Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Şiddet Seyyid Kutup'un yolu değildi!

Doktora tezinde Şehid Seyyid Kutup'u da inceleyen Halil İbrahim Yenigün, Kutub'un şehadetinin yıldönümü vesilesi ile önemli değerlendirmeler içeren kısa bir yazı yazdı.

Şiddet Seyyid Kutup

11 Eylül sonrası ABD medyası Usame'nin fikir babasını arama gayretinde Seyyid Kutub ismine sarılmakta gecikmedi. O günlerde gariptir ki Cengiz Çandar Yeni Şafak'ta İslâmcılar'ın selefî mirasla aralarına mesafe gereği koymaları gerektiğini salık veriyor ve bu mirasın en önemli isimlerinden biri olarak Kutub ismini gösteriyordu.

28 Şubat ortamında ve yerliciliğin (Avro-Amerikan dilinde nativism-historicism dediğimiz şeyin ucuz Türk versiyonu ve milliyetçilikten kopamayan bazı dindarların korsan milliyetçilik aracı) "İslâmcılık hatası"na karşı bir panzehir olarak önerildiği günlerden sonra bu pek de yeni bir itiraz yahut taarruz değildi. Ayrıca AKP'nin "İslâmcılık yaptık da ne oldu" inhizamîliğine de denk düşüyordu.

Türkçe'deki Seyyid Kutub biyografilerinde önemli bilgi hataları bulunuyor. Ben de tezimin Seyyid Kutub kısmını tamamladığım şu dönemde şehadet yıldönümüne denk düşen günlerde daha geniş bir tanıtım ve değerlendirme yazmak isterdim ama seyahat takvimim elvermedi. Yine de Dünya Bülteni'ndeki yazı ve Beytullah Emrah Önce'nin Dünyabizimdeki yazısı yakın tarihimizin bu önemli hatırlama gününde çok güzel katkılar teşkil etmiş.
 

Kutub, bilindiğinin aksine ne bir sosyologtu, ne de ABD'de doktora yapmıştı. Edebiyat eleştirmeni ve eğitimciydi ve her şeyden çok da Kur'an talebesiydi. Islâh ekolünden, son kertede Afganî'nin açtığı çığırdan giden, modern eğitimli bir muslih idi. Yeryüzündeki tam tekmilli ilk İslâmcı dergi sayabileceğimiz dergi Afganî-Abduh'un Urvet'ul Vuska'sıdır. Urve'yi takip ederek adeta bir aydınlanma yaşayan ve sonra Abduh'u bularak onunla Menar'ı çıkaran Reşid Rıza, bu dergiciliği devam ettirmiş, onun halkalarına devam eden Hasan El-Benna ise Menar'ı Rıza'dan sonra çıkarmayı üstlenmiştir. Bu derginin adı sonradan Al-İhvan'ul Muslimun olacak ve 1954'te editörlüğünü de Seyyid Kutub üstlenecektir.

Şahıs tekfircisi değildir!

Kutub tıpkı Afgani gibi, sosyal duyarlıksız, işbirlikçi saray ulemasından hoşnutsuzluğunu ifade ederdi. Onların şaşaalı urbalarından, kavuklarından hiç hazzetmediğini açıkça dile getirirdi ve kılık kıyafetle dindarlık yapılmasını yanlış bulurdu. Kolonyal-postkolonyal şartlarda eser vermişti ama söyledikleri hiç de o şartlarla sınırlı olmayan evrensel bir muhteva taşıyordu ve ondandır ki dünyanın Müslüman bulunan hemen her yerinde paradigma dönüştürücü bir tesir yaptı. Mısır'ın şartlarına, bilhassa sosyal eşitsizliklere ve fakirlik sorununa olağanüstü duyarlıydı ama hep evrensel bir kitleye hitaben, evrensel bir dille yazdı.

Mezhep taassubunu aşmış olduğundandır ki Şiî topluluklara da hitap edebildi; hatta İran devrimine bile ilham verdi. Mevdudî ile ortak kullandığı ama onda çok daha güçlü bir ifadeye bürünen "cahiliye" kavramı ve teorisi aslâ şahıslara yönelik bir itham veya tekfir değildi ve o bu konuda çok netti. O, cahiliyeyi toplumsal normlara ve değerlere atfediyordu. Bu yönüyle dünya Müslümanlarına zor kullanılarak dayatılan sekülerleştirme çabalarına karşı temelci (foundationalist) bir tenkit geliştirdi. Zaten "insan özgürlüğü" onun en çok yücelttiği değerlerdendi.

Asıl hedefi İslam devleti değil İslam toplumu idi!

Hiçbir zaman Müslüman halka veya diğer din ve felsefe mensuplarına karşı şiddeti savunmadı. Yalnız tam kemale ermiş İslâm toplumlarının uluslararası ilişkiler teorisini ortaya sererken din özgürlüğüne engel olan güçlere karşı ofensif savaşı da bir seçenek gördü. Buna rağmen ona göre tepeden inmeci bir İslam devrimi aslâ meşru bir metot değildi; onun öncelikli hedefi İslam devleti değil, İslam toplumuydu. Bu ayrımı eserlerinde ısrarla vurguladı. O yüzden de eserine "İslam Devletine Doğru" değil, "İslam Toplumuna Doğru" adını verdi.

Sosyal adalet, ahlâkı merkeze alan siyasî mücadele onun için hayat boyu merkezî önem taşıdı. İnsan vakarına ve onuruna hep değer verdi ve ona göre daima vakarlı ve onurlu yaşadı ve sonradan celadı olacak eski dostu Nâsır'a karşı da öyle davrandı. Giderek artan arınmacılığı onu kimi fikrî aşırılıklara sürüklemiş olabilir ama insanî hassasiyetlerini, insafını hiçbir zaman kaybetmedi. Batı medeniyeti olarak algıladığı realiteyi bombalarla havaya uçuramayacağımızı, silâhlarla yıkamayacağımızı, ancak insana dayanan daha üst bir medeniyetle insanlığı kurtarabileceğimizi bize söyledi.

Onda katılmayacağınız birçok fikir bulabilirsiniz ama hayatını serinkanlılıkla okuduğunuzda hayatı ve ölümüyle sizde sadece saygı uyandıracak bir dost, bir şahit, gerçek bir şehid bulursunuz. Nâsır öldü gitti ama onun Yoldaki İşaretler'i her bir yeni nesile istikamet vermeye devam ediyor. Seni rahmetle anıyoruz ey şehid...

 



Anahtar Kelimeler: Şiddet Seyyid Kutup' değildi!

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER