Bundan önceki bir yazımızda(*)yazımızın başlığına “Boykottan Önce” ibaresini uygun görmüştük. O yazımızı tamamlayacağını düşündüğümüz bu yazının başlığını da “Şimdi ve Her Zaman Boykot” olarak düşündük.
Boykot kültürü, en başta emperyalizmin bir gereği olarak, onların yerli taşeronlarınca, dünya genelinde, özellikle de, o da, onların, bir bilimsel diktatörlük içre oluşturageldiği kendi kriterleri icabı ya “gelişmekte olan” ya da gelişimini henüz tamamlamamış “üçündü dünya” ülkelerine yönelik verilen kültür savaşına karşı bir silah olarak değerlendirilebilir.
Çağdaş dünyada, o da emperyalizmin işi azıya aldığı günden bugüne, onların bu savaşına karşı var olan/yaşanan sömürülme durumuna ve aynı zamanda da sömürge haline düşmek istemeyen halkların, kendilerini savunma ve o belayı def etme adına başvurdukları yegâne silahın boykot silahı olduğu bilinmektedir.
Bu silah ve onu kullanma kültürüne bakıldığında, “kırıntı halinde dahi olsa” en küçük bir durumdan tutunda, bir toplu iğne ucundan, birçok alanda kullanılan herhangi bir alet, edevata kadar zalimin ürettiği “hizmeti” ve ürünü satın almama, ona alternatifler üretme eylemi boykot kültürü olarak karşımıza çıkar.
Bu durum, o da, bazı “yanlış hale işaret eden” istisnaî haller dışında dünya genelinde böyle olduğu halde bizde, toplumsal planda ne yazık ki ciddi bir anlam ifade etmemektedir.
Bununla birlikte, kendi bütünlüğü içerisinde bir direniş kültürü oluşturmuş bulunan birçok sol çevre ile Müslüman olup Hz. Muhammed(s) ve arkadaşlarının Mekke döneminde Mekke müşriklerince uğratıldıkları boykottan dolayı, siyer bilgisine istinaden sahip olan bir avuç Müslüman dışında, kimsenin boykotun ne anlam içerdiğinden haberi dahi olmamıştı.
Bizde geliştiğini ve yaygınlaştığını gözlemlediğimiz boykot olgusu, başörtüsü yasaklarına karşı, İslami kaygısı olan bir avuç Müslümanın şahsında Mc Donalds’lara, Burger Kingler’e vs. bağlı olup Amerikan yeme, içme kültürünün pazarlandığı restaurant ve cafelere karşı, “oralara gitmeme, oralardan alışveriş yapmama” üzerine yer bulmuştu. Bu tavır, aynı zamanda içeriği açısından bir red kültürü olarak kendini gösterir.
Ama çoğu zaman bu red kültürünün, ileriki dönemlerde varit olduğu üzere, henüz doğum aşamasında dahi birçok Müslüman şahıs, aile, yapı ve çevre tarafından umursanmadığını da dikkate aldığımızda, konu ile ilgili daha çok yol alacağımızı da belirtmiş olalım…
Boykot kültürünü kendi iç bütünlüğünde yaşatma azminde olan birçok sol çevre ile birlikte, öteden beri İslami kaygıya sahip bulunan ve İsrail’in Filistin’e, “dönem, dönem” Lübnan’a ve özellikle de Gazze’ye karşı işgal ve katliamı karşısında bu silaha sarılanların dışında, toplumda bir yaprak dahi kımıldamaması garip ve garip olduğu kadar da utanılacak bir durumdur.
İnsanlık onuruna yönelik bunca sömürü durumuna, sömürü çarkı içerisinde oluşan onursuzluğa, izzetten yoksunluğa varıncaya dek, kendilerine yapılan her olumsuz durum karşısında sessiz kalan kitlelerin “sözde” kendilerini avuttuğu bir ideolojisi ve dünya görüşü elbette vardır.
Ama bunlardan hareketle, yeri geldiğinde ise “iddia ettikleri ideolojileri, dünya görüşleri ve çoğunluk açısından da birçok dinî argümanlarından hareketle” zalime ve zulme karşı oldukları savlarının hiç de gerçeği yansıtmadığı görülmektedir.
“Herkes iddiasından vurulur” esprisi gereği, ileri sürülen iddiaların, hiçbir mücbir sebep yokken yerine getirilmemesi, kişinin, ya da grubun vs. kuşanmış olduğu o ideolojik yapının bir zaafı olarak kabul görür ve ciddiye de alınmaz…
Buradan hareketle yola çıktığımızda, birçok seküler çevre ile inancını muhafazakârlık kalıbı içerisinde, hem de giderek işi milliyetçiliğe kadar götüren “Müslüman” kişi ve çevreler tümden “emperyalist dostu” olarak tanımlanmamış olsa da, onların şahsında yapılan her olumsuz durumun kime yaradığını, kime de yaramadığını biliyor olmamız gerekir.
Emperyalizm karşısında, dünyanın tüm ezilenleri adına olacak şekilde, başlı başına “dört başı mamur” kültürel bir temele irca edilmesi gereken boykotun, sadece Siyonist İsrail’in, Gazze’yi hedef alan işgaline, saldırılarına, katliamlarına karşı McDonalds’lara, Starbucks’lara yönelik olması en başta çok iyi bir şey olmakla birlikte tek başına bir anlam ifade etmemektedir.
Buna yönelik daha büyük adımların atılması gerekir ki, maksat yerini bulsun!
O maksatlara bir göz attığımızda, yapılması gerekenler adına, öncelik sırasına konulmak üzere, sivil toplumun mevcut iktidar üzerinde meşru temele sahip baskı mekanizmalarına başvurup, iktidardan NATO’dan “behemahal” çıkılması, İncirlik ve Kürecik'teki ABD üslerinin hiç zaman kaybetmeden kapatılması ve İsrail ile yapılan tüm antlaşmalardan çekilmesi öncelikli olarak ele alınmalı…
Bunun yanında, Gazze'yi vuran silahların yapımında da kullanılan ve stratejik bir ürün olan çelik madeni ile birçok Müslüman ülkelerden elde edilen petrolün vb. “ne adına olursa olsun” İsrail'e ihraç edilmemesi, onun var olan ekonomisinin çökmesini sağlayacak oranda, ondan bir çöp dahi olsa -meyve ve sebze- hiçbir ürünün ithalatına izin verilmemesi gibi “şık ve yerinde” davranışlar hem bizim için ve hem de Gazzeli mazlumlar için bir umut kaynağı olacaktır.
Ama beri yanda “biz” cola vs. içmediğimiz, yemediğimiz halde, kendi iddiaları açısından söylenecekse eğer, o da haklı olarak “Siyonist Netenyahu”yu katil olarak tanımlayan yetkililerimizin, buna rağmen İsrail’le devam eden ekonomik, kültürel ve onlardan daha çok önemli bir kalem olan diplomasi alanında var olan ilişkileri sürdürmek gerçek dışı durmaktadır.
Bunların yanında, İsrail'e mal taşıyan gemilerin birçoğunun sahiplerinin iktidara yakın kişiler oldukları konusu da kafa karıştırmakta ve ister istemez bazı istifhamlara yol açmaktadır. Ki, bunlar yanlış ise düzeltilmesi herkesten ziyade onlara düşmektedir.
İnanın ki, İsrail’le olan diplomatik ilişkilerin tamamen kesilmesi, oraya iğne ucu kadar bir malın satılmaması ve oradan da “altın değerinde dahi olsa” hiçbir şeyin ithalatının yapılmaması bize zerre miskal bir zararı olmayacak, üstelik gerek Gazze ve Filistin ile İslam dünyasında ve dünyanın ezilen sair halkları nezdinde Müslümanlar ve devlet olarak var olan itibarımız daha da artarak devam eder. Yeter ki, yapacaklarımıza karar verelim ve uygulayalım. O kadar…
Bunlar bilinen şeyler. Bilinmeyenler ya da umursanmayanlar ise, devleti ve iktidarı “konu bağlamında” bir tarafa koyduğumuzda, biz Müslümanların, başlı başına İslam inancı gereği “şükür, sabır ve tasarruf iktisadı" anlayışı içerisinde kalarak her açıdan tasarruflu ve mazbut bir hayat sürdürebilmek adına, aynı zamanda emperyalizmin de ilk aşaması olarak ele alınması gereken kapitalizme ve onun oluşturduğu ilişki biçimlerine yönelik tutum ve davranışlar ortaya koymak gerekir.(**)
*)https://www.hertaraf.com/haber-boykottan-once-sait-alioglu-12490
**)İnşaallah bundan sonraki yazımızda, İsrail'e yönelik olan boykot tavrını da içerisine aldığını düşündüğümüz kapitalist kültüre karşı topyekûn bir başkaldırının nasıl yapılması gerektiğine dair bir şeyler söylemeye çalışacağız…
,Kaynak: hertaraf.com