Sezai Karakoç’ta diriliş kavramı, çok yönlü ve çok boyutlu bir kavram olarak hayatın temelini kurma bağlamında tasarlanarak düşünülmüş bir olgu, fikir ve eylemlilik olarak varlık kazanmıştır.
‘Diriliş Neslinin Amentüsünde’ Sezai Karakoç, Diriliş felsefesinin temel kavramlarını ortaya koyarak irfan ilmi bağlamında derinleştirerek kuşatıcı bir yaklaşım öne çıkarmaktadır. Farklı kitaplarında yaptığı vurgu; Ruhun Dirilişi, İnsanlığın Dirilişi ve İslam’ın Dirilişi gibi kitaplarında bu söylemin inceltilerek varlık kazanılması bağlamında görüşlerini sunmuştur. Ama temel tezini Diriliş Neslinin Amentüsünde bulmaktayız…
Diriliş kavramı kendi içinde çok katmanlı bir yaklaşım olarak öne çıkmaktadır. Yaratılışın başlangıcı ile birlikte başlayan varlığın süreci, oluş ve olma halini de içinde taşıyan ve her varlığın kendisini gerçekleştirme sürecini de kapsayan ve insanın bütün bu olup bitenler karşısındaki tutumunu ve kendini gerçekleştirme zeminini de işaret eden bir kavram olarak önümüze çıkmaktadır. Dirilişin ruh üzerinden gerçekleştirilmesi, ruhun her şeye sirayet eden özelliği ile birlikte ruhun dirilişi üzerinden her şeyin bir dirilişe mebni oluşuna da bir gönderme olmaktadır. Ruh, dirilişini gerçekleştirirken, kendisi ile birlikte her şeyi yeniden dirilişin temel kodlarına döndürmeye yönelik bir isteği, iradeyi, gücü ve potansiyeli de harekete geçirmektedir. Bu temel bakış; meydana gelebilecek zemini kendi kavramlar örgüsü içinde yeniden tanımlanarak gerçekleştirilmektedir.
Dirilişin bir şuur hali oluşunu dikkate sunmak, şuur üzerinden hayatı yeniden inşa edebilmenin bir imkânını sunar. Şuur üzerinden oluşturulmuş bir nesil, kendisinden sonraki nesillere örneklik oluşturarak dirilişi kendi tarihsel sürekliliği bağlamında bir mekâna tevdi eder. Şuur, zamanı inşa ederek, mekânı tasarlayarak insanı kendi varlığının anlamını taklitten tahkike yönelterek varlık kazanmasına zemin oluşturur. Böylece şuur her aşamada diriliş nesli için vazgeçilmez bir özellik olarak kayıtlara geçer. Taklit süreç içinde yitirilirken, tahkik onu canlı ve diri kılarak dirilişi geleceğe taşır.
Diriliş kavramının iki otantik yapısı vardır: ilki, Zat, bu Allah’a mahsus bir tanımlama ve dolayısıyla ilahi yaratıcılığın doğasını açığa çıkartan bir özelliktir. Zat olarak dirilişi temellendirmek ve yaratıcılığı üzerine bina etmek, aynı zamanda tevhit ilkesinin neye tekabül edeceğini öngörmek bağlamında da önemli bir mevzii kazanmaktadır. Çünkü tevhit, Zat olma halinin dışa vurumu olarak kabul edilir. Buradan hareketle şunu söylemek mümkün; Sezai Karakoç üstadımız, Dirilişi Tevhit’ten Vahdete yönelik bir süreci işaret etmek için kullanmaktadır. İrfan kültüründe/bakışında bu ‘Ehadiyetten Vahidiyete’ yönelik bir süreç olarak isimlendirilir. Bu çok önemli bir olgudur. Çünkü metafizik olarak meseleyi temellendirmek için gerekli bir düşünce zeminini işaret eder. Bu, kavramın metafizik zemin üzerinde durduğu yeri görme açısından önemli bir ayrıma işaret eder. Böylece ‘Diriliş’ kavramı salt bir siyasal arayışa, sosyal arayışa, ahlaki bir zemine değil, metafizik bir zemine de göndermeyi içerdiği gösterilmiş olacaktır.
Dirilişin bu genel ve geniş çerçevesi içinde kaotik bir zemin üzerinde varlık kazandığı açıklık kazandıktan sonra bu kaotik durumu belirli bir form içinde tutmaya yönelik kavram arayışı da öne çıkmaktadır. Erdem, bu kavramların ilk olanı ve üzerine bina edilmesi gereken, kaotik durumdan istikamet üzere bir güzergâh çıkarmak için gerekli olan önemli bir kavram olarak önümüzde durmaktadır. Erdem arayışı, metafizik bir karakter taşıdığı gibi kişisel, toplumsal ve toplumsallığın ürettiği sosyal ve siyasal, iktisadi zemine de göndermedir. Etik olanın ahlaki olana dönüşmesi bağlamında erdem temel kavramlardan biri olarak zikredilmektedir.
Erdemin varlığı ve onun korunaklığını sağlayacak olan ise; ‘yakaza’/uyanıklık halini taşımak… Uyanıklık halinin korunarak varlık kazanması, diriliş sisteminde olup bitenin neye tekabül edeceği meselesini dikkate aldığı gibi oluş, olma ve olmakta olanın neliği meselesinde de hakikat üzere olmaya yönelik bir dikkati, rikkati ve tedbiri de içermektedir. Meselenin diriliş boyutunun bir katman öne çıkartılarak kişide somutlaştırılma halini de içerdiğini dikkate sunmalıyız…
Diriliş aynı zamanda bir taraf olma halini yansıtır. Kendi ifadeleri ile ‘Bir Diriliş Cephesi bulunduğuna ve kendimin de o cephede bir savaş adamı olduğuma, olmam gerektiğine inanıyorum. Bu bir ruh savaşıdır. Ruhlar arasında olan bir savaştır. Bu bir zihniyet savaşıdır, karayla akın savaşıdır. Bu bir hayat tarzı, dünya görüşü, yani bir medeniyet savaşıdır.’
Bu metafizik kavganın bir sözleşme üzerinden gerçekleştiğini biliyoruz. Kuran bize kalu bela ‘elest bezmi’nde bir sözleşme öne sürmektedir. Orada ruhlar bu sözleşmeyi kabul ederek bir taraf olarak varlık kazanmaktadırlar. Bazı ruhlar ise bu sözleşmeyi ‘ayartıcının ayartısına’ aldanarak, yok görmektedirler. Bu durumu izah eden ise, ‘yeryüzüne düşmanlar olarak indirilmemiz’ ve burada/dünyada çatışmanın bir tarafı olarak mevzi almamızdır. Yani bu dünya insan için bir ‘imtihan’ dünyasıdır. Diriliş nesli bu imtihanı başarılı bir şekilde vermeye yönelik bir arayışın somutlaşmış halidir.
Dirilişin üç cephesi olduğunu düşünmekte yarar var: ilk cephesi, Yaratılışın varlığı ve yaratılmış her varlığın yaratılış süreci boyunca kendi varlığını idame edecek düzeyde bir yaşam melekesine sahip oluşunu işaret eder. Bu işaret aynı zamanda Rabb olan Allah ile yaratılmış varlık arasındaki ilişkinin niteliğini de belirlemiş olur. Diriliş, bu ilişkinin niteliğini tanımlayan önemli bir kavramsallaştırmadır. İster ulûhiyet zemininden yaratılmış zemine yönelik ilgi, ister yaratılmış varlıktan ulûhiyet zeminine yönelik ilgi seviyesinde olsun bu diriliş kavramı ile tanımlanabilmektedir.
Dirilişin ikinci cephesi ise; insanın yaratılmışlığı ve insana yüklenen misyon ile oluş, olma ve var olma arasındaki derin dengenin varlığı yaşamın bir imtihan olma sürecinde insanın sahip kılındığı yetileri ile dirilişi sürdürmesi ve buna yönelik, ilahi armağanın vahiy/nübüvvet üzerinden gönderilmesini içeren bir olguyu işaret eder. İnsanın ruh sahibi olarak dirilişi daha derinden etkileme ve dirilişin var oluşunu sağlama alarak ona yön verme ve istikamet belirleyerek kendi varlığını da bu istikamet üzere daim kılarak ilahi olana yönelmeyi bir yol/dünya görüşü kılarak anlamlandırmaktır.
Diriliş kavramı çerçevesinde insan, insanın anlamı ve varlığının yaşam içindeki misyonunu da dikkate alarak yorumlamakta fayda var. İnsan ruh sahibi varlık oluşu ile diğer yaratılmış varlıklardan farklılığını izhar eder. Yaratılış, özellikle dünya hayatı insan üzerine kurgulanmış bir saha olarak tanımlanabilir. Bu da bize insanın varlığının anlamını ve önemini gösterir. Yukarıda ifade edildiği gibi erdem, aynı zamanda bir anlam arayışını da içerecek şekilde Sezai Karakoç üstad tarafından diriliş neslinin amentüsüne işlenmiştir. Bu anlam arayışı çok önemli ve değerli bir şeydir; kendi diliyle; Ben insanın ruh, ruhun ise bir tapınak olduğunu düşünüyorum. Allah’a inanma ışığı ve ona inanma aydınlığı, aşktır o benim için. Yoldur. Anlamdır. Sestir. Ülküdür. Varoluştur. Tanrısızlığın karanlığında ruhum daralır, boğulur. Asit içinde erir gibi. Gazda boğulur gibi…
İnsan, kendi dirilişini gerçekleştirdiği gibi, varlığın dirilişini de üstlenerek onların dirilişinin zeminini inşa eder. Bu inşa da elbette ki ilahi bağış ve yardım öncelikli ve buna uygun bir konum elde etme ise insana düşen sorumluluktur.
Diriliş kavramının üçüncü cephesi ise; Sezai Karakoç üstad; ‘Medeniyet’ kavramını kullanır. Medeniyet, ilahi bilginin hayatı belirleyen somut düzeni, ilkeleri, ritüelleri, ahlaki zemini vesaireyi de içermektedir. Böylece bu üçüncü cephe ile birlikte medeniyet kavramının ve tarihsel müktesebat ile kurulacak zeminin nasıl kurulması gerektiği konusunda bir mekân ve tarih algısını inşa etmenin yolu açılır. Çünkü medeniyetler, ruh ve beden olarak varlık kazanırlar. İnsan da bu ruh ve bedene sahiptir. İnsan ve medeniyet bu ikizliği birlikte var kılarak kendileri olma halini yaşarlar. Çünkü insan medeniyetin kurucu unsuru, medeniyet insanın kurucu unsurudur. Bu dilemma bize dirilişin ikili yapısını yeniden düşünmeyi ve çözüme yönelmenin yolunu işaret eder.
Dirilişin çok katmanlı ve çok yapılı bir kavramsal şema oluşunu işaret eden çok derin işaretler vardır. Bu noktada Sezai Karakoç varlığı hiyerarşik ve çok katmanlı düşünmektedir. Örneğin; Diriliş eri, Diriliş ereni ve diriliş piri kavramlaştırması ahlaki bir göndermeyi taşıdığı gibi eşitlik yerine hiyerarşiyi işaret eder. Bu hiyerarşinin sağlıklı bir zeminde işleyişini sağlayacak olan şey ise ahlaki olanı belirleyenin bizatihi ilahi bilginin kendisine aidiyetini kabul etmekle mümkündür.
Bu noktada Sezai Karakoç, diriliş neslinin amentüsünü dikkate sunarak, bugünün parçalanmış dünyasında parçalanan bir karakterin yeniden tekliğe tevdi edileceği bir zemine gönderme yapmaktadır. Üstad, şahsiyet kavramını bu düzlemde kullanarak diriliş felsefesini derinleştirerek şahsiyeti Zat’ın bir iz düşümü olarak gördüğü için ona dirilişin yeryüzü serüvenini teslim etmektedir. Bu konu üzerinde çokça durmayı hak eden bir konudur. Şahsiyet üzerine kurulu bir diriliş erinin sorumluluğu: Bu sancağın yere düşmemesi, görevidir, varoluş hikmetidir. Üstad, benim inandığım İslam ülküsü, tarihi, Hazreti peygamber ile başlamaz. İlk insandan başlar hakikat tarihi, yani hakikatin bilinişi. Hazreti Peygamber ile en yüksek, en son, en mükemmel gelişme noktasına erer. Kıyamete kadar, yani insanın bu dünya hayatı son bulana kadar da sürecektir. İşte bu insana yüklenilen sorumluluğun neye tekabül ettiği bağlamında önemli ve dirilişin tarihsel sürekliliğini dikkate sunmada önemli bir ölçüttür.
Diriliş neslinde insan, iç içe disiplin daireleri ve onun ortasında gerçek hürlükle hür, ruh. Onu çevreleyen ilk daire, eşyayla, tabiatla, toplumla, aileyle ilişkilerin ördüğü bir ağdır. Burada ruh ete, kemiğe, ilik ve bedene dönüşür. Yani ruh somutlaşır beden olur. Ama bu beden ruh tarafından aydınlatılır, ışıl ışıl hale getirilir. Diriliş bu ruhun dirilişinin bedenin dirilişini temellendirmesidir. İşte, siyaset, iktisat, sosyoloji veya ekonomi, bu ruhun ışıltısının yansımasına dönüştüğü zaman dirilişi sağlayan unsurlara dönüşür. Bu konu diriliş felsefesinin nerede konumlandırılacağı meselesini de vuzuha kavuşturacaktır.