Amerikalı Marksist eleştirmen Fredric Jameson’ın Siyasal Bilinçdışı kitabı, eleştirinin sinequanonu sayılabilecek bir cümleyle açılıyor: “Daima tarihselleştirin!” Jameson bu ilkenin “Siyasal Bilinçdışı’nın ahlaki kuralı” olduğunu söylüyor. Ahlaki kural veya eleştirinin olmazsa olmazı olarak tarihselleştirmenin, şarkiyatçılıktan gelen kötü namından mıdır bilinmez, Türkiye’de özellikle belli isimler değerlendirilirken devreye sokulmayan bir bakış olduğunu söyleyebiliriz. Bu isimlerden biri de Sezai Karakoç.
Sezai Karakoç’un ilginç bir hayran kitlesi var. Bu kitle Karakoç’u Mevlana’yı okur gibi okuyor. Zaman ve uzam dışı bir Karakoç anlatısı sempozyumlarda, anma toplantılarında, özel sayılarda, televizyon programlarında ısrarla kendini yeniden üretiyor. Kitlenin içinde edebiyat tarihçisi, genç yazar, yayınevi sahibi, sosyolog, ilahiyatçı gibi farklı kimliğe sahip insanlar bulunması durumu değiştirmiyor. Karakoç’un yüksek soyutlama becerisi, okurun metni tarih içinde kavramasının önündeki engellerden biri. Yine de Karakoç’u tarihselleştirmenin imkanlarından hepten yoksun değiliz. Sütun kitabından yola çıkarak başka bir Karakoç fotoğrafına ulaşmak mümkün.
Karakoç Sütun’daki yazıları 1967-1968 yıllarında Babıali’de Sabah gazetesinde yazmış. Yazılara baktığımızda 60’ların son derece somut meselelerinin doğrudan veya dolaylı yansımalarını görüyoruz. Söz konusu yazılara geçmeden önce bu yazıların yazıldığı düşünce iklimini hatırlatması bakımından bazı kitaplara göz atalım. Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye (1961); Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895 – 1908 (1964); Niyazi Berkes, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz (1965); Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi (1966); Bahattin Akşit, Türkiye’de “Azgelişmiş Kapitalizm” ve Köylere Girişi (1967); Kemal Tahir, Devlet Ana (1967); Sencer Divitçioğlu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu (1967); Sezai Karakoç-İslam’ın Dirilişi (1967); Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü (1968); Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (1968); İdris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması (1969); Mehmet Kaplan, Büyük Türkiye Rüyası (1969).
Hepimizin kitaplığında en özel yeri işgal eden metinler değil mi? 60’lar, bu yönüyle ülke meselelerine dair en temel soruların sorulduğu bir dönem. Sorulara verilen cevapların sorular kadar ihtişamlı veya tatmin edici olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu. İmparatorluğun çöküşünden 60’lara kadar olan süreçte biriken enerji, bu yıllarda açığa çıkmış gibi görünüyor. Düşüncenin yerini retoriğin, eleştirinin yerini alkış veya suskunluğun aldığı on yılların ardından bir patlama yaşanıyor deyim yerindeyse. Otuzlu yaşlarındaki Sezai Karakoç, tam da bu dönemin ruhunu yansıtan metinler yazarak düşünce dünyasında kendine yer açıyor. Bugünkü Karakoç tahlillerinin çoğunda ihmal edilen somut ve ilişkisel bir düşünce dünyasında yani.
Sütun’da yer alan Anayasa ve Siyasi Hayat, Anayasa Mahkemesine Dair, Dokunulmazlıklar Ülkesi başlıklı yazılar, Karakoç’u tarihselleştirmeye yardım edecek metinlerden bazıları. Aynı dönemde başta Mümtaz Soysal olmak üzere çoğu aydının anayasa hakkında kalem oynattığını belirtmek gerekir. Devrim konusu, tarihselleştirme denemesine katkıda bulunacak bir diğer başlık. Türkiye’de devrimin koşullarını, bir başka deyişle teori ve pratiğini her türden solcu aydının birincil mesele edindiği yıllarda Karakoç’un bazı yazı başlıkları: Devrimci ve Vehim, Devrim ve Süreklilik, Devrim ve Devlet, Devrim ve Doktrin, Devrimcinin Yabancı Olduğu, Görüşlerin Durumu… Yazının başında sözünü ettiğimiz soyutlama becerisi, bu yazılarda olanca haliyle kendini hissettirir. Buna rağmen dikkatli bir bakış, devrimle ilgili yazıların 1960’lar solunun Türkiye tahayyülüne cevaplar içerdiğini fark edecektir. Cevapların hedefi bellidir. Karakoç’un, özellikle solun Türkiye’ye özgü yapılanması ve tarihine, aydın-halk çelişkisine dair yazdıklarından bunu çıkarmak mümkün. Solcuların Hali yazısında Türkiye’deki Marksistleri üç gruba ayırır. Diğerleri bir kenara, bu gruplardan ikincisi “demokrasiden umudunu kesip başarıyı ihtilal ve darbede gören birtakım politikacılar, politikaya kayan üniversite mensupları, ilk elden sol bir yola veya yöne sarılmış” kişilerdir. Cümlenin sonunda geçen “yön” ifadesi tesadüf eseri gibi gelmiyor bana. “Yön”ün yol kelimesinin cümleye kattığı anlamı pekiştirmek dışında bir anlamı olmalı. Yazının akışı dikkate alındığında soyut bir ibare görüntüsündeki yön sözünün Doğan Avcıoğlu ve Yön dergisi çevresiyle alakalı olduğu rahatlıkla söylenebilir.
60’ların Karakoç’unda baskın olan metafizik soyutlama değil, siyasi soyutlamadır. Bu çeşit bir soyutlamaya en güzel örneklerden biri Alkol Yaprakları başlığı. Birkaç arkadaşıma bu sözün ne anlamda kullanılmış olabileceğini sordum. Aldığım cevaplar Karakoç’un kast ettiğiyle uzaktan yakından alakalı değildi. Karakoç’un alkol yaprakları dediği şey gazete. Üstelik bunu bir gazete yazısında söylüyor. O dönemde insanların gazeteden bugün anlaşılan şeyi anlamadığını da ekleyelim. Yön dergisi “Haftalık Gazete” olarak çıkıyor mesela. Gazetelerde roman tefrika ediliyor, şiir yayımlanıyor, akademik ve entelektüel metinlere cömertçe yer veriliyor. Buna rağmen Karakoç’un gazeteyi alkol yaprakları olarak tanımlaması, düşünceyi gündeliğin uzağında konumlandırma çabasıyla ilgili olsa gerek.
Karakoç’u tarihselleştirme, doğal olarak diriliş kavramını hesaba katmayı gerektirir. Sütun’daki yazılarda diriliş benzeri pek çok ifade geçer. “Değişen Türkiye,” “kendini kuran Anadolu,” “büyük bir kaynaşma,” “canlanış,” “yeni bir hayatın damarı,” yeni bir insanın kıvılcımı” bunlardan bazıları. Türkiye bir değişim yaşamaktadır ve bu değişimin neyle sonuçlanacağı, bu değişim potansiyelinin hangi amaca hizmet edeceği Türk aydınının temel meselesidir. Türk toplumunun tarihi, o tarihten gelen yatkınlıkları aynı çerçevede ele alınan konulardır. Avcıoğlu ve Küçükömer başta olmak üzere çoğu düşünürün kullandığı düzen sözünü yapı olarak da anlamak mümkün. Toplum yapısı, değişimin dinamiklerini açığa çıkarmak için tartışılır. Bu yönüyle diriliş kavramının ana rahmi veya tarihteki yeri 60’ların düşünce iklimidir. Karakoç, Türk toplum yapısını, diriliş kavramıyla bezediği siyasetinin meşruiyet zemini olarak sunar.
Günümüzde diriliş düşüncesinin, ortaya çıktığı tarihsel koşullarla birlikle ele alındığını kim iddia edebilir? Tarihsiz bir mefhuma dönüştürülmüş vaziyette diriliş sözü. Bu konuda tek suçlu putlaştırmaya yatkın, tarihselleştirmeye uzak hayran kitlesi değil. Bizzat Karakoç, yazı ve şiir hayatı boyunca soyutlamanın giderek arttığı bir çizgi takip etmiş, insanların diriliş düşüncesinden faydalanmalarını sağlayacak tutamak noktalarını törpülemiştir. Her şeye rağmen bir entelektüeli tazimle anmak yanında başka yollar arayanlar için tarihsel bakış kaçınılmaz.
1968’de “Kâbe yollarında Cumhurbaşkanı” diyerek Cevdet Sunay’ı anan da Karakoç, yakın dönemde Mehmet Görmez’in hacc teklifini reddeden de. İki olgu, iki farklı tarihselliğin dışavurumu olarak görülmeli. Diriliş düşüncesi de dünkü sahip olduğu anlam veya işleve bugün sahip değil. Türkiye’de yaşayan Müslümanların meramını anlatmasına, meseleleri çözümlemesine her durumda yarayacak İngiliz çakısı gibi bir kavram hiç değil. Hüseyin Cöntürk “çağının şiiri” demişti. Düşünceyi de ilk önce çağının düşüncesi olarak tanımak gerekiyor. Bir düşünür veya kavramın çağını aşan yönleri elbette olabilir ama bunu tespit etmenin yolu yine tarihten geçiyor.
Kaynak: Farklı Bakış