yaşıyorlar.
O akıbet şu: Ya kim vurduya gidiyor ve bunu sağlamak için kendilerine var olandan farklı bir kimlik atfediliyor ya da var olan kimlikleri öne çıkartılıp ‘olağan şüpheli’ bir veya birden fazla katil namzedi uyduruluyor.
Sonuçta olan, ateşin düştüğü ocağın fertlerine -kurbanların ailesine- oluyor.
Nitekim iki kız evladıyla acısını yaşayan Ayşe Ateş’in açıklamaları ortada.
İlk gün, şu açıklama geldi acılı eşten:
“Devletimiz, suçluları tespit edecek ve gereken cezayı verecek büyüklüktedir. Acımızı bir siyasi malzeme haline getirmek, acımız üzerinden siyasi hesaplaşma yapmak isteyenlerden istirhamımız, ellerini vicdanlarına koymaları, acımıza saygı duymalarıdır. Şu anda tek bir gerçek vardır: Sinan Ateş, hain bir suikaste kurban gitmiş Ülkücü şehittir. Onun manevi hatırasına saygı göstermek isteyen herkesten tek beklentimiz duadır.”
Daha sonra, bir parti genel başkanı –Ümit Özdağ– aracılığıyla şu söz yine ondan kamuoyuyla paylaşıldı:
“Sinan’ı şehit edenler beni öldürmediklerine pişman olacaklar.”
Acılı bir eşten daha ileri çıkışlar beklenemezdi zaten.
Geçmişte siyasi kimliği bulunan yakınlarını benzer suikastlarda kaybetmiş insanlardan da, eylem sonrasında, sıcağı sıcağına, benzer açıklamalar işittiğimizi hatırlıyorum.
Devlet genellikle siyasi suikastların faillerini yakalayıp hesap sormakta fazla aceleci davranmadı ama.
Necip Hablemitoğlu’nu evinin yakınında katleden infaz timi ancak 20 yıl sonra cezaevine girdi.
İnfaz timini emir ve talimatıyla yönlendiren kişi aranırken kaçabilmişti. Bilerek isteyerek kaçırıldığından kuşku duyanlar oldu. Yakalandığı yabancı ülkede, Türkiye’ye iadesini beklediği günlerde, kendisini cinayetten sıyıracak savunmanın yapı taşlarını ördüğü şimdilerde anlaşılıyor.
Sinan Ateş’in uğradığı suikastın başına da aynı akıbetin gelmemesi nasıl sağlanacak?
Bu soruya cevabı zorlaştıran birden fazla yönü de var bu eylemin: Önceki benzer siyasi cinayetlerden daha ağır bir siyasi yönü bulunuyor.
İşlendiği duyulur duyulmaz isimleri kamuoyuna yansımaya başlayan muhtemel ‘olağan şüpheliler’ hep siyasi kimlikli kişiler. Merhumun da içinde bulunduğu siyasi kitlenin örgütsel yapısı içerisinde yer alan bir takım insanlardan gözaltına alınanlar da oldu. Ancak öyle bir ismin, gözaltına alındığı gün, ifadesine bile başvurulmadan, ‘ifadesinin sonradan alınacağı’ gerekçesiyle serbest bırakıldığı öğrenildi.
“Neden?” sorusunun şimdilik cevabı yok.
Merhumun ömrünü saflarında geçirdiği siyasi eğilimin temsilcileri eyleme ilişkin açıklama yapmazken, sıradan cinayetlerden suçlu bulunmuş bir suç örgütü liderinin suikastı bambaşka bir yöne çeken açıklaması da işi zorlaştırıyor.
Ömrünün 12 yılını verdiği siyasi parti ile bir yıl genel başkanlığını yaptığı onunla irtibatlı örgüt siyasi suikasta uğrayan bu insanın katillerinin bulunmasını isteyecekler mi?
Yoksa, suç örgütü liderinin suçlamaları istikametinde mi bir tavır alacaklar?
Öyle yaptıkları takdirde Sinan Ateş’in cenaze törenine katılan binlerce insanın beklentileri yerine gelmemiş olacak.
Uğur Mumcu suikastı sonrasında, cinayetin gerçek faillerinin bulunmasını kendilerinden talep ettikleri devletin o zamanki sorumlusu olan bakan, o işin imkansızlığını, “Bir tuğla çekilirse bütün duvarın yıkılacağı” söylemiyle acılı eşe karşı ifade edebilmişti.
Çetin Emeç’in acılı eşinin, cinayetin gerçek failleri arayışında kendisinden yardım talep ettiği bir iş insanının, acılı eşe, “Bu konunun üzerine gitmeyin” anlamına gelecek bir tavsiyede bulunduğu da biliniyor.
Hrant Dink’in ailesi bireylerinin, devletin “İşte suçlu bunlar” diye takdim ettiği kişilerin suikastın planlanmasından icrasına kadar ifasında yer alan bütün suçlular olduğundan kuşku duyduğundan da haberdarız.
Bu defa da sonucun daha öncekilerden farklı olacağına inanmak zor.
Daha ilk günden konuya yaklaşım tarzı bunu düşündürüyor.
Ancak merhumun hayatının büyük bölümünü vakfettiği Ülkücü camia bu zorluğu kolaya çevirmeyi başarabilir.
İçlerinden birinin, kendilerine liderlik yapmış bir şahsiyetin uğradığı suikastin faillerinin ortaya çıkartılması, şüphelilerin yargılanması ve cezalandırılması için devleti sürekli göreve davet herkesten önce onlara düşen bir görev.
Daha önceki siyasi suikastlarda hayatlarını kaybetmiş olanların uğradığı akıbetin bu defa yaşanmaması sağlanırsa, belki önceki olayların üzerindeki sis perdesinin kaldırılmasının yolu da açılabilir.
Ülkücü camia bu alanda öncülüğü üzerlerine almayı başarabilmeli.
Merhumun ailesi üyelerinin devletten beklediğinin gerçekleşmesi ancak onlar bu görevlerini aksatmazlarsa mümkün olabilir.