Yasin Aktay yazdı;
Sığınmacılar meselesi öyle görünüyor ki, önümüzdeki dönemde her vesileyle en fazla kaşınacak konulardan biri. Politik olarak çok kârlı görünüyor. Kimsenin böyle bir meseleyi kaşıyarak ülkenin kalitesini, insan hakları seviyesini ne duruma düşürdüğüyle ilgilendiği yok. Devlet, önünü arkasını düşünmeden hemen göndersin beklentisi o kadar kolay dile getirilebiliyor ki.
Tuhaf olan, bu sözleri dile getirenler aynı zamanda genellikle devletin otoriterleşmesinden en çok şikâyet edenler. Kendini devletin doğal olarak birinci sınıf vatandaşı olarak gören ve devletin kendisine bu çerçevede davranmaktan çıkmamasını asla istemeyenler, aynı devletin sığınmacıya başka türlü, gerekirse kanuni-hukuki çerçeveyi aşarak davranmasını isteyebiliyorlar. Akıllarına şu soru gelmiyor: başkalarına hukuksuz veya merhametsiz bir davranışını bizzat teşvik ettiğin devletin sana ileride nasıl davranacağını nasıl garanti edebiliyorsun? Başkalarına hukuk dairesinin dışına çıkarak davranmasını bizzat beklediğin devletten sen nasıl hukuk ve iyi muamele bekleyeceksin? Başkalarına merhametsiz ve saygısız yüzünü göstermeye alışan birinin sana nasıl saygılı ve merhametli olmasını umacaksın?
Bugün devletin Suriyelilere bedava sağlık hizmeti verdiğinden şikâyet edenler, aynı devletin 2002 yılından itibaren adım adım vatandaş olarak kendilerine dünyanın en iyi sağlık hizmetini üstelik bedavaya yakın derecede veriyor olduğunu hiç görmüyorlar. Üstelik bu hizmet ülkenin bütün sathında her şehirde ve her ekonomik düzeydeki insana aynı şekilde veriliyor. Bu konuda zengin ile fakir arasındaki farkı neredeyse eşitleme konusunda ortaya koymuş olduğu performans tek başına AK Parti hükümetlerinin gururla iddia edebileceği bir modeldir. Bu model rastgele oluşmuş bir sonuç değil elbet, içinde adaletten, eşitlikten, sosyal devletten yana bilinçle takınılmış bir tavır, tutum ve felsefe vardır. Bu hizmet tek başına esasen bir devletin insana nasıl baktığına dair kodların tamamını içeriyor. Bunun görülmesi lazım.
Daha önce rüyasında görse inanmayacağı bu hizmetleri aldığı halde bu hizmetlerin bir kısmının da sığınmacılara verilmesinden rahatsızlık duymak ise başlıbaşına ciddi bir insani sorun.
“Biz ilaçsız tedavisiz kalırken Suriyelilere bedava tedavi ve yardım” veya “biz ilaç, tedavi kuyruğunda beklerken Suriyelilerin gelip sırasız olarak ilaç ve tedavilerini alıp gitmesi” gibi şikayetlerin gerçeklikle ilgisi yok. Tıpkı “biz açken, Suriyelilere yardım edilmesi” algısının gerçeklikle ilgisi olmadığı gibi. Ne herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı tedaviden ve ilaçtan mahrum ne de Suriyeliler gerçekten zannedildiği gibi Türk vatandaşlarından daha imtiyazlı bir muameleye sahipler. Ama bu cümleler çok kolay telaffuz ediliyor.
Bunları böyle telaffuz edenlerse gerçekten tedavi olamayanlar veya gerçekten açlık çekenler değil elbet. Öyle insanların varlığı da inkâr edilemez ve onların sorunlarını ayrıca duyan ve çözmeye çalışan birimler eksik değil. Ama bir öfke, bir hınç kışkırtılmaya çalışılıyor ve siyaset bu öfke, kin ve nefret dili ile imkânsız hale getirilmeye çalışılıyor. O öfkenin ortasında kimse kimseye bir şey anlatamıyor, çünkü kimsenin kimseyi dinlediği yok.
Tam sığınmacı sorununun kanatacak kadar kaşındığı bir ortamda bir anda Afgan göçmenleri meselesi gündeme geldi. Muhtemelen insan kaçakçılığı sonucu Türkiye’ye girmenin yolunu bulmuş bazı Afganlara ait bazı eski görüntüler üzerine sığınmacı karşıtlığı daha bir gürültüyle patlatıldı.
Türkiye’nin AB ile Afgan göçmenleri için 3 milyar Euro karşılığı anlaştığı ve bu göçün onun bir sonucu olarak açık kapı politikasıyla oluştuğu söylendi. Neresinden tutarsanız dökülecek bir iddia ama kimsenin olayın aslını dinleyecek hali yok. Türkiye’nin hiçbir Avrupalı yetkiliyle Afgan göçmenleriyle ilgili hiçbir görüşmesi ve anlaşması yok demekten dillerde tüy bitti. Üstelik şu anda geçmişe nazaran daha fazla bir Afgan göçmen akını olduğu da doğru değil. Göç idaresi rakamsal olarak da ortaya koyuyor: Son zamanlarda kaydedilen göçmen akını rakamsal olarak geçmiş zamanlara nazaran bir yükseliş değil düşüş içinde.
Afgan mülteciler Suriyelilerden farklı olarak geri gittiklerinde kendilerini öldürmek veya hapsetmek üzere bekleyen bir diktatörleri olmayan umut yolcularıdır. Tabi gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasındaki bu umut yolculuğunun ayrı sosyolojik küresel adalet(sizlik) boyutları ayrıca tartışılabilir. Ama Türkiye açısından en azından Suriyelilerden farklılar.
Birçok kişi hızını alamayıp Afgan mülteciler sanki Türkiye devleti ile danışıklı olarak ve Taliban’ın yayılma politikasının bir sonucu olarak geldiklerini söylemiyor mu? Ne Taliban’ı ne Türkiye’yi tanıyorlar diyemeyeceğimiz kadar olayın içindeyseler bunu neden yapıyorlar? Taliban’ın Che Guaevera gibi devrim ihraç etme peşinde olmayan, son derece geleneksel bir zihniyetle sadece kendi ülkesini işgalden kurtarma amacıyla kendini sınırlamış bir yapı olduğunu tekrar söylemekten geri durmayalım bari. Ayrıca gelen göçmenlerin zaten Taliban zihniyetiyle uzaktan yakından alakası yok. Taliban’a yakın herhangi biri umut yolculuğuna çıkmak üzere ülkesini terk etmeyi vatanına ihanet sayar. Belki o yüzden Afganistan’da herkese galebe çalmayı başarıyor. Çünkü onun dışındaki herkesin direnci bir yere kadar. O ise direnişini sonuna kadar sürdürüyor ve karşısında ne NATO ne ABD ne de başka hiç kimse kalamıyor.
Bu arada hem Afgan veya Suriyeli göçünden şikayet edip de Türkiye’nin Afganistan veya Suriye’de ne işi olduğunu soranların biraz sakinleştiklerinde üzerinde düşünebilecekleri bir işaret verelim. Göçü durdurmak için bazen o ülkenin içinde faaliyet göstermeniz gerekir. Türkiye Suriye’den sığınmacı akınını ancak Suriye’ye yaptığı operasyonlarla oluşturduğu güvenli bölgelerle tam olarak durdurabilmiş, hatta bir miktar sığınmacının geri gidiş yolunu gerçek anlamda, zorlama yapmadan açmış oldu.
Aynı şey Afganistan için de sözkonusu ama başka bir yolla tabii. Türkiye Afganistan’da ülkenin yeniden imarında kardeşleriyle bir dayanışma içinde bulunacak ki, ülkenin göç üretmesinin önüne kaynağında geçilebilsin.