Davet Yolunda Bir Siyah Bir Beyaz adlı eser Ramazan Kayan´ın on altıncı kitabı.Mavi ve Kırmızı´ya benzer bir havayı yine kokluyoruz. İki büyük yürek, yürekleri titretecek besbelli. Bir nefes gibi çekiliyor, bir yudum su gibi içiliyor kitap. Kalben etkilen ki etkileyesin, söz söylemenin sırrı burada. Birçok kitabını okudum fakat özellikle on birinci kitabından itibaren Kitab´ul Kalb, Davet, İyilik Çağrısı, Mavi Kırmızı,Hac Çağrısı ve Bir Siyah Bir Beyaz kitaplarını tüm kitapseverlere şiddetle/şefkatle tavsiye ederim.
Kitap akıcı bir makale hızında okunacak ?hızlı bir davetçinin? kitabı. Hayat bir yolculuk değil mi, gün içinde bir yerden bir yere sürekli bir seyrü sefer içinde değil miyiz, bir seyri süluk ile Hakk´a yürümüyor muyuz? Kitapta Afrika´dan Avrupa´ya hızla yol alacaksınız, seyyar ve seyyah bir adamla. Ramazan Hoca seyahatleri sırasında zihnen ve kalben güncelleme yapan bir isim, keyifli bir yolculuk olacak.
Musa Bangura, Sierra Leone´nin hazin resminde derin muhasebelerle, ilgi çekici hikayeciklerle bezenmiş bir büyük hikayedir. Müslümanlarla ?davet sahasında savaşmak için özel yetiştirilmiş? ve Sierra Leone´de Müslümanların korkulu rüyası olmuş, mühtedi bir papazın merak uyandırıcı, heyecan verici, sorgulatıcı, kalbi okşayıcı hikayesi. Rüyada İslam´a çağrılan coşkulu bir hatip, misyoner bir davetçi, bir evangelist...
Yazar, hikâyelerden ve resmin bütününden hikmetli dersleri çıkartarak yolculuğuna devam ediyor. Sierra Leone´de misyonerlik yapan bir papaz için İslam´a geçmenin bedelini kaybedilen makam, eş, çocuklar, kayınpeder, kilise, ağabey papaz, ev, araba, maaş, ev eşyaları, ciddi miktarda nakit para ile ölüm tehditleri ile ödemiş. İslam´a geçtikten sonra yanında kalan ise Allah, anne, yoksul ve zayıf bırakılmış Müslümanlar... Borçla motosiklet alıp Hakk´ı daha fazla insana ulaştırma derdi ile yola düşen tevhid ve gönül ehli bir davetçi. Hani bir kişinin hidayetine vesile olmak kızıl develere sahip olmaktan daha hayırlıdır ya, Musa Bangura hedefi büyük tutup düzenli olarak 18 yıllık davet performansını ölçme değerlendirmeye tabi tutuyor. Sayılarla davet mücadelesi için Bangura´nın verdiği son rakamları söyleyelim ki mesele netleşsin: 2016 yılı itibariyle 11.539 kişi Sierra Lenoe´de, 3.535 kişi Liberya´da, 1.900 kişi Gine´de, toplam 16.974 kişinin hidayetine vesile olmuş. Bunlardan 613´ü papaz, 300´ü aşkını ateist, 32´si fuhşa sürüklenmiş kadınlar. Vay kızıl develer vay?
Yanan gönüllere su serpen kurumlar
Yanan gönüllerle teşkilatlı çalışmak, istişare etmek, birlikte iş üretmek zorundayız. Afrika´nın ağır şartlarında Sierra Leone´de davet ve yardım çalışmaları yürüten üç kurum sayıyor hocamız: İslam Niçin Faaliyette Derneği, Wellington Müslümanlar Birliği, Afrika Müslüman Ajansı. Bir yüreğin nesi var, iki yüreğin sesi var. Musa Bangura da Gülseren Gümüş de tek başına ümmet. Etrafını harekete geçirebildikleri oranda, gönüllü bir ekibi koordine ettikleri kadar, yüreklendirdikleri cemaat kadar bereketleniyor İslami Hareket. Musa Bangura İslam Niçin Faaliyette Derneği´nin başkanlığını yürütüyor, Gülseren Gümüş de Güldeste Derneği´nin kurucusu.
Kitapta yazarın duygusal hallerine de şahit oluyoruz, nüktedanlığına da. Yolda olanın hatası da olur, kazası da. Sierra Leone´deki araba kazasından bir şahitlik çıkartıp kitaba yerleştirmiş Ramazan Kayan. ?Bradır Musa? diye hitab ediyor ve onu ?çağdaş Musab? olarak tefekkür ufkumuza sunuyor. Hocanın aklı fikri davette, bir yetim/yardım çalışmasına gidip dönerken heybesine davete dair ne varsa koymuş, o yüzden her yol davete çıkıyor. Anıları, anekdotları, dersleri sıraladıkça kalbinizdeki kıpırdanışlar gözlerinizdeki nemi çağırıyor, zihninizdeki kıvılcımlar vicdanınızdaki sızlanmalara eşlik ediyor? İslami hareket Sierra Leone´de kanatlanmış uçuyor. Hareketin kitleselleşmesi aşkla tutuşup yanan gönüllerin karınca misali koşuşturması ile ilgili, sonrası takdir-i ilahi, lütfu rabbani. Hikayeciklerin hepsini makaleye almak sizlere tek tek okumak isterdim...
Yazarımız hedefe kitlenmiş, yüreklere vurdukça vuruyor. ABD´li Hıristiyan bir babanın oğlunu dinledikçe şöyle düşünüyorsunuz: Güneş, hidayet ve davet anlamında da galiba batıdan doğacak. Ramazan Hoca ile Freetown´dan kalkıp Afrika´daki İslami hareketin tarihine ufak bir gezinti yapıyoruz, Cafer bin Talib´e (ra) kadar uzanıp Rahmetullah el-Hindi´ye dönüyor, Ahmet Deedat´a uğruyoruz. Zakir Naik´lere, Musa Bangura´ya ulaşan silsileyi arıyoruz, davet ve cihad ruhunu birbirine aktaran, bayrağı elden ele geçirip duran canlı bir konvoyun Afrika´daki fedailerini minnetle yâd ediyoruz.
Ramazan Hoca Gülseren ablaya kısa bir girizgâh ile geçerken duygu duygu akmaya başlıyor sayfalar. Hoca, Afrika´dan Asya´ya, Ortadoğu´dan Avupa´ya sürekli sahada koşan bir yazar. Almanya´daki kardeşlerin çabalarından bahsederken mesajlarını tazeliyor, duruşunu yeniliyor, ümmet ile hemhal oluyor. Allah (cc) onu güzel insanlarla karşılaştırdıkça bizler de onun vesilesi ile ümmetin mavi, kırmızı, siyah ve beyaz renkleri ile tanış oluyoruz. Gülseren Gümüş´ün 7´den 70´e ulaştırdığı davet ve hizmetlere tanık oluyoruz. Özlemiştik onu. Canlı üç parmağının hesabını verme endişesi ile yüreklerimizde hep canlı kalan yüce ruh. Hoca, özel kavramları ile yaşadığı manevi sarsıntıları anlatıyor. 3 parmağı ile 3 kitap yazan ?Ümmetin Dişi Şeyh Ahmed Yasin´i? ile okuyucuyu sarsmaya devam ediyor.
İyilik de kurumsallaşmalı
Sayfalar ilerledikçe Gülseren abla yüreğimizde büyüyor, sade ve mütevekkil hali ile gözlerimizin önünde canlanıveriyor. ?Ablacım!? deyip sarılasınız geliyor, o kadar yakın, o kadar yürekten? Gülseren abla canımız ciğerimizdi, bembeyaz bir davet, masmavi bir aşktı. Bizi yüreklendiriyor, göğsümüzü genişletiyordu. Aslında dünyanın dört bir yanında aynı şeyler oluyor: Allah için toplanmış üç beş kişi Hak davadan bahsedip dertleniyor, derdinden dernek kuruyor. Tekrar ediyorum: Teşkilatlı ve istişareli çalışmak ve birlikte iş üretmek zorundayız, ümmet olmanın hakkını vermeliyiz... En az şeytani yapılar kadar ve aslında daha da fazla iyilik ve davet de kurumsallaşmalı, öyle değil mi? Diusburg´ta engelsiz bir kalp, engelli sandalyesinde ayağa kalkıp bizi
kibarca direnişe davet ediyor
.
?Gülseren Gümüş altın gibi bir insandı. Altın gibi bir kalbi vardı? derken durdum, kendime hiç yakıştıramadım. Onun güzelim kalbini altın gibi aşağı bir nesne ile nasıl kıyaslardım? O kalp ki dua dua Hakk ile doluydu. Hakk´a doymuyor, Hakk´a yürümüyor, coşku ile Hakk´a koşuyordu. Hakk´ı bulmuş, imanın merkezi, sevginin yuvası, Hakk´a kavuşmuş yüce bir kalbi nasıl olur da altına benzetirdim? Kitapta Gülseren Gümüş´ün kendi dilinden de yaşadığı bazı anılara yer verilmiş. Hemen dizinin dibine oturuyorsunuz, o anlatıyor siz dinliyorsunuz, iyice kızmış bir sobanın yanında cennetten bahsediyor, yanıp tutuşuyorsunuz. Ne diyeyim? Rengi var, kokusu var, capcanlı konuşuyor, veda ettiğine inanamıyorsunuz. İki buçuk sayfa ?Özel Gümüş Modeli? üzerinde iki buçuk gün düşünmek lazım.
Duayı ondan öğrenmiştik. Dua, dua, dua, dua? Hep duadaydı sanki secdeye yapışıp kalmıştı. Duada yaşadı, dualarla uğurlandı, dualarla anıyoruz: Ya Semi, Ya Samed, Ya Kuddüs, Ya Mecid, Ya Allah cc. Allah´ım Gülseren ablamızın kabrini genişlet, kalbini rahatlat, nurunu arttır, gönlüne ferahlık ver, günahlarını affet, amellerinin hepsini katlayarak dergâh-ı izzetinde şehit sevabıyla kabul buyur. Şahitler gibi yaşadı, onu şehitler gibi ağırla, Kevser´in yanında Peygamber-i Zişan ile ?yürütüp? muhabbete mazhar eyle.