Üstad Sezai Karakoç, 16 Kasım 2021 tarihinde İstanbul’da, 88 yaşında Hakk’ın rahmetine kavuştu. Cenaze namazı, 17 Kasım 2021 Çarşamba günü çok sevdiği Şehzadebaşı Camii’nde kılındı ve aynı mekândaki hazireye dualarla, tekbirlerle defnedildi.
Sezai Karakoç dünya çapında bir düşünür-şair-yazardı. Peki, ama dünya çapında bir düşünürün vefat haberi ertesi gün (17 Kasım 2021 günkü gazeteler) gazetelerde nasıl haber oldu? Düşüncelerine yakın ya da uzak gazeteler üstadın ahirete irtihal haberini nasıl gördüler? Bakalım;
* Türk basınının doğru haber veren, çarpıtmayan, asparagasa asla yer vermeyen, yarım yüzyıldır zikzak çizmeden yoluna devam eden tek gazetesi olan Milli Gazete, Sezai Karakoç’un vefat haberini ‘kapak’ yapan yegâne gazete oldu. Milli Gazete o gün, “Uzatma Dünya Sürgünümü Benim” kapak manşetiyle çıktı. Sayfanın göbeğine Sezai Karakoç’un ‘ötelere bakan’ büyük bir fotoğrafını konumlandıran Milli Gazete, üstadın şiirlerinden örnekler verdi. Şiirin sonunda o bilinen repliğiyle birlikte; “Sevgili. En sevgili. Ey sevgili…”
Kapak sayfada, üstadın kısa biyografisi ve “Milli Gazete’de de bir dönem yazılar yazdı…” bilgisi de yer aldı.
***
Peki, diğer gazeteler Sezai Karakoç’un vefat haberini nasıl verdiler?
Üstadın vefat haberini 1. sayfalarından hiç görmeyen gazeteler:
* Sözcü
* Cumhuriyet
* Milliyet
* Türkgün
* Yeniçağ
* Aydınlık
* Evrensel
* Yeni Asya
* Birgün
* Dünya
* Korkusuz
* Yeni Mesaj
* Yeni Söz
Bu gazetelerden bazılarının akşam erken baskıdan dolayı haberi göremediğini düşünüyorum.
Diğer gazetelere de bakalım;
* Yeni Şafak: Manşet
* Karar: Sürmanşet
* Yeni Akit: Sürmanşet
* Posta: Altlardan bir yerden
* Yeni Birlik: Altlardan
* Milat: Sağ yandan
* Takvim: Sol alttan
* Diriliş Postası: Yarı sürmanşet
* Hürriyet: Sağ en alttan
* Sabah: Yarı sürmanşet
* Türkiye: Üçte bir sürmanşet
* Akşam: Yarı sürmanşet
***
Bazı ulusal haber kanallarının da üstad Sezai Karakoç’un vefat haberini ya hiç görmediklerini ya da kısa süreli ekrana alt yazı kuşağında taşıdıklarını, bu durumun son derece üzüntü verici olduğunu belirtmeliyim.
ANLAYANA SİVRİSİNEK…
etten ve kemiktendir insan kolay
anlaşılmaz
bazen düşer bir kemiğin peşine
ki insan denemez çoğu zaman
bazen takar peşine bir iti
SELAMİ GÜDER
selamiguder@gmail.com
SAHİ HAZİRE NE DEMEK?
Baştan şunu ifade edeyim; Şehzadebaşı Camii, benim de namaz kılmaktan, avlusunda adımlamaktan sonsuz haz aldığım bir kutsal mekân. Nedense Şehzadebaşı Camii’nde olduğum zamanlar bir başka huzur kaplıyor içimi.
Üstad Sezai Karakoç dualarla, tekbirlerle çok sevdiği Şehzadebaşı Camii Haziresi’ne defnedildi. Birçok okurdan mesaj aldım, “Hazire ne demek?” diye? Anlatayım;
Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi’nde yer alan bilgilere göre Hazire şöyle tanımlanıyor;
* “Önceleri genellikle meskûn sahaların dışında bulunan mezarlıklar yerleşim alanlarının genişlemesi sonucu şehirlerin içinde kalmıştır. Ayrıca yerleşme merkezlerinin içinde veya dışında ve cami, tekke, türbe gibi yapıların bitişiğinde küçük mezarlıklar (hazîre) yer almaktadır.”
* “Osmanlı kültüründe önemli yeri olan hazîrelerin, İstanbul’da yüzlercesine rastlamak mümkündür.”
*“Hazîrelerin tarihçesini mabedin yanına defin geleneği açısından Hz. İsmail’e kadar götürmek mümkündür.”
*“Rivayete göre Hz. İsmail, annesi Hacer’i vefatı üzerine bugün Kâbe’nin kuzeybatı cephesinin önünde yer alan ve üç tarafı alçak bir duvarla (Hatîm) çevrilmiş olan, yaklaşık yarım daire şeklindeki kutsal mekâna (Hicr) gömmüş, daha sonra kendisi de onun yanına gömülmüştür.”
***
Özetlersek; Hazire’nin anlamı; “Vakıf binalarının yanında zamanla teşekkül eden küçük mezarlık.”
Bu bilgi de okurlar için ümit ederim faydalı olmuştur.
SEZAİ KARAKOÇ’UN AZİZ HATIRASINA…
1984-1985 yıllarıydı…
Üniversite sınavlarına hazırlanıyorum, bir yandan da İslam dergisine, Seha Neşriyat’ta Yılmaz Bayat ağabeye yardımcı oluyorum…
Fatih’te, Feyzullah Efendi sokakta bulunan Seha Neşriyat’ın da yer aldığı binanın en üst katındaki Hicret Yurdu’nda kalıyorum…
Günde neredeyse bir kitap devirdiğim yıllar…
Bir gün, Marmara İlahiyat Fakültesi son sınıf öğrencilerinden, edebine, derin sessizliğine ve edebiyata düşkünlüğüne hayran olduğum ve şimdilerde nerelerde olduğunu bilemediğim/bulamadığım Mehmet ağabey, “Hadi seni bir yere götüreyim!” dedi.
Meraklandım ve müthiş heyecanlandım…
Cağaloğlu’nda Üretmen Han’ın kapısından süzüldük…
Kapı hafif aralıktı…
Kimselere çaktırmadan o kapıdan girdik…
Yanlış hatırlamıyorsam birkaç küçük odası olan bir yerdi…
Küçük bir odaya daldık…
Odaya girerken sağlı sollu dizilmiş, yeni basılmış oldukları her halinden belli olan ve gönderilmeye hazır, paketlenmiş kitap kolileri dikkatimi çekti… Tümünün kapağı bembeyazdı…
Kitap kolilerinin hemen yanı başında, cam kenarında, olgun ve düşünceli bir adam, eski bir masa ve sandalyede tek başına oturuyordu…
Biz de masanın hemen karşısında bulunan ikili ya da üçlü eski ve koyu kahverengi renkli deri koltuğa iliştik…
Pencereden baktım; Cağaloğlu’nun asırlık çınarlarının dal ve yaprakları odaya giren güneş ışığını yer yer kesiyordu…
Heyecanım kat be kat artmıştı… O heyecanla sordum Mehmet ağabeye; “Kimdi bu adam?”
Mehmet ağabey, kulağıma eğilerek fısıldadı; “Sezai Karakoç…”
Kalbim yerinden fırlayacak gibi olmuştu…
Okuya okuya bitiremediğimiz, gençlik iksirimiz Mona Roza’nın yazarı Sezai Karakoç tam da karşımda, bir adım ötedeydi…
Uzansam yetişecektim… Öyle kalakalmıştım…
Abartısız 10 dakika, bilemediniz 15 dakika kimse tek laf etmeden oturduk, o koltukta…
Sezai Karakoç, sessizce önündeki kâğıtlarla meşgul oluyordu…
Sonunda, Mehmet ağabeye dönerek tek cümle sarf etti:
—Bu da mı sizin fakülteden!
—Hayır efendim, bu kardeşimiz üniversiteye hazırlanıyor, edebiyata, şiire meraklı okurlarınızdan…
Hiç unutmam…
Sezai Karakoç, o dakikadan itibaren yaklaşık yarım saat bize ‘Diriliş Nesli’ni anlattı…
Müslümanların sanatta, ticarette, ekonomide, siyasette, kültürde, dış politikada izlemesi gereken yolu…
***
Rabbim rahmetiyle muamele eylesin…