Türkiye’de siyaset üzerinde bir “askeri vesayet” vardı. Asker bunu, zaman zaman yaptığı müdahalelerle pekiştiriyordu. Gerekçe “Cumhuriyet’i koruma ve kollama” idi. Siviller “tencereyi pisler” Asker temizlerdi.
Askeri vesayetin 15 Temmuz sonrasında tasfiye edildiği, askeri alanın sivil iradenin etkisine girdiği söylenebilir.
Ben geçmişte, “Kürt siyaseti üzerindeki askeri vesayet”e de işaret etmiştim. Dağdaki silâhlı örgüt ve onun içerde oluşturduğu KCK yapılanması, Kürt siyasetini belirlemekte, diğer ifadeyle enfekte etmekteydi.
Bu durumu, Kürt siyasetçilerin, meselâ bu alanda daha etkin olduğu söylenebilecek olan Selahattin Demirtaş’ın nasıl karşıladığı önemli bir konu. Olaylara “Dağ”dan bakmakla Meclis’ten veya sokaklardan bakmak farklı olmalıydı. Ama sanki Kürt siyasetinde de “Bir etkinlik varsa bu Dağ sayesinde elde edildi, silâhlı yapı olmasa bizi kimse dinlemezdi” gibi bir yaklaşım vardı. Bu, bir yandan “silâhlı vesayet”in içselleştirilmesi gibi bir durum oluşturuyor, diğer yandan da siyasetin varlığını meşruiyet dışına sürüklüyordu.
Bir ara Demirtaş tarafından “Türkiyelileşme” söylemi ortaya atıldı. HDP – DEM vs gibi isimlerle ortaya çıkan siyasi yapı, aslında bir tür koalisyon niteliğindeydi. Evet, Kürt ekseni baskındı ama diğer sol gruplarla da iç-içelik söz konusu idi. “Türkiyelileşme” ise, mevcudun da ötesinde bir “Açılım”ın ifadesi olmalıydı. “Türkiyelileşme”, Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi “Muhafazakâr camiaya açma” projesinin benzeriydi.
Belki şöyle bir mantığı da vardı: Kürtler sadece Doğu- Güneydoğu’da değil. İstanbul “En büyük Kürt kenti” olarak da niteleniyor. Diyarbakır’dan bile fazla İstanbul’daki Kürt nüfus. Başka pek çok ilde de var Kürtler. Yani nüfus olarak “Türkiyelileşmiş” durumdalar. Bir Kürtün, ister evlilikler yoluyla ister ticari ilişkilerle, kendisi bilinçli olarak istemediği takdirde zaten izole edilmesi mümkün değil. Bu durumda “Kürt siyaseti” neden izolasyonu seçsin?
Ama “Dağ” bir izolasyonu temsil ediyor. Dağ elinde silâh bulunduruyor ve siyaseti dizayn konumunda ise, siyasete, en azından kategorik planda özgür bir alan bırakmıyor. “Terörün uzantısı” boyutu böyle ortaya çıkıyor.
Kimi zaman, mesela Demirtaş gibi kendine özgü liderlik özellikleri bulunan isimlerden, “Kandil’den bağımsız” dil – siyaset üretmesi beklentisi oluşuyor. Ama hemen orada Demirtaş’a “taşıyamayacağı bir yük yüklemek” gibi değerlendirmeler ortaya çıkıyor. “PKK, marksist – faşist karakteri ile böyle bir özgür alan açmaz. KCK yapılanması zaten bunun için…” gibi değerlendirmeler…
Bundan meselâ Demirtaş rahatsızlık duymaz mı? Başka isimler de sayabilirim böyle rahatsızlık duyacaklarını düşündüğüm… Çünkü toplum önünde siyaset yapacaksınız ve bir yanda da “Güdümlenme” duygusu yaşayacaksınız… Meselâ Demirtaş buna razı olmaz gibi düşünürüm ama yine de silâhlı örgütün gölgesinin devamı önlenemiyor diye düşünürüm.
Mesela Demirtaş, bu örgüt vesayetinin ne zaman sona ereceğini düşünüyor olabilir?
Ya da şöyle sorayım:
-Şu anda Bahçeli inisiyatifi ile başlayan, Erdoğan’ın yarım - ağız katıldığı sürece DEM dünyasından sağlanan destek nasıl anlaşılmalı? “Nasıl” derken, ısrarla “Bu iş sadece silâhların gömülmesini, olmadığı takdirde de örgütün gömülmesini amaçlıyor” açıklamaları peş peşe gelirken, içinden gerçekten “Sorun”a yönelik bir çözüm imkânı çıkacağı umuduyla mı sahip çıkılıyor, yoksa örgütün bir şekilde devre dışı bırakılmasının siyaset üzerindeki silâhlı vesayeti sona erdirmesi beklentisi ile mi?
Bu son kurduğum cümlenin, “Aslında Kürt siyaseti açısından silâhlı yapının miadı doldu, artık bundan sonrası Kürtlere zarar verecek” tarzında bir kanaatin Kürt siyasetçiler tarafından da paylaşıldığı anlamına geldiğinin farkındayım. Böyle bir yaklaşımı seslendirmek, bugüne kadarki “Kandil ve Siyaset” ilişkisi dikkate alındığında cesaret meselesi olarak görülebilir. “Ya Kandil içerdeki KCK yapılanmasını harekete geçirirse…” gibi bir ihtimal göz ardı edilemez. “Haddini bil” yollu sözler, Türk milliyetçileri arasında dolaştığı gibi Kürt milliyetçileri arasında da dolaşabilir.
Doğrusu, “silâhlı vesayet”ten arınmış bir Kürt siyasetinin hem Kürt halkı ile hem de bütün Türkiye halkı ile nasıl bir iletişim kuracağını merak ederim. Söz gelimi, Demirtaş’ın içine ince - zeki mizah unsurlarının da katıldığı, yer yer edebiyatla kesişen muhalefet dilinin, toplumun farklı kesimlerinde nasıl karşılanacağı sınanmalı diye düşünürüm.
Demirtaş’ın uzun cezaevi hayatında “Türkiyelileşme” meselesi üzerinde de düşünce damıttığını farz edebiliriz.
Bahçeli’nin başlattığı sürecin “Kürt sorunu” konusunda nasıl bir içerik taşıdığı, ya da böyle bir içeriğinin bulunup bulunmadığı konusu ayrı, ama Kürt siyasetini silâh vesayetinden kurtarma boyutu yabana atılmaz. DEM dünyası Bahçeli’nin çıkışına şaşırdı mutlaka, ama üzerlerindeki silâh vesayetini “Türk devleti” kaldıracak, bu da az bir şey mi?